Geçtiğimiz sene bu zamanlar biz daha ne kadar evde kalacağız diye endişelenirken haftalar birbirini hızla kovaladı ve pandemi ile birlikte yaşamaya başladığımız bir seneyi devirdik bile. Yaşantımızın aslında her yönünü ayrı ayrı etkileyen bu durumun ilişkisellik ve yalnızlık boyutuna bu yazımda değinmek istiyorum. Evde kalmak zorunda olmamız ve sosyal ortamlardan uzaklaşmamızla beraber bu dönemde yalnızlığımızla da yüzleştik. İlişkilerimizden uzaklaştık ve ister istemez kendimize yaklaştık. Kimileri için bu çok tahammül edilemez bir durumken, kimimize çok iyi gelen bir süreç oldu.
Hayatımızda zaman zaman yalnız kalmayı tercih ediyor olabiliriz, çünkü ilişkilere ihtiyacımız olduğu kadar, kendi kendimizle ilişki kurmaya da ihtiyacımız var.
Yalnız kalma ihtiyacının çok da sağlıklı olmadığı fark ettiğim bir yanını kendi hayatımdan örnek vererek paylaşmak istiyorum. Sosyal olmayı sevdiğim kadar, yalnız başıma vakit geçirmeyi de seviyorum. Bu çok normal. Ancak özellikle kendimi iyi hissetmediğim zaman kendi kabuğuma çekilme ihtiyacı hissediyorum. Olduğum yerde durup kendi penceremden dışarıyı izlemek istiyorum. Ben göreyim ama dışarıdakiler beni görmesin. Ben iyiyken varım ama kötü hissederken yokum gibi. Kötü günlerimi tek başıma atlatayım, kimseye ihtiyacım olmasın, zayıflığımı, kırılganlığımı göstermeyeyim. Sonra diyorum ki kendi kendime, ama böyle kaçamazsın, saklanamazsın. İyi zamanlarını olduğun kadar, kötü zamanlarını da kabul edip paylaştığında bütün hissedebilirsin.
Diğer bir uçta ise kendi kendine kalmaktan kaçıp, kendini sürekli “oyalayan” kişilerin var olduğunu söyleyebiliriz. İlişkiselliği yalnızca romantik ilişkilerde değil, aile, arkadaş, sosyal medya ile sürekli olarak başkalarıyla iletişimde olma şeklinde yaşarlar. Paylaşmak çok değerli ve ilişkiselliğe ihtiyacımız var, ancak kişinin kendi kendine kalamaması da, en az ilişki kurmaktan kaçması kadar sağlıklı olmayan bir durum. Yalnızca ilişkilerle var olur ve kendi kendimle kalma deneyimini göz ardı edersem, kendimle ilişkime zarar veririm. Aynı şekilde diğerleriyle ilişki kurmayı reddeder ve sürekli kendimle kalmayı önceliklendirirsem de ilişki kurma gerekliliğini ve oradan beslendiğim gerçeğini yok saymış olurum. Şunu unutmamalıyız ki görülmek ve duyulmak en büyük ihtiyacımız.
Bunun bir formülü veya belirli bir dengesi yok maalesef. Gerçek olabilmek ve gerçek kalabilmek değerli diye düşünüyorum. Hem kendi yalnızlığımızda rahat olabilmek, kendimizi bilmek, hem de içinde bulunmayı seçtiğimiz ilişkilerimizde kendimizi olduğumuz gibi ifade edebilmek çok kıymetli. Olduğumuz kişi olmak, göstermek istediğimiz kişi olmaktan çok daha kolay ve masrafsızdır.
Varoluşçu yaklaşımdan bakarsak aslında herkes bu dünyadaki kendi deneyiminde yalnızdır. İnsanın ne hissettiğini, ne düşündüğünü, ne yaşadığını ondan başka kimse bilemez ve anlayamaz. Şöyle bir gerçek de var ki, diğer insanların varlığı hep hayatımızda olacaktır. Birbirimize muhtacız. Anlamak ve anlaşılmak istiyoruz. Duygularımız, düşüncelerimiz, arzularımız, hayallerimiz kendi içimizde yaşadığımızda değil, paylaştığımızda anlam kazanıyor.
İlginizi çekebilir: Temel ihtiyaç anlaşılmak ise, birine verebileceğiniz en değerli hediye nedir?