X

Varoluş bulantısı: Mutlak özgürlük, nedenlerimizden arındığımızda ortaya çıkabilir mi?

“Bulantı bırakmadı beni, kolay kolay bırakacağını da sanmıyorum. Ama bir dert gözüyle bakmıyorum ona artık. Benim için bir hastalık, bir hırçınlık nöbeti olmaktan çıktı: Bulantı benim çünkü.” –Jean-Paul Sartre (Bulantı)

Hayatın tadı kaçtıkça şairleşir bazılarımız; hafif hafif komedyenlik de gelir oturur çoğumuzun kimliğine. Peki ya bulantı? Hiç hissettiniz mi var olmanın dayanılmaz bulantısını? Ben sık sık hissedenlerdenim. Belki de bu yüzden Jean-Paul Sartre’ın ‘Bulantı’ romanının kahramanı olan Antoine Roquentin ile tanıştığımda, onunla dolaysızca anlaşabilmiştim. 

Antoine, kendi varlığından giderek daha fazla tiksinti duyan bir adamdır. Hayat onu sıktığından, o sadece zamanı bir şekilde geçirmeye çalışır. Örneğin, aç olmadığı halde vakit geçsin diye yemek yer. Yaptığı hiçbir şeyde coşku yaşamaz. Almaya devam ettiği kararlar onun edilgenliğine edilgenlik katmaktan başka bir işe yaramaz. Antoine’nin süreklileşmiş bulantısı hem kendisini, hem inanışlarını hem de onun hayata bakışını yeniden değerlendirmesine yol açar. Krizden önceki ve sonraki yaşamına bakılmasını kendimce hep gerekli görürüm. Bu yazıda da bulantılarımıza dair kısa bir yolculuğa çıkmayı teklif ediyorum sizlere.

Bulantı kelimesi, Sartre’ın 1938 tarihli romanı sayesinde, varoluşun verdiği acıyı tanımlayan temel bir terim haline gelir. Kahramanınız Antoine Roquentin, dünyayı tanımlamak için kullandığı tüm güzel kelimelerin altında, onu veya yaptığı hiçbir şeyi umursamayan, kaba, çıplak bir varoluş olduğunu fark ettiğinde hissettiği hastalığı tanımlar bu kelimeyle. Bize de ondan miras kalmıştır. 

Antoine’nin duygusal boyutta karşılaştığı çıkışsızlık, onu kim olduğunu tanımlayamaz hale getirir; varlığından ve deneyimlerinin gerçekliğinden şüphe duymasına neden olur. Kahramanımız kendine empoze ettiği izolasyonla birlikte deliliğin eşiğine gelir. Ama Jean-Paul Sartre şöyle güzel bir şey yapar ve yazdıklarıyla bu delilikten geçen yolun nasıl özgürleşmeye gidebileceğini de gösterir. 

Antoine öncesinde kendisinden çok diğer insanlara güvenen, kişisel olarak onları tanımasa bile başkalarının varlığıyla ve onayıyla kendi hayatını haklı çıkaran biridir. Bunları yapamadığında ise kendini mutsuz, hakları elinden alınmış ve sanki bir parçasını kaybetmiş gibi hisseder. Telafisi zor olan bir umutsuzluk ile boğuşur durur. Ne zaman ki geçmişten vazgeçmeyi ve varlığının anlamsızlığını kabul etmeyi seçer, işte tam da o zamanda diplerden yüzeye çıkışı başlar. Başkalarının hayatlarını inceleyerek ve kabul görmek için anlamsız ilişkilere girerek hayatını rasyonelleştirmek yerine, yeni bir şey yaratmayı ve kendi varoluş nedeni olmayı seçer. Umutsuzluktan sonra varoluşunda aktif bir rol üstlenmesi belki de aldığı en doğru karardır. Başkalarından gelen onaylamalara olan ihtiyacı gittikçe azalırken, neşe ve üretkenlik çoğalır kahramanımızın hayatında.  

Jean-Paul Sartre, karakterlerini yazarken bize yansımamızı gösterir. Hayata tam olarak sarılmadan, ona sadece katlanarak nasıl yaşadığımızı, kabullenilmiş ve onaylanmış olduğu için evlendiğimizi, gelişigüzel ebeveynlikler yaptığımızı hatırlatır. Çoğumuzun sadece bilgi ve deneyim topladığımızı, aynı hikayeleri bıkmadan usanmadan anlattığımızı, yaşadığımızı ve aslında hep geçmişte nefes aldığımızı anlatır. Bilgeliklerimizin, hayatlarımızı dolu dolu yaşamamızı engellediği ve bizleri geçmişe hapsettiği için gerçekte düşmanlarımız olduğunu söyler.

Jean-Paul Sartre ‘Bulantı’ romanını yazarken, kendisini 20. yüzyılın en ünlü filozoflarından biri yapacak felsefi fikirlerin bazılarını da keşfetmiştir. Bu kitaptaki öz, varoluşçuluk olarak bilinen felsefi yaklaşımın bir sonucudur.

Sartre’a göre, “Varoluş; belirlenmiş, şekillenmiş ve olup bitmiş bir durum değildir, kendisini ele verecek bir özden de yoksundur. Kavradığımızı sandığımız anda çoktan yeni bir biçime girmiştir bile. Varoluş, bu akışkan doğası içinden çıkarılıp tanımlanmaya, belirlenmeye, saptanmaya, bir bilgi, kavram ve kuram haline getirilmeye çalışıldığında kendine özgü doğasını da yitirecektir”.

En temel düzeyde ele alacak olursak varoluşçuluğun, dünyadaki tüm bilgilerin bireysel insan aracılığıyla filtrelendiğine inandığını söyleyebiliriz. Varoluşçuluk, evrenin insanların canlı olup olmadığını umursamadığına ve insanların, yaşamlarında dünyanın onlara asla veremeyeceği bir anlama ihtiyaç duymaları nedeniyle de lanetlendiğine inanır. Fark edeceğiniz üzere yüzeysel bir bakış açısıyla özetlediğim bu felsefi düşünce kulağa oldukça iç karartıcı gelebiliyor. 

“İnsan özgür olmaya mahkûmdur, zorunludur. Zorunludur, çünkü yaratılmamıştır. Özgürdür, çünkü yeryüzüne geldi mi, dünyaya atıldı mı bir kez, artık bütün yaptıklarından sorumludur.” -Jean-Paul Sartre

Romanın ve daha genel olarak Sartre’ın varoluşçuluğunun altında yatan temel unsur insan özgürlüğü meselesidir. Romanın bir bölümünde Roquentin kendi kendine şöyle der: “Artık özgürüm. Yaşamak için en ufak bir nedenim yok.” Roquentin aslında mutlak özgürlüğüyle karşı karşıya kaldığı için acı çeker. Hayat rastlantısal, gereksiz ve beklenmediktir ve de Roquentin dahil aslında hiç kimse özgür değildir. Bu durumun farkında olan tek kişi olmasına rağmen, bu bilgiden yararlanamaz. “O, yalnızca gerçekten özgür olmadığı anlamında ‘özgürdür’; o yalnızca gerçekten ölü olması anlamında ‘canlıdır’.”

Peki varoluş görünüşte bu kadar anlamsızsa ne yapmamız gerekir? Sartre’ın varoluş felsefesi insan özgürlüğüne ve insanın özgür iradesine inanır. “Bulantı” iç karartıcıdır ama aynı zamanda bizi varlığımıza bir anlam vermeye teşvik eder. Çünkü, mutlak özgürlüğümüzle yüzleşmeye ve aşağıdaki sorumlulukları kabul etme zorluğunu karşılamaya cesaret etmediğimiz sürece varoluşun bir anlamı yoktur. 

Varoluşçuluğa göre, derinlerde bir anlamı olmadığını bilsek bile, yaptığımız her şeye kendimizi adayarak ve harekete geçerek hayatımızı anlamlı kılmak bireyler olarak bizim sorumluluğumuzdur.

Bulantı’nın kahramanı Antoine gibi umutsuzluktan çıkmak da bizim sorumluluğumuzdur. O çıkış olarak kitap yazmayı seçmişti; belki ben bir atkı öreceğim, belki sen gidip bir çiçek ekeceksin…

Zihnimizi yoran ve bizi yaşamın saçmalıklarından geçici de olsa kurtaran her şey uzun vadede yaşamaya devam etmemize yardımcı olacak şeylermiş gibi duruyor. Tabii telefon eldeyken akan saatlerin bu kapsama girdiğini düşünmüyorum. Sonuçta orada var olmanın getirdiği sorumluluğa dair bir üretim yok. 

Bu yaklaşım aslında insanı oldukça canlandıran bir yöne sahip. Kendi anlamımızı oluşturduğumuz fikri, ‘Esaretin Bedeli’ filminden sık sık alıntılanan “Ya yaşamakla uğraşırsın ya da ölmekle” repliğinin verdiği hissi yaşatıyor. Bir anlam var… Ama onu kavramak bize kalmış.

Kaynaklar:

Jean-Paul Sartre:

İlginizi çekebilir: Kendini erteleyenler: Erteleme alışkanlığından kurtulmak için kendi panzehrinizi bulun

Şerife Günaydın Karaköse: Yazar Şerife Günaydın Karaköse, 1980 Adana doğumlu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Çağ Üniversitesi Özel Kamu Hukuku Yüksek Lİsansı'nı bitirmekle hukuk dünyasına girdi ve avukatlık mesleğine de halen devam ediyor. "Three", "The Shadow House","Happiest Hour","Uzaya Kaçan Küpe" ve "Keyfi Yanılsamalar" isimli kitapları hem Amazon hem de Barnes and Noble da online olarak yayımlandı. Yazarın denemelerini aktardığı www.allbyourselves.blogspot.com adlı bir blogu mevcut; aynı zamanda @mind_index Instagram profilinde de sanattan bilime, felsefeden psikolojiye kadar pek çok konu hakkında da içerik üretiyor.

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale