Varoluşsal krizin görünen yüzü: Anksiyete
“Anksiyete sorunu birçok önemli sorunun bir araya toplandığı bir düğüm noktası ve çözümü tüm ruhsal varlığımıza ışık tutacak bir bulmacadır.” Sigmund Freud, 1936
Anksiyete (kaygı bozuklukları) günümüzde danışanların psikoterapiye gelme sebeplerinin başındadır. Panik nöbetleri, fobiler, takıntılar, travma sonrası stres, depresyon ve yetersizlik, anksiyetenin ortaya çıkma biçimleridir. Kierkegaard anksiyeteyi, yaşamın kaçınılmaz bir parçası olarak görür ve anksiyetenin benliğin dağılmasından ve anlamsızlıktan doğduğunu söyler. Goldstein’e göre anksiyetelerin ortak noktası, kişinin yeteneğiyle ondan beklenilenler arasındaki uyuşmazlıktır ve bu durum insanın kendini gerçekleştirmesini imkansız kılar. Varoluşçular ise anksiyeteyi, insanın kendi varoluş sorumluluğunu üstlenmede karşılaştığı güçlüklerle açıklamıştır.
Freud’a göre tüm davranışlar uyum yapmaya yöneliktir. O’na göre, ne kadar mantıksız görünürse görünsün hiçbir davranış rastlantı eseri olmaz ve organizmanın yaptığı her şey bir tür yaşamı sürdürme çabasıdır. Anksiyete, fiziksel ya da toplumsal çevreden gelen tehlikelere karşı bireyi uyarma, uyum sağlama ve yaşamı sürdürme ihtiyacından kaynaklanır. Freud’a göre anksiyete yaratabilecek nitelikteki dürtülere karşı kullanılan temel savunma mekanizması baskı (repression)dır ve bu mekanizma anksiyete yaratan unsurların bilinç dışında tutulmasını sağlar.
Doğum ilk anksiyetedir. Doğum anında yeterli savunma mekanizmasına sahip olmayan bebek çok sayıda uyaranla karşılaşır ve bu durumun yarattığı anksiyete sonraki yaşamındaki anksiyetelere ilk örnek olur. Dış dünyadaki gerçek tehdit durumlarında yaşanan gerçekçi anksiyete mantıklı ve anlaşılır olmasıyla nevrotik anksiyeteden ayrılır. Yaklaşan ve beklenen bir tehdit durumunda yaşanan gerçekçi anksiyetenin amacı, kendini korumak ve yaşamı sürdürmektir. Buna karşılık, nedeni belli olmayan bir stres tepkisi biçiminde yaşanan nevrotik anksiyete her zaman mantık dışıdır. Bazı uyaranlar anksiyete uyandıracak nitelikte olmamasına rağmen, çocukluğun ilk yıllarına ait hoş olmayan yaşantıları çağrıştırdıkları için anksiyete yaratabilirler. Çocuk büyürken anksiyeteye karşı bazı savunma mekanizmaları geliştirir ki bunlar alışkanlık haline gelerek sonraki yaşamda anksiyete yaratan her durumda yeniden ortaya çıkarlar.
Anksiyetede varoluşa yönelik tehdit vardır. Dış dünyadan gelebilecek saldırılar, engellenmeler, çelişkili istekler ve cezalandırılma korkusu gibi bir tehlikeyle karşılaşan Ego, tehlikeden kaçmak için kendine bir yol bulur. Bu nedenle anksiyete, tehlikeden kaçışın bir ifadesidir. İhtiyaç duyulan bir nesnenin çevrede olmaması, yaşamın sürdürülmesine yönelik bir tehdidin algılanması, suçluluk ya da utanç uyandıran durumlar, otoritenin onaylamayacağı veya kusursuzluğa yönelik beklentilere ters düşen düşünce ve davranışlar anksiyeteye sebep olurlar.
Güçlü olma, yükselme ve kontrol ihtiyacının fazlalılığı da kendini anksiyete olarak gösterir. Anksiyetenin merkezi olan yoğun çaresizlik duyguları, insanı düşman olarak gördüğü dünyaya karşı kendini korumak amacıyla saldırgan davranışlar geliştirmeye yöneltebilir. Böyle bir insanın davranışlarında sürekli diğerleriyle çatışma ve rekabet hakim olmaya başlar. Böyle biri için yumuşak görünmek zayıflıktır, duygular baskı altına alınmalı, sert, kararlı ve aşırı gerçekçi tutumlar geliştirilmelidir. Anksiyeteli kişi için bu noktada iki seçenek vardır: Ya diğerlerini kontrol altına alarak onları sindirecek, ya da insanlardan kopacak ve duygusal bir uzaklık ve soyutlanma içinde, bağımsız ve kendine yeten biri olmaya çalışacaktır. Hangi yol izlenirse izlensin, ortaya yapay bir kişilik çıkacak ve kişi gerçek benliğine yabancılaşacaktır.
Temel anksiyetemiz ölüm korkusudur. Çünkü hayatın amacı “hayatta kalmak”tır. Anksiyete, bütünlüğün tehdit altında olduğu ve bunun için yapacak hiçbir şeyin olmadığı inancıdır, çaresizliktir. Bütünlüğünü yitirip dağılma korkusu, aklını kaçırma korkusu, önemli birinin sevgi ve onayını yitirme korkusu, sevilen birini kaybetme korkusu, hepsi de anksiyete sebebidir. Kendini acımasızca eleştirmek, zihinsel baskı ve kuralcılık anksiyeteyi besler. Korkularla yüzleşmek, anlamlandırmak, sevecenlik, esneklik, destek ve anlayış ise anksiyetenin ilacıdır.
Varoluşsal anksiyete, kendin olma özgürlüğünün olmayışı, ölüm gerçeği ve anlamsızlıktır. Sadece bu dünyaya gelmiş olmak bile anksiyeteye sahip olma sebebidir. Ancak bazen anksiyetemiz yaşamımızı sürdürmeye engel olacak hale gelir ve işlevselliğimizi bozar. Bu durumda profesyonel yardım almak yerinde olacaktır. Destek almak için bana [email protected] üzerinden ulaşabilirsiniz. Barış ve güven dileğiyle.
İlginizi çekebilir: Depresyondan çıkmak için ayaklarının altına değil, yıldızlara bak
Kaynak: Psikodinamik Psikiyatri ve Normaldışı Davranışlar, Engin Geçtan, Metis Yayınevi