Ben ben olmaya uzanan her dalımdan utandıkça kendime doladım uzayan kollarımı. Bir diğerine dolanma ihtimali olan her kolumu, kendi boynuma, kendi bacağıma sardım, nefes alamadım belki yine bir kat daha doladım. Sarmaladım tüm bedenimi kendi dallarımla.
Oysa ilişkilenmek demek, dallarını diğerinin koluna belki beline sarmaktı. Utancımdan ne ilişkilenebildim, ne de yaşayabildim kendime dolanıklığımda.
Aldığım nefes, açtığım çiçek, diğerinin gözüne değer, belki yeni açtığı çiçeğini gölgeler diye beklettim açmaya can atan tomurcuğumu.
Böylece vazgeçtim kendimden ben.
Diğerleri yeşerip, yollarında süzülürken, yollarına gölge etmemeye uğraşırken.
Oysa bilemedim, doğal olan oyun, birbirine gölge edip, birbiriyle çarpışmanın dansını yapmaktı.
Bu yüzden ayrık kaldım ilişkilerden, çünkü hep uzak mesafelerde birbirini izlerken yukarı doğru uzamayı doğru buldum ben.
Diğerini etkilemeyen, yarışa girmediğim tek yol buydu çünkü, göz önünde olmadığım tek yol.
Yalnızlığım, benim diğerlerine yaşama şansı verdiğim tek yöndü.
Böylelikle öldüm ben, diğerlerine değmemek için kendime dolana dolana, bu dolanıklıkta kendimi tuta tuta…
Bir ceza gibi, ebedi bir razı geliş…
Varlığımdan duyduğum utanç, büyüdüğümde diğerlerine bıraktığım alanı korumak için kendimi kapılarına gardiyan etti.
Ne boyum başlarından bir santim daha uzun oldu onların, ne de gövdem az daha kalınlaştı. Her daim onlardan kısa, onlardan ince kaldım.
Asla haddimi aşmadım, haddim onların büyüme sınırına, keyiflerine eşti.
Bir dalım öyle fütursuzca uzasa bile, alır dolardım kendime.
Yoksa benim ne haddime…
Siz geçin, ben ardınızdan gelirim.
O boynuz, o kulağı kerteriz alır siz hiç merak etmeyin!
Kimsenin suçu değil, kimsenin öğretisi değil.
Benim hayranlığım bu.
Benim aşkım.
Güzelliklerine duyduğum hayranlığım.
Kırgınlıklarına duyduğum acımam.
Güçlerine olan saygısızlığım.
Kaybetmeye dair korkaklığım.
Korkumdan sıyrılmaya çalıştıkça bıraktım açan çiçeklerimi. Dağılmış her yerden patlayan tomurcuklarımı. Diğerinin bahçesine uzanan dallarımı.
Dolanık dallarım açılırken, kırılıp çatladılar sırtlarındaki kabuklarından. Bazıları uzanmanın ne demek olduğunu çoktan unutmuş kalakaldılar yerlerinde. Ne uzadılar, ne kurudular. Öylece orada durdular.
Kolay olmadı, ama öğrendim dallarımı kendime dolamamayı…
İlk kez yan bahçede, belki daha da ileride bir bahçede, bir erik ağacının dallarına değdi yeni açılmış yeşil yaprağım. Güneşin ışığını yansıtırken coşkuyla, biraz da utancıyla içinden taşan, ilk defa kokusunu saldı doğmaya yüz tutmuş meyvesinin.
Ve ben de belki ilk defa, kokusunu duydum kendi meyvemin…
Böylece görünür oldum ben.
Böyle sevildim ve sevdim ben.
Kendi uzayan dalıma eşlik ederek, onun varlığını sayarak.
Her ağaç gibi, dallarım uzar benim, kah yeryüzüne, kah gökyüzüne.
Biri seninkine değer belki, biri bağımsız göklerde. Ben de seyre dalarım uzayan kollarımı, açan çiçeklerimi, kızaran meyvelerimi. O nereye uzarsa o kadar görünür, o kadar da görürüm. Gördükçe büyür, göründükçe çiçek açarım ben de her ağaç gibi…
İlginizi çekebilir: Yavaş yavaş ısıtılan suyun içinde, suyun ısındığını fark etmeden yaşayan kurbağalardık