Bir gün boyunca ne çok “kim olduğumuz” hikayesiyle karşılaşırız. Kimi gelir ayrıldığı sevgilisini saatlerce anlatır; terk edilmiş sevgili olmaktır aslında anlattığı, bir başkasının seçiminin sonuçlarını kendi üzüntüsüne dönüştürüverir… Ve işte bu hikaye saatler sürer… Kimi gelir bir işten kovulmayı anlatır. Yine belki karşısına çıkacak muhteşem bereketlerin “henüz” farkında değildir ama “kaybetmiştir” ne de olsa değil mi? Dünya bir kere başına yıkılmıştır, çaresizdir, ne yapacağını bilemez hale geliverir… İşte bu hikaye de saatlerce “kim olduğunu” anlatıverir bize…
Kimisi gelir “artık karımı sevmiyorum” der, bunu kimseye itiraf edemesem de… Sözle söylemesine gerek bile yoktur. Bir kafeye gitmenizi ve baş başa oturan çiftlerin bir masada kaç kez göz göze geldiklerine veya “gelmemeye çalıştıklarına” bakmanızı öneririm… Bu hikayeyi kavramanız için yeterlidir… Sadece yarım saat verin kendinize siz “olmayan” sözlerden (ki çoğu zaman iki kişi gelir aynı masada oturulsa da fiziki olarak aynı anda, aynı yerde buluşulmuştur, ruhen arada ne yazık ki hiçbir bağ bulunmaz ) hikayeyi çoktan okumuşsunuzdur…
İşte hayatta kim olduğumuzun hikayesi bu yüzden “başkasının” elinde değildir; tamamıyla bizim yazdığımız ve sonra da bizim yaşadığımız bir süreçtir.
Ben bugün sizlerle birlikte bu hayatta ne gibi hikayelerle kendimizi anlattığımıza bakalım istiyorum. Kaçındıklarımıza, kendimize göre “görmezden geldiklerimize”, sevmesek de ve her gece aynı huzursuzluğu yaşıyor olsak da çekip de gidemediklerimize, “çok yoruluyorum” dediğimiz halde “o zaman” bırakıp da rahatlayamadığımız o çok korktuğumuz başarısız olmak tehlikesine…
Aslında daha yakından baktığımızda hikayelerimiz iki türlüdür. Biri bizim inanmak istediğimiz biri ise gerçekte olanlar. Öncelikle o inanmak istediklerimize bakalım. Bu inanmak istemekte gözlem vardır, yorumlamak da vardır ama sonrasında buna göre bir aksiyon almak sürecimiz oldukça geri planda kalır.
Çünkü aksiyonda “değişim” vardır ve biz bizleri “değiştirecek” hikayeler dinlemekten ve ne kadar yazık ki “değişim” hikayeleri anlatmaktan yana oldukça kapalıyızdır… Acı hikayeleri daha tercih edilir, aldatılma hikayeleri tercih edilir, çekilen zorluk hikayeleri sonra huzursuzluk, sonra geçimsizlik…
Ne yazık ki reytingi de en yüksek olan hikayeler bunlardır. Oysa şunu duymak çok zordur; “ben artık bu evliliğin yürümediğini gördüm ve bir değişiklik kararı aldım, hayatımı baştan sona yeniden kuracağım”.
Bu hikaye neden diğerleri kadar veya saatlerce anlatmaktan sıkılmayacağımız “beni şöyle aldattı”, “bana hiç acımadı”, “bana bunu da mı yapacaktı?”, “ben bu kadın için ömrümü verdim, o benim güvenimi sarstı” gibi hikayelerden çok ama çok daha “az” heyecanlıdır değil mi? Bizler görmemezlikten geldikçe, kendi hikayemizi reddettikçe, hayat bunun tam tersini karşımıza çıkartır, o mutlaka görmemizi ister ve dürüstçe kendi hikayemizi anlatmamızı ister bizlerden. Her ne olursa olsun eğer gereken bir değişimse, korkmadan bunu gerçekleştirmemizi ister…
Reddettiğimiz kalbimizin gerçeğidir aslında, peki yüzümüzü gerçeğe döndüğümüzde bizi dikensiz bir yol mu beklemektedir? Cevabım ne yazık ki “hayır”. Hayat her daim bu kadar kolay olmuyor biliyorum. Aslında en zor olanıdır insanın kendi gerçek hikayesine dönmesi. Geçmiş sayfaları “okuyabilmesi”, ne yazılmışsa kabullenebilmesi… Döktüğü kelimeleri anlayabilmesi, bunlardan ders alabilmesi… Kendi yazdığı (yani kendi yaşadığı ve dolayısıyla sorumluluğunu aldığı) hikayesini göğüsleyebilmesi… Ve bu sayfalardan sonra “aynı konuyu daha fazla “yazmayacağım” diyebilmesi…
Daha fazla aldatılan kadın olmaması, daha fazla vazgeçilen adam olmaması, daha fazla çocuğunu büyütememiş anne olmaması, daha fazla iyi iş kadını olup iyi bir ev kadını olamaması ve belki de daha fazla “başarısız” diye not koyduğu cümleler kurmayacak olması “artık, kendimi olduğum gibi kabul edeceğim” yazabilmesi…
Daha önce itiraf etmediğim bir örnek paylaşmak isterim. Çok uzun zamandır kendi yazdığım yazıları okuyamıyordum. Ben ki okumayı çok ama çok severim, konu kendi yazdığım yazılara geldiğinde asla okuyamıyordum, bunu bir türlü başaramıyordum. Geçtiğimiz hafta çok uzun zamandır yine aynı şekilde kendi hikayemde “görmezden geldiğim” ve bu yüzden değiştirmem gerekse de hayatımda kendi kendimi hala tanımlamaya devam ettiğim bir kişinin fotoğrafıyla karşılaştım.
Ve bu beni alt üst etmeye yetti. O derece saklamış, görmezden gelmiş ve bir yerlere kaldırmıştım ki, aslında “hikayemi” değiştirmem gerektiğini, artık “yeni” şeyler yazmam gerektiğini, olan her şeyin zaten olup bittiğini bir kez daha çok ama çok farklı ve ne yazık ki çok ama çok daha yoğun bir şekilde gördüm… Sonra oturdum ve “neyi görmem gerekiyor?” diye kendi kendime sordum. Ben neyi görmezden gelerek bugüne kadar hikayemde, hayatımda, kendimi tanımladığım kendim hakkında edindiğim bilgilerimde, kendim için verdiğim “ne olduğum” ne olmadığım kararlarımda bu konuyu neden gerektiği gibi görmemiştim? Neden bu kadar zor gelmişti yüzleşmek?
Bu soruyu sormamla birlikte, artık kendim için yazacağım sayfalarda çok daha fazla ne kullanmam gerektiğine de karar verdim. Geçmiş çoktan geçmişti, onu hala bugüne taşıyan ne yazık ki yine bendim. Ben kendim için, kendi iyiliğim için artık “yeni” bir hikaye yazmalıydım. Ben bugün ne o yıllarda kalan Pınar’dım ne de kendimi o yıllarda olduğum şeklimden kopartabilirdim, ben sadece bugünümü istediğim gibi “yazmak” hakkına sahiptim ve gerçekten de asıl olan sadece “şimdiki” zamandı…
Bu yüzden bugün kendiniz için ne düşündüğünüze, kim olduğunuza, nasıl bir hayat yaşamakta olduğunuza bakmanızı isterim. Bugün kendiniz için yazdığınız hikayenizde sürekli geçmiş başarısızlıklarınızdan mı bahsediyorsunuz? Sizi çok üzenleri hala hikayenizin başkahramanları mı yapıyorsunuz? Veya diğer kişilerin seçimleri yüzünden halen kendinizi sevilmeye layık görmeyerek aslında kendi kendinize mi haksızlık ediyorsunuz?
Hayatınız sizin en güzel hikayenizdir ve yazacağınız her kelime bugün sizin öz iradenize tabiidir, kalem sizindir ve söz sizindir… Dilerim hikayenizde güzel sözler sizinle olsun…
İlginizi çekebilir: Her şey zamanını bekler: Sen cesaretle beklemeye hazır mısın?