Vahşi kadının yolculuğu: Vahşi olanla tanışma
“Vahşi” çok gizemli bir kelime. Mistik ve çok derin bir enerjisi var insanı içine içine çeken. “Gel, yamacıma gel. Sana anlatacağım sırlar var dinle beni” der gibi.
Derin, kendinden emin ve büyülü bir ses bu. Doğadan geliyor gibi ve ancak doğadan gelebilir gibi.
İşte böylesine bir çekimle çıktım Kaz Dağları’na giden yola, Vahşi Kadın Kampı’na. (Vahşi Kadın Kampı –KARANLIĞIN BİLGELİĞİ, Vahşi Kadın Akademisi -Wild Woman Academy tarafından düzenlenen bir içsel keşif yolculuğudur)
Vahşi olmak, vahşi doğama kavuşmak… Kafamda binlerce fikir ve bedenimde hüzünlü, özlemli, tutkulu ve kanlı canlı bir duygu seli içinde heyecanlı ve meraklı bir şekilde kampa doğru yol aldım. Kampa ulaştığımda Didem Çivici karşıladı beni, Vahşi Kadın Akademisi’nin kurucusu.
Sıcacık bir “hoşgeldin” dedi. En derinlerime bakan güçlü iri siyah gözleri, dalgalı uzun saçları ve güneş yanığı teniyle bir peri kızına benziyordu. “Heyecanlıyım, güzel şeyler olacağını hissediyorum” dedim. Öyle de oldu. Kalbimin çağrısı beni hiç yanıltmaz, bu sefer de yanıltmadı. Muazzam deneyimler ve muhteşem anlarla dolu harika bir 6 gün geçirdik. Öğrendiklerimi ve keşfettiklerimi sizlerle paylaşmanın heyecanıyla hemen bilgisayarımın başına geçip yazmaya başladım…
Vahşi nedir?
Bu kelimeyi gördüğünüzde veya duyduğunuzda aklınıza Hollywood filmlerindeki canavarlardan öte fazla bir şey gelmiyorsa yalnız değilsiniz. Vahşi Kadın Kampı’na (Vahşi Kadın Akademisi çalışmasına) gittiğimi söylediğim tüm arkadaşlarım, hafif alaycı bir korkuyla baktılar bana. Gözlemlediğim kadarıyla birçoğumuz o filmlerin etkisindeyiz hala. Halbuki vahşi, bize saldırmayı bekleyen bir canavar değil o bizim kurtuluşumuz. Tüm mutsuzluğumuz, yorgunluğumuz, cansızlığımız ve kafa karışıklığımız vahşiden kopuşumuzdan. Ve vahşi özümüzle yeniden bağlantı kurabildiğimizde, bütünselliğimize yeniden kavuşabiliriz. Yani, kendimizi her halimizle görüp, kabul ettiğimiz o gerçek mutluluğa.
Didem’in tarifiyle vahşi; doğa ve kendi doğası ile bağ kurabilen, onu tanıyan ve onunla bağlantıda yaşamayı seçmiş olandır.
Vahşi öz ile nasıl tekrar bağlantıya geçeriz ?
Vahşi özümüzle bedenimiz ve duygularımız aracılığıyla yeniden bağlantıya geçebiliriz.
Yani, farkındalığımızın bir kısmını sürekli bedenimizde tutarak yaşamayı alışkanlık haline getirdiğimizde, “şu anda bedenimde ne oluyor? Çenem gevşek mi? Omuzlarım rahat mı? Bedenimi kasıyor muyum? Nefes alış verişim doğal (akışkan) mı?” sorularını gün içinde kendimize sormak farkındalığımızı bedenimize getirecek ve düzenli hale getirdikçe yaşamımızın kalitesini artıracak kadar kuvvetli bir çalışma olacaktır.
Beş duyumuzu geliştirdiğimizde…
Biz yaşamı beş duyu organımızla algılıyoruz. Duyularımız bizim alıcılarımız. Halbuki hızlı yaşamlarımız içinde duyularımızdan öylesine kopuğuz ki… Bakıyoruz ama gerçekten görüyor muyuz? Dokunuyor muyuz gerçekten? Ya kokular? En son kimi koklayarak öptünüz? Peki tat almayla aranız nasıl? Yemeklerinizi hızlı hızlı bedeninize tıkıp “önemli” ve “hayati” işlerinize mi gömülüyorsunuz yeniden? Peki ya işitme? Müzik, size sıkıldığınız için eşlik eden notalar diziminden öteye geçemiyor mu? Müzik dinlerken kendinden geçen biri gördüğünüzde bunu aptalca mı buluyorsunuz?
Hadi, bugün kendinize muhteşem bir akşam yemeği hazırlayın. Her malzemesini gidip kendi ellerinizle seçin, yavaş yavaş onları hissede hissede yıkayın, doğrayın. Kulaklarınızdan hücrelerinize sızacak bir müzik seçin ve izin verin aksın tüm bedeninizde. Musluktan akan suyun sesi müziğe eşlik etsin. Yavaş yavaş pişsin kırmızı alevde. Saatler sürecek olsa da bırakın o malzemeler de yaşasın birlikte, başka bir şeye dönüşmenin hazzını ve bir insan bedeninde can bulacak olmanın heyecanını. Çok yavaşça söndürün ocağı ve tabağınızı alıp müziğin ritmiyle dans eder gibi yürüyün yemek masasına. Her bir kaşığınızı koklayarak ve aynı yavaşlığı sürdürerek götürün ağzınıza. Hangi kokuları alıyorsunuz? Gözünüzde neler canlanıyor? Belki eski bir eve götürdü bu koku sizi, tadı nasıl? Peki ya dokusu? Hissedebiliyor musunuz?
Böyle bir yemek deneyimi bir meditasyondan farksızdır. Duyularımızla ne kadar çok temasta olursak o kadar çok gelişirler. Duyularımızın gelişmesi yaşamı daha iyi duyumsamamızı sağlayacaktır. Bu da daha fazla yaşam, daha fazla haz demek.
Tahammül edemediklerimiz, aşık olduklarımız, imrendiklerimiz, sevdiklerimiz, sevmediklerimiz… Yaşamımızdaki tüm insanların, bizim bir aynamız olduğunu anlayıp, bizi zorlayan her deneyimin bir hazine barındırdığını görebildiğimizde ve bu farkındalığı ne olursa olsun sürdürebildiğimizde birçok şeyi daha iyi görmeye başlarız.
Elinize bir kalem kağıt alıp tahammül edemediğiniz, sevdiğiniz, sevmediğiniz, aşık olduğunuz, kıskandığınız, hayatınızda negatif veya pozitif olarak güçlü bir yer tutan insanları düşünmenizi ve onların sizi çıldırtan veya sizi onlara bağımlı kılan özelliklerini bu kağıda yazmanızı öneririm. Bazılarını daha yazarken fark edebilirsiniz. Bazılarını ise fark etmeniz yıllar alabilir. Zaman içinde başkalarında görüp olumlu veya olumsuz tepki verdiğiniz her şeyin kendi projeksiyonlarınız olduğunu keşfedeceksiniz.
Duygularımızdan kaçıp onları geçiştirmeye çalışmak yerine, duygularımızın içinde nefes alabilmeyi öğrenmek… Bu, zorlu bir beden egzersizi yaparken hocanın sürekli “nefes almayı unutmayın!” hatırlatması yapması gibidir. Aslında acı o hareketin içinde değildir. Nefes almayı kestiğimiz için beynimiz acil durum moduna geçip acı üretmeye başlar. Zorlu duygularımızın içinde kalmak da peş peşe 100 şınav çekmeye benzer. Acı duygudan kaynaklanmaz, gerçek duygu acının ardındadır. Ancak, acının ötesine geçebilecek kadar orada kaldığımızda duyguyu hissetmeye başlarız ve o zaman o duygunun bize vermek için getirdiği hediyeleri alabiliriz. Duygular hissedilmek ister diyor Didem, ve biz hissedene kadar yeniden ve yeniden acıyı geçmeyi öğrenmeliyiz.
Beden ile bağ kurabildiğimizde, özümüz, bizimle bedenimiz aracılığıyla iletişime geçer. Bedenimizde hissettiğimiz her acı ve hastalık özümüzün sesini duyurma ihtiyacıdır. Ancak biz modern hayatta bedeninden kopuk yaşayan canlılar olduğumuzdan, tükenmek bilmeyen bir mutsuzluk denizinde yüzer buluyoruz kendimizi. İşte, vahşi kadın çalışmalarının özü de bu; bedenimiz aracılığıyla yeniden özümüzle bağlantı kurmamıza yardımcı olmak.
Bedenimiz ile iletişime geçmemize yardımcı birçok yöntem var. Belirli periyotlarla ellerimizle yemek yemek, farkındalığımızın bir kısmını sürekli bedenimizde tutarak yaşamak, bedenimizde hissettiğimiz acı ve uyarıları dikkate alarak özümüzün hangi mesajı ile ilişkili olabileceği yönünde araştırmalar yapmak veya o acı ve uyarı üzerine meditasyon yaparak bize vermek istediği mesajı alabilmek gibi…
Kamp sırasında bunların yanı sıra kadın bedenine özel, beden ile iletişime geçebileceğimiz birçok araçla da tanıştık. Teknikler anlatıldığında biraz tuhaf ve biraz da ilginç geldi ama deneyimlediğimizde paha biçilmez kazanımlar elde ettiğimi söyleyebilirim. Yazı dizisinin ilerleyen bölümlerinde bu araçlara ayrıca değiniyor olacağım. Erkekler için de teknikler mevcut, ancak benim katıldığım kamp sadece kadınlara özel olduğundan kadın bedenine özel araçlara değindik. Didem, önümüzdeki dönemler için kadınlara özel kampların yanı sıra erkeklere özel ve karma kamplar planladıklarının da müjdesini verdi. Gelişmeleri takip etmek isterseniz Wild Woman Academy’nin web sitesini ziyaret etmenizi öneririm.
İlginizi çekebilir: Dişiliğinle hücresel seviyede buluşmak ister misin?