Yalanın 50 tonu ya da öyle bir şey

Yalanın da 50 tonu var mı dersiniz? Neden olmasın ki?

Düşünün bir; mavinin yani gökyüzünün ya da denizlerin, okyanusların renginin 50 tonu madem var, madem grinin, yani kapalı havanın renginin, belki de melankolinin renginin 50 tonu oluyor, o zaman hayatın içinden olan, insanı tüm canlılardan ayıran belki de en önemli özelliklerimizden birinin, yani yalanın neden 50 tonu olmasın ki?

Yalanın 50 tonu, aslında yalanın 50 çeşidi olarak da tanımlanabilir diye düşünüyorum, siz ne dersiniz?

Çok çeşitlidir çünkü yalanlar. İyisi de vardır, kötüsü de. Bile bile söyleneni de vardır yalanın, fark etmeden söylediklerimiz de. Bildiğimiz halde karşımızdakini üzmemek adına söylemediklerimiz de yalanın bir çeşididir bana göre, bilmeden atıp tuttuklarımız da. Abartı da bir yalandır birçok insana göre, içimizde tutup herkesten gizlediklerimiz de. Daha binlerce çeşit bulabiliriz yalan ile ilgili, ancak tek bir ortak nokta söyleyebiliriz her biri için; kırıcıdır yalan. Biz desek de seni üzmemek adına söylemiştim diye, aslında en acı gerçek bile daha hafiftir yalandan, daha az yakar insanın canını. Ne kadar yaksa da, zamanla geçer acısı. Ama yalanda öyle mi?

O şüphe, o kuşku hep kurcalar insanın kafasını. Hep bir yalan arar her sözün arkasında. Kimisinin güveni yerle bir olup bir daha asla güvenemezken insanlara, kimisi her seferinde düşer o ağa, bile bile ya da istemeden…

Ben söylemedim mi peki hiç yalan? Olur mu! İnsanım ben de, elbet söyledim, hem de defalarca. Bazen yalanın en saf haliydi beyazdı söylediğim yalanlar, bazen ilerlettim işi beji bile geçtim. Daha da koyu renkler oldu tabii olmaz mı hiç. Kırdım da sevdiklerimi, bazen bile bile… Ama hep üzülerek, içim bir cız ederek.

İnanır mısınız bazen de içerisinde buldum kendimi büyük bir yalanın. Söylemesi oldukça zor olan o yalanlar her seferinde yenisini doğurdu, ben deyim yumurta siz deyin matruşka misali…

Hepimizin vardır böyle hikayeleri, nasıl olmasın ki? Ama bir gün gelir ki söylenen yalanlar paramparça eder ya kalbinizi, işte o zaman bile asla vazgeçmeyin insanlardan, asla veda etmeyin insanlara olan güveninize bir köşe başında. Siz yalnızca yalanı öğrendiğiniz anda her şeye rağmen güçlü durabilmeyi görev edinin kendinize. Ve empati kurun onlarla. Hem o insanlarla hem de yalanlarıyla. Ve güveni değil de yalanı çıkartın hayatınızdan. Unutmayın ki en kötü gerçek, en güzel yalandan iyidir…

Geçen haftaki yazımı okumuş muydunuz? Okumayanlar için hemen söyleyeyim, tam da şu cümleyi kurmuştum sizlere:

‘Farklı konularda yazılar yazmaya karar verdiğimi belirtmek isterim.’

Evet tam da böyle söylemişim. Ne oldu da fikrim değişti dersiniz? İçimden geldi, bugün bu konu heyecanlandırdı beni. Affınıza sığınayım sözümü tutamadım belki, ama konu ne olursa olsun ben hep buralarda olacağım. Öyle ya da böyle….

Bazen duygularımı anlatan yazılarımla, bazen tavsiye film, müzik ve kitap listelerimle, bazen doğayı paylaşacağım yazılarımla, bazen ise bambaşka bir konuyla… Gizem hep burada sizinle. Ne zaman isterseniz benimle iletişime geçebileceğinizi de, yazılarımla ilgili düşünceleriniz üzerine konuşabileceğimizi de bu vesileyle bir kez daha dile getireyim o halde…

Ve haftaya buluşana kadar tatlılıklarla geçireceğiniz günler dileyerek bitireyim bugünkü yazımı da…

Sağlıklı ve huzurlu günlerde buluşmak dileğiyle…

İlginizi çekebilir: Aklımın ‘hayır’ dediği hiçbir şeye ‘evet’ dememeyi öğrendiğim gün

Gizem Okut
1986 yılında İstanbul'da doğdum ve Kıbrıslı'yım. 2010 yılında DAÜ'de Turizm ve Otel İşletmeciliği bölümünü bitirdikten sonra Londra'da moda yazarlığı da dahil olmak üzere moda ... Devam