X

Üretkenlik mi, kişisel zaman mı: Pandeminin yarattığı kolektif travmanın içinde dengede kalabilmek

21.yüzyılın ilk pandemisi olarak bir anda tüm yaşantımızı ve alışkanlıklarımızı radikal şekilde değiştiren koronavirüs salgınında sosyal medyanın ve internet bloglarının en öne çıkan konularından biri de evde geçirdiğimiz zamanı nasıl değerlendirmemiz “gerektiği” oldu.

Yeni bir dil öğrenmek, bir müzik aleti çalmaya başlamak, meditasyon yapmak, sanal müzelerde kültür turları, kişisel gelişim eğitimleri, online dersler; her gün yoga eğitmenlerinden, psikologlardan, diyetisyenlerden, yaşam koçlarından gelen onlarca canlı yayın bildirimi… Yaşanan bu kaosun ve belirsizliğin ortasında kendinizi geliştirmek ve “kişisel gelişiminize” katkıda bulunmak için fırsat arayışında olmak size de biraz garip hissettirmiyor mu? Alanında uzman pek çok kişinin geçirdiğimiz bu zor zamanlarla başa çıkmak için gösterdiği çabayı, paylaşımı ve emeği tabii ki takdir etmek gerekiyor. Ancak içimize dönüp kendimizi gerçekleştirme yolunda yarışa girdiğimiz şu dönemde bir şeyleri gözden kaçırıyor olabilir miyiz?

Suçlu siz değilsiniz, alışkanlıklarınız

Salgın bir hastalık nedeniyle eve kapanmayı fırsat olarak görmemizin ve evde geçirdiğimiz her dakikanın tadını çıkarmaya çalışmamızın ardında çok değil, bundan yalnızca 3-4 hafta öncesine kadar hayatımızda var olan ve var olmaya da devam etmek isteyen alışkanlıklarımız var. Optimizasyon, özellikle büyük şehirlerde yaşayan ve sosyal yaşamı da dahil her dakikasını planlamaya alışmış olanlarımız için verimliliğin ve üretkenliğin en önemli gerekliliklerinden biri. Adet döngümüzden attığımız adımların sayısına kadar tüm alışkanlıklarımızı mobil uygulamalarla yönetiyoruz. En kaliteli uykuyu uyumak, en sağlıklı yemeği yemek, hatta kendimiz için en uygun partneri bulmak için, yani hayatımızı optimum düzeyde yaşayabilmek için sürekli bir yarış halindeyiz. Günlük alışkanlıklarımız çağlayarak akıp giden bir optimizasyon nehrinin üzerinde oradan oraya savrulup dururken, karantina dönemi kocaman bir kaya gibi o nehrin ortasına oturdu kaldı. Peki bundan sonrası için bizi neler bekliyor?

İlginizi çekebilir: Yeni bir alışkanlık kazanma süreci: Kendinize şefkat göstermeyi unutmayın

Pandeminin psikolojik etkileri: Sürüngen beynimiz ve kaç-savaş tepkisi

İtiraf edelim, virüsün Çin’de ilk görülmeye başladığı dönemlerde çoğumuz dünya üzerindeki 7 milyar insanla aynı düşünceleri paylaşıyorduk: “Bana bir şey olmaz.”, “Virüs bizi etkilemez zaten.”, “Bize gelmeden kısa sürede kontrol altına alınır.”… Ne kadar umursamaz ve sorumsuz bir düşünce şekli gibi görünse de insanoğlu, doğası gereği karşı karşıya kalmadığı sürece tehlikenin varlığını reddetme ve tehlikeyi görmezden gelerek günü kurtarma çabası içindedir. Tehlike kapıya dayandığında ise kontrol edilemez bir panik ve endişe duygusu içinde “Evden asla çıkmamalıyım.”, “Ellerimi 10 saniye daha yıkamalıyım.”, Bağışıklığımı güçlendirmeliyim.” gibi tıpkı sürüngen beynimizin ani bir tehlike karşısında verdiği kaç-savaş tepkilerine benzer tepkiler ortaya çıkmaya başlar.

Teknolojik imkanlara sahip şanslı bir azınlık ekranlarının karşısında çalışmaya devam ediyor olsa da pek çok insan için dünya “teknik olarak” durdu. Arkadaşlarımızla geçirdiğimiz eğlenceli hafta sonları, aile ziyaretleri, tiyatro, sinema, konser gibi toplu etkinlikler, keyifli akşam yemekleri derken artık evlerimizden dışarı adım bile atamayacak durumdayız. Evet, evlerimizden dışarı bir adım bile atamayacak kadar endişeliyiz, korkuyoruz, kaygılıyız. Harvard Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden Dr. Susan David, insanların oldukça yabancı oldukları ve ilk kez deneyimledikleri bir pandemiyle psikolojik olarak nasıl başa çıkabilecekleri konusunda, “Yaşanan bu sağlık krizinin üzücü sonuçları olabilir. Kronik stresle veya travmayla mücadele eden insanlar, bu süreçten gelişerek ve güçlenerek çıkacaklardır” diyor ve yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen “görece” iyimser bir tablo çiziyor.

Kabul etmemiz gereken tek gerçek, gerçekliğimizin değişmiş olması

Birkaç saniyeliğine zihninizden geçen tüm düşünceleri, tüm hislerinizi, gelecek kaygılarınızı, geçmişe dair pişmanlıklarınızı, ideal benliğinizi ve kişisel gelişiminizi bir kenara kaldırarak kendinize, insanlığa ve üzerinde yaşadığınız dünyaya bakın: Hem kolektif hem de bireysel olarak idrak ve kabul etmemiz gereken tek bir gerçek varsa o da, gerçekliğimizin yalnızca birkaç hafta içinde baştan aşağı değişmiş olduğu. Bundan çok değil yalnızca 3-4 hafta öncesine kadar birçoğumuz için sağlığın s’si bile gündem maddesi değilken ve eve belki de yalnızca uyumak için gidiyorken, birkaç haftalık yeni gerçekliğimizde fiziksel olarak sınırlanmış, sosyal olarak izole, geleceği belirsiz ve seçimleri ölümcül sonuçlar doğurabilecek bireyler olarak yeni dünya düzenine alışmaya çalışıyoruz.

Uzaktan bakınca koronavirüs ya da küresel bir salgın olması ihtimali o kadar da gerçekçi görünmüyordu; ancak hepimiz kendimizi bir anda distopik bir film karesinin içinde buluverdik. Dışarıda bizi bekleyen tehlikeli bir virüsün bilinçaltımızda tetiklediği varoluşsal sorgulamaların bir sonucu olarak da evde geçirdiğimiz karantina sürecini bir kişisel gelişim ve ideal benliğimize erişme fırsatı olarak değerlendirmeye çalışıyoruz. Ancak aynı zamanda kayıp, yas ve çevremizde olup bitenlerden kaynaklanan bir korku duygusuyla da çevrelenmiş durumdayız. Tüm bu duygular sanki hiç yokmuş gibi davranmak ya da inkar etmek, aslında yeni gerçekliği ve dolayısıyla da kendi benliğimizi inkar etmek anlamı taşıyor. İnsan olarak bize rahatsızlık veren, huzursuz ettiği için de arka plana atılmış ve işlenememiş tüm bu olumsuz duygularla başa çıkmanın ön koşuluysa bu duyguların var olduklarını, yani gerçekliklerini kabul edebilmek. Peki nasıl?

İlginizi çekebilir: Dünya değişiyor: Koronavirüs günlük alışkanlıklarımızı nasıl değiştirecek, geleceği nasıl etkileyecek?

Kayıp, yas ve korku üçgeninde kolektif bir travmayla başa çıkabilmek

Belki de tam şu an, hayatın “pause” tuşuna basmanın ve çabalamadan, biraz kendimizi çevremizde olup bitenin akışına bırakmanın zamanıdır. Yavaşlayarak, çırpınmayı bırakarak; trajedisiyle, kaybıyla, yasıyla, korkularıyla hayatın olağan ritmini yakalamanın, yaşamla senkronize olmanın zamanıdır. Kabul etsek de etmesek de tüm dünya olarak kolektif bir travmanın tam ortasındayız ve bu travmayı kabul ederek onunla yüzleşmek konusunda en azından şu aşamada pek de istekli değil gibiyiz. Peki yaşanan bu kolektif travmayı yavaş yavaş kabul etmeye ve onunla çalışmaya nereden başlayabiliriz?

Travmanın ve kronik stresin olumsuz etkilerini iyileştirmeye yönelik, beden merkezli psikobiyolojik bir yaklaşım olan Somatik Deneyimleme, travmanın çözümlenmesinde ilk olarak duygularla ve bu duyguların bedende yarattığı duyumsamalarla kalabilmenin önemini vurgular. Duygularınızı kendi deneyimlediğiniz haliyle, kendi kelimelerinizi kullanarak adlandırın ve bu duyguların bedeninizde yarattığı duyumsamaları fark edin. Duygularınızın ve duyumsamalarınızın farkına vardıktan ve kendi gerçekliğinizde onlara alan açtıktan sonra içinizden ne geliyorsa onu yapın.

Dans edin, yerlerde yuvarlanın, şarkı söyleyin, yazı yazın, heykel yapın, yastıkları yumruklayın, ağlayın… içinizden ne geliyorsa, bedeninizde olup bitenler dışarıda nasıl var olmak istiyorsa. Bazen bu olumsuz duygular baş edebileceğinizden çok daha yoğun, çok daha sancılı ve çok daha uzun süreli olabilir. Yardıma ihtiyacınız olduğunda güvendiğiniz bir arkadaşınızdan ya da bir uzmandan destek almaya çalışın. Bazen kısa süreliğine de olsa hiçbir şey yapmadan yalnızca kendinizle iletişimde olmayı ve içinize dönmeyi deneyimleyin. Mecbur olmadığınız sürece dikkatinizi ve odağınızı dağıtacak şeylerden uzaklaşın. Aynı noktalara takılıp kalmadan, olumsuz duygular girdabına kapılmadan duygularınızla ve düşüncelerinizle yüzleşebilecek psikolojik dayanıklılığa sahipseniz bu fırsatı sonuna kadar kullanın.

İlginizi çekebilir: Duygusal dayanıklılık nedir: Zor zamanların üstesinden nasıl gelinir?

Tüm dünya olarak üzüntü, korku, endişe, kaos ve belirsizlik gibi bazı ortak duyguları deneyimliyoruz ve tam da bu yüzden bu duyguları birlikte kucaklamamız ve onlara yer açmamız gerekiyor. Kendimizi daha iyi hissetmek için yapmaya çalıştığımız tüm aktiviteler kaygı ve korku duygumuzu bastırmak ve vaktimizi daha üretken, daha mutlu, daha huzurlu geçirmek için etkili araçlar olsalar da korona salgını gibi küresel bir problemin yarattığı kaygı ve endişeyle başa çıkmada kalıcı çözüm yolları değiller.

Psikolojik sağlığımızı koruyabilmek için anda kalarak endişe duygusuyla aramıza bir süreliğine olsa da mesafe koymamıza yardımcı olan, keyifli vakit geçirmemizi sağlayan kişisel gelişim aktivitelerine ve eğlenceli etkinliklere hayatımızda mutlaka yer vermeliyiz. Yaşamın bizi karşı karşıya getirdiği olumsuzluklarla baş edemediğimiz zamanlarda eğlenceli bir dizi izlemenin ya da en sevdiğimiz müziği açıp resim yapmanın kime ne zararı olabilir ki? Ancak daha fazla aktivite yapmanın ya da kendimizi daha fazla geliştirmenin bizi yaşanan problemin çözümüne daha fazla yaklaştırdığı algısına kapılarak bu durumu bir yarışa çevirmememiz gerekiyor.

Kendimizle ilgili hissettiklerimiz de dahil olmak üzere duygularımızı inkar etmek, bizi kendimizle ve parçası olduğumuz evrenle kurduğumuz gerçek bağlantıdan uzaklaştıracaktır. Üzerimizde etkisini doğrudan hissettiğimiz, ancak psikolojimiz üzerinde yarattığı etkileri henüz düşünüp değerlendirme fırsatı bulamadığımız bir salgın travmasının tam ortasındayken bir şeyler yapmak için her zamankinden fazla efor sarfetmek ve üretmek için kendimizi zorlamak her şeyden önce kendimize haksızlık. Bu nedenle kendinize karşı dürüst olun. İçinizde olan biten her şeyi tüm şefkatle kucaklayın ve kendinizi güvende hissettiğiniz sürece hissettiklerinizi başkalarıyla, içinizden geldiği gibi paylaşmaktan çekinmeyin. 

Kaynaklar:
Elephant Journal
The Bold Italic
Somatik Deneyimleme
PCMA
Self

Merve Dökmeci: Lisans ve yüksek lisans eğitimlerimi Boğaziçi Üniversitesi’nde tamamladım. Boğaziçi Üniversitesinde araştırma görevlisi olarak çalıştığım 4 yıl boyunca uzmanlık deneyimimi üniversitenin rehberlik ve psikolojik danışmanlık biriminde (BÜREM), bireysel danışmanlık ve grup çalışmaları ile edindim. Bu süreç zarfında sempozyum ve kongrelerin organizasyonunda, ve çeşitli bilimsel araştırma projelerinde yer aldım. Mindfulness Temelli Bilişsel Davranışçı Terapi ekolüne olan ilgim ve araştırmalarım sonucunda, öz şefkatin kişilerarası kabul-red ve duygusal tepkisellik arasındaki ilişkiye olan etkilerini incelediğim tezimle birlikte, yüksek lisans eğitimimi yüksek onur derecesiyle tamamladım. ODTÜ Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Doktora Programı’nda doktor adayı olarak bilimsel çalışmalarımı ve uzmanlık eğitimimi sürdürüyorum. Doktora eğitimimle birlikte Bilgi Üniversitesi’nde başlayan akademisyenlik yolculuğuma ise, MEF Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak devam ediyorum. Akademideki çalışmalarımın yanı sıra, kurucusu olduğum Uniqus Eğitim ve Psikolojik Danışmanlık merkezinde, beden farkındalığı ile travma çözümlemesi ve stres yönetimi üzerine psiko-biyolojik bir yaklaşım olan Somatik Deneyimleme’yi mindfulness pratiğime entegre ederek; bireylere psikolojik danışmanlık, kurumlara ise seminer ve eğitim destekleri veriyorum. Büyük bir heyecanla çalıştığım ruh sağlığı alanındaki bilgi birikimimi paylaşma merakımın ve yazmaya olan tutkumun beni 2013 yılında buluşturduğu Uplifers’ta, editör olarak ilgi duyduğum konularda araştırmaya, öğrenmeye ve paylaşmaya devam ediyorum.

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale