dummy

“Yalnız değilsiniz!”: Onaylamanın iyileştirici gücü

Asırlar boyu her an vahşi bir hayvan tarafından öldürülme tehdidi altında yaşayan insanın hayatta kalma ve her daim tehlikelere karşı alarmda olma güdüsü çok kuvvetlidir. Bu yüzden de odağı, dikkati hep “Sorun ne?” ve “olumsuzluk” üzerinedir.

dummydummy

Ancak hayat aslında sadece anlardan ibarettir. Kötü olanlar da bir andır, iyi olanlar da. Olumsuzlara dikkat etme eğilimimiz yüzünden bizler hoş anları hiç fark etmez, sistemimize yerleşmesine izin vermeyiz. Hoş olmayanları, olumsuzları ise sadece bir an olmalarına rağmen birbirine bağlayarak hafızamızda her daim canlı tutar, sistemimizde kök salmalarını sağlarız. Ve ilginçtir ki, unutmuş gibi gözükürüz, hayatımıza kaldığımız yerden devam ederiz ama içten içe her an tetikteyizdir ve benzeri bir olay karşısında örtülü belleğimizin heybesindeki kayıtlı tüm korkular ve endişeler hop su yüzüne çıkar.

Bunu maalesef geçtiğimiz günlerde tekrar yaşadığımız bombalı saldırı sonrası bir kez daha fark ettim. Ülke olarak böylesine acı bir bombalı saldırı yaşamamızın üzerinden tam 7 sene geçmiş ve bizler, 7 sene önce yaşadığımız olayın kendi yakınlarımız ya da bizim de başımıza gelebileceği korkusunu, saldırı sonrasında hayatını kaybedenlere ve yaralılara karşı hissettiğimiz yoğun sıkıntıyı ve üzüntüyü, yaşamlarımızın tehlikede olabileceği endişesini unuttuk sanırken bu son trajediyle birlikte hepsi misli misli ortaya çıktı.

Bu çok doğaldır çünkü sadece bireysel değil, toplumsal kaygılara ve hatta paniğe yol açan böylesi trajik olaylar gerçekten de atlatılması zor süreçlerdir. Bu trajik olaylar esnasındaki duyumlarımızı, düşüncelerimizi, duygularımızı bastırır veya fark etmez, onları gözlemlemez ve onlarla sağlıklı ilişkiler kuramazsak, her benzeri olay tezahür ettiğinde geçmişin duygusal yüküyle birlikte anda yaşadıklarımız da omuzumuza biner.

dummydummy

Kaldı ki böylesine bir olay karşısında yoğun bir endişeye kapılmamız da normaldir. Yeni bir saldırının olma ihtimali her zaman stres sistemini tetikleyerek bizi aşırı uyarılma içinde bırakabilir. Bu yüzden bireysel olarak yaşadığımız kaygı ve stresle baş etmek için her zaman kullandığımız yoga, nefes veya meditasyon gibi yöntemler bizi rahatlatamayabilir, kaygı ve stresimizi dengeleyemeyebilir.

Bu yüzden böyle durumlarda kendimize “O kadar pratik yapıyorum, neden sakinleşemiyorum?” stresini yüklemememiz de çok önemlidir. Stres ve kaygı seviyesinin çok yüksek olduğu bu gibi olaylar karşısında sakin kalmayı ummak, bunu başaramadığımızda kendimize kızmak büyük bir yanılgı olur.

Nefes egzersizi, yoga ve meditasyondan önce aslında basitçe yapmamız gereken ilk şey, içinde bulunduğumuz bu durumu, stresi, duyguları ve sıkışıklığı tanımlamak ve onaylamaktır. Bu aynı zamanda alet çantamızdaki kullanılması unutulan en önemli becerilerden biridir.

Gerçekten “zor” bir durum yaşadığımızı, sakin kalamamamızı, hissettiğimiz yoğun kaygı ve endişeyi ve yaşadığımız stresi fark etmek, bunu yaşayanın sadece biz olmadığını kendimize hatırlatmak ve “Kendimi sıkışmış hissetmem doğal, benim yerimde kim olsa böyle hissederdi, sorun bende değil”, “Burada kalmak zorunda değilim. Burada sıkışıp kalmayacağım. Bununla yaşamak zorunda değilim ama bu yaşadıklarım da normal” diyerek bu durumu onaylayabilmek daha önce edindiğimiz birçok beceriden çok daha önemli olabilir.

Kendi duygularımızı, yaşadıklarımızı, her şeyden önce kendi benliğimizi doğrulamanın inanılmaz iyileştirici bir gücü olduğunu hiçbir zaman unutmayın.

Umarız toplum olarak bu yaşadığımız son saldırı olur, böylesine büyük toplumsal kaygı ve endişeleri hiç yaşamayız.

Sağlıkla ve sevgiyle kalın…

İlginizi çekebilir: Karmaşık olan karşımızdakiyle değil de, kendimizle ilişkimiz olabilir mi?

Tuba Müftüoğlu: Ankara doğumlu Tuba Müftüoğlu, Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünü bitirip, Amerika’da Uluslararası Hukuk alanında burslu yüksek lisansını tamamladı. Yurt dışında Marka ve Strateji üzerine on yıldan fazla çok uluslu şirketlerde çalıştıktan sonra ise Türkiye’ye kesin dönüş yaparak bir holdingte üst düzey yönetici olarak çalışmaya başladı ve halen de bu görevine devam ediyor. Evli ve bir erkek çocuk annesi olan Müftüoğlu, koşuşturmalı bir hayat tarzının ve gitgide artan bir iş temposunun hakim olduğu, kendinden kopuk, yaşam kalitesinin gitgide düştüğü, daimi yorgun, keyifsiz ve tatminsiz hissettiği uzun yıllarının sonunda bu otopilot döngüsünün daha fazla içinde kalamayacağına karar vererek, bu durumu değiştirmek için bir çözüm aramaya başladı. Mindfulness, şefkat, nöroplastisite, yoga, koçluk gibi pek çok alanda yolculuğuna başlayan Tuba Müftüoğlu, aldığı eğitimler ve gerçekleştirdiği grup çalışmaları sayesinde hayatının tamamına sirayet edecek dönüşümler yaşadı. Keşif yolculuğuna ilk günkü heyecanla hala devam ederken kendisine iyi geleni daha çok insana ulaştırmak amacıyla Talk TuBaNa çatısı altında, kurum ve kişilere eğitimler aracılığıyla ihtiyaçları olan çözüme gidecek yolda mentörlük sağlayıp, bireysel seanslar veriyor.
İlgili Makale
whatsapp