Hiç kendinize karşı suç işlediniz mi? İnsan yalnızca başka birine ya da topluma karşı işlediği suç yüzünden mi kötü hisseder? Ya da sadece yaptıkları yüzünden mi suçludur?
Bazen öyle bir an gelir ki içimizde kendimizi kötü hissettirecek ama nedenini bilmediğimizi düşündüğümüz bir his belirir. Sanki üzerine düşünürsek, o duygunun bizi içine çekeceğinden ve oradan çıkamayacağımızdan korkarız. Bu nedenle uzaklaşmak isteriz o histen. Sanırız ki üzerine düşünmezsek, onu fark etmemiş gibi yaparsak çıkıp gider içimizden. O duyguyu alır derinlere iteriz. Üstüne kapılar kilitleriz. Var gücümüzle devam etmeye çalışırız kaldığımız yerden yaşamaya… Çünkü ilk bakışta her şey yolunda gibi gözükür gözümüze.
E işte bunu istiyorduk zaten, istediğimiz işti bu! Evlenmeyi istemiş, çocuk da yapmıştık… Herkesin evliliği böyle değil miydi zaten? Ya da özgürdük artık, e hani biz istemiştik ayrılmayı? Şimdi nereden çıkmıştı bizi sıkıştıran bu his de böyle! Yıllar sonra hayatımıza dönüp baktığımızda içimizde beliren duygu pişmanlık mıydı veya bir ses yeni bir yola mı çağırıyordu yoksa bizi? Yok, yok! Artık bu resmen şımarıklığın sesiydi. Onu duymamalıydık!
O ses, şımarıklığın sesi değil, “varoluşsal suçluluğun” sesi. İnsanın yolunu kaybettiği zamanlarda, hayatın başka anlamlara gebe kaldığı dönemlerde, insanı kendisine dönmeye çağıran, potansiyelini gerçekleştirmek için onu harekete geçirmeye çalışan, asıl amacı rehberlik etmek olan, olumlu, yapıcı bir ses.
“Varoluşsal suçluluk, insanın işlediği bir suçun sonucu değil. Tam tersine! İhmalden kaynaklanır. Hayatlarına yapmadıkları şey yüzünden kendini suçlu hissetmektir” der lrvin D. Yalom.
İşte bu “hayatlatına yapmadıkları ya da yapamadıkları şeyi” çekip derinlerden çıkarıp karşı karşıya gelebilmek terapinin bir amacı olabilir değişim adına. Horney, danışanları ona ne istediklerini bilmediklerini söylediğinde, “ Kendine sormayı düşündün mü hiç?” diye sorarmış.
İnsan, varlığının merkezinde kendini bilir ancak bunu inkar edebilir, kendi potansiyelini gerçekleştirmekten korkabilir, kendinden ve dünyasından sorumlu olduğu ve isterse değiştirme özgürlüğüne ve seçim yapma şansına sahip olduğu gerçeği ağır gelebilir. Neticede tüm bunların farkında olabilecek düzeydeyken bunu bilinç dışına itebilir. Bilinç dışına itilen ise orada öylece rahat durmaz. Yukarı çıkmak için zorlar, sonunda insan “nedenini bilmediğini söylediği kötü bir his” tanımlar. Ya da hayatta kendini başarısız, değersiz bulup kendini küçümser. Yaptıklarını önemsiz görür. Yaşamıyla ilgili pişmanlık duyguları gelir, gider. Boşa yaşanmış bir hayatı olduğunu düşünebilir. Kendini giderek ihmal eder, hatta feda etmiş gibi hissedebilir.
Terapi sırasında da yardımcı bir güçtür bu duyguları itiraf etmek, kendimizi gerçekten incelememize yardımcı olur. Kullanılmamış, içimizde yaşamadan kalmış hayatları keşfetmemize yardımcı olur. Kişinin olabileceği benliği ile olduğu arasındaki çatışmadan kaynaklanan sorunların çözülmesine yardımcı olur. Suçlu hissetmenin koşulsuz itirafı, sonuna kadar kapıları açtırır hayatımızda.
Kurtuluş, Kierkagaard’ın da dediği gibi “kendisi olmayı isteme”yi seçmesiyle gerçekleşir. Çünkü insan var olduğu sürece bunu kendine borçludur.
İlginizi çekebilir: Kendi sesinizi duyuyor musunuz: Arzularınızın size anlattığı çok şey var