X

Üretkenlik mi, kişisel zaman mı: Pandeminin yarattığı kolektif travmanın içinde dengede kalabilmek

21.yüzyılın ilk pandemisi olarak bir anda tüm yaşantımızı ve alışkanlıklarımızı radikal şekilde değiştiren koronavirüs salgınında sosyal medyanın ve internet bloglarının en öne çıkan konularından biri de evde geçirdiğimiz zamanı nasıl değerlendirmemiz “gerektiği” oldu.

Yeni bir dil öğrenmek, bir müzik aleti çalmaya başlamak, meditasyon yapmak, sanal müzelerde kültür turları, kişisel gelişim eğitimleri, online dersler; her gün yoga eğitmenlerinden, psikologlardan, diyetisyenlerden, yaşam koçlarından gelen onlarca canlı yayın bildirimi… Yaşanan bu kaosun ve belirsizliğin ortasında kendinizi geliştirmek ve “kişisel gelişiminize” katkıda bulunmak için fırsat arayışında olmak size de biraz garip hissettirmiyor mu? Alanında uzman pek çok kişinin geçirdiğimiz bu zor zamanlarla başa çıkmak için gösterdiği çabayı, paylaşımı ve emeği tabii ki takdir etmek gerekiyor. Ancak içimize dönüp kendimizi gerçekleştirme yolunda yarışa girdiğimiz şu dönemde bir şeyleri gözden kaçırıyor olabilir miyiz?

Suçlu siz değilsiniz, alışkanlıklarınız

Salgın bir hastalık nedeniyle eve kapanmayı fırsat olarak görmemizin ve evde geçirdiğimiz her dakikanın tadını çıkarmaya çalışmamızın ardında çok değil, bundan yalnızca 3-4 hafta öncesine kadar hayatımızda var olan ve var olmaya da devam etmek isteyen alışkanlıklarımız var. Optimizasyon, özellikle büyük şehirlerde yaşayan ve sosyal yaşamı da dahil her dakikasını planlamaya alışmış olanlarımız için verimliliğin ve üretkenliğin en önemli gerekliliklerinden biri. Adet döngümüzden attığımız adımların sayısına kadar tüm alışkanlıklarımızı mobil uygulamalarla yönetiyoruz. En kaliteli uykuyu uyumak, en sağlıklı yemeği yemek, hatta kendimiz için en uygun partneri bulmak için, yani hayatımızı optimum düzeyde yaşayabilmek için sürekli bir yarış halindeyiz. Günlük alışkanlıklarımız çağlayarak akıp giden bir optimizasyon nehrinin üzerinde oradan oraya savrulup dururken, karantina dönemi kocaman bir kaya gibi o nehrin ortasına oturdu kaldı. Peki bundan sonrası için bizi neler bekliyor?

İlginizi çekebilir: Yeni bir alışkanlık kazanma süreci: Kendinize şefkat göstermeyi unutmayın

Pandeminin psikolojik etkileri: Sürüngen beynimiz ve kaç-savaş tepkisi

İtiraf edelim, virüsün Çin’de ilk görülmeye başladığı dönemlerde çoğumuz dünya üzerindeki 7 milyar insanla aynı düşünceleri paylaşıyorduk: “Bana bir şey olmaz.”, “Virüs bizi etkilemez zaten.”, “Bize gelmeden kısa sürede kontrol altına alınır.”… Ne kadar umursamaz ve sorumsuz bir düşünce şekli gibi görünse de insanoğlu, doğası gereği karşı karşıya kalmadığı sürece tehlikenin varlığını reddetme ve tehlikeyi görmezden gelerek günü kurtarma çabası içindedir. Tehlike kapıya dayandığında ise kontrol edilemez bir panik ve endişe duygusu içinde “Evden asla çıkmamalıyım.”, “Ellerimi 10 saniye daha yıkamalıyım.”, Bağışıklığımı güçlendirmeliyim.” gibi tıpkı sürüngen beynimizin ani bir tehlike karşısında verdiği kaç-savaş tepkilerine benzer tepkiler ortaya çıkmaya başlar.

Teknolojik imkanlara sahip şanslı bir azınlık ekranlarının karşısında çalışmaya devam ediyor olsa da pek çok insan için dünya “teknik olarak” durdu. Arkadaşlarımızla geçirdiğimiz eğlenceli hafta sonları, aile ziyaretleri, tiyatro, sinema, konser gibi toplu etkinlikler, keyifli akşam yemekleri derken artık evlerimizden dışarı adım bile atamayacak durumdayız. Evet, evlerimizden dışarı bir adım bile atamayacak kadar endişeliyiz, korkuyoruz, kaygılıyız. Harvard Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden Dr. Susan David, insanların oldukça yabancı oldukları ve ilk kez deneyimledikleri bir pandemiyle psikolojik olarak nasıl başa çıkabilecekleri konusunda, “Yaşanan bu sağlık krizinin üzücü sonuçları olabilir. Kronik stresle veya travmayla mücadele eden insanlar, bu süreçten gelişerek ve güçlenerek çıkacaklardır” diyor ve yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen “görece” iyimser bir tablo çiziyor.

Kabul etmemiz gereken tek gerçek, gerçekliğimizin değişmiş olması

Birkaç saniyeliğine zihninizden geçen tüm düşünceleri, tüm hislerinizi, gelecek kaygılarınızı, geçmişe dair pişmanlıklarınızı, ideal benliğinizi ve kişisel gelişiminizi bir kenara kaldırarak kendinize, insanlığa ve üzerinde yaşadığınız dünyaya bakın: Hem kolektif hem de bireysel olarak idrak ve kabul etmemiz gereken tek bir gerçek varsa o da, gerçekliğimizin yalnızca birkaç hafta içinde baştan aşağı değişmiş olduğu. Bundan çok değil yalnızca 3-4 hafta öncesine kadar birçoğumuz için sağlığın s’si bile gündem maddesi değilken ve eve belki de yalnızca uyumak için gidiyorken, birkaç haftalık yeni gerçekliğimizde fiziksel olarak sınırlanmış, sosyal olarak izole, geleceği belirsiz ve seçimleri ölümcül sonuçlar doğurabilecek bireyler olarak yeni dünya düzenine alışmaya çalışıyoruz.

Uzaktan bakınca koronavirüs ya da küresel bir salgın olması ihtimali o kadar da gerçekçi görünmüyordu; ancak hepimiz kendimizi bir anda distopik bir film karesinin içinde buluverdik. Dışarıda bizi bekleyen tehlikeli bir virüsün bilinçaltımızda tetiklediği varoluşsal sorgulamaların bir sonucu olarak da evde geçirdiğimiz karantina sürecini bir kişisel gelişim ve ideal benliğimize erişme fırsatı olarak değerlendirmeye çalışıyoruz. Ancak aynı zamanda kayıp, yas ve çevremizde olup bitenlerden kaynaklanan bir korku duygusuyla da çevrelenmiş durumdayız. Tüm bu duygular sanki hiç yokmuş gibi davranmak ya da inkar etmek, aslında yeni gerçekliği ve dolayısıyla da kendi benliğimizi inkar etmek anlamı taşıyor. İnsan olarak bize rahatsızlık veren, huzursuz ettiği için de arka plana atılmış ve işlenememiş tüm bu olumsuz duygularla başa çıkmanın ön koşuluysa bu duyguların var olduklarını, yani gerçekliklerini kabul edebilmek. Peki nasıl?

İlginizi çekebilir: Dünya değişiyor: Koronavirüs günlük alışkanlıklarımızı nasıl değiştirecek, geleceği nasıl etkileyecek?

Kayıp, yas ve korku üçgeninde kolektif bir travmayla başa çıkabilmek

Belki de tam şu an, hayatın “pause” tuşuna basmanın ve çabalamadan, biraz kendimizi çevremizde olup bitenin akışına bırakmanın zamanıdır. Yavaşlayarak, çırpınmayı bırakarak; trajedisiyle, kaybıyla, yasıyla, korkularıyla hayatın olağan ritmini yakalamanın, yaşamla senkronize olmanın zamanıdır. Kabul etsek de etmesek de tüm dünya olarak kolektif bir travmanın tam ortasındayız ve bu travmayı kabul ederek onunla yüzleşmek konusunda en azından şu aşamada pek de istekli değil gibiyiz. Peki yaşanan bu kolektif travmayı yavaş yavaş kabul etmeye ve onunla çalışmaya nereden başlayabiliriz?

Travmanın ve kronik stresin olumsuz etkilerini iyileştirmeye yönelik, beden merkezli psikobiyolojik bir yaklaşım olan Somatik Deneyimleme, travmanın çözümlenmesinde ilk olarak duygularla ve bu duyguların bedende yarattığı duyumsamalarla kalabilmenin önemini vurgular. Duygularınızı kendi deneyimlediğiniz haliyle, kendi kelimelerinizi kullanarak adlandırın ve bu duyguların bedeninizde yarattığı duyumsamaları fark edin. Duygularınızın ve duyumsamalarınızın farkına vardıktan ve kendi gerçekliğinizde onlara alan açtıktan sonra içinizden ne geliyorsa onu yapın.

Dans edin, yerlerde yuvarlanın, şarkı söyleyin, yazı yazın, heykel yapın, yastıkları yumruklayın, ağlayın… içinizden ne geliyorsa, bedeninizde olup bitenler dışarıda nasıl var olmak istiyorsa. Bazen bu olumsuz duygular baş edebileceğinizden çok daha yoğun, çok daha sancılı ve çok daha uzun süreli olabilir. Yardıma ihtiyacınız olduğunda güvendiğiniz bir arkadaşınızdan ya da bir uzmandan destek almaya çalışın. Bazen kısa süreliğine de olsa hiçbir şey yapmadan yalnızca kendinizle iletişimde olmayı ve içinize dönmeyi deneyimleyin. Mecbur olmadığınız sürece dikkatinizi ve odağınızı dağıtacak şeylerden uzaklaşın. Aynı noktalara takılıp kalmadan, olumsuz duygular girdabına kapılmadan duygularınızla ve düşüncelerinizle yüzleşebilecek psikolojik dayanıklılığa sahipseniz bu fırsatı sonuna kadar kullanın.

İlginizi çekebilir: Duygusal dayanıklılık nedir: Zor zamanların üstesinden nasıl gelinir?

Tüm dünya olarak üzüntü, korku, endişe, kaos ve belirsizlik gibi bazı ortak duyguları deneyimliyoruz ve tam da bu yüzden bu duyguları birlikte kucaklamamız ve onlara yer açmamız gerekiyor. Kendimizi daha iyi hissetmek için yapmaya çalıştığımız tüm aktiviteler kaygı ve korku duygumuzu bastırmak ve vaktimizi daha üretken, daha mutlu, daha huzurlu geçirmek için etkili araçlar olsalar da korona salgını gibi küresel bir problemin yarattığı kaygı ve endişeyle başa çıkmada kalıcı çözüm yolları değiller.

Psikolojik sağlığımızı koruyabilmek için anda kalarak endişe duygusuyla aramıza bir süreliğine olsa da mesafe koymamıza yardımcı olan, keyifli vakit geçirmemizi sağlayan kişisel gelişim aktivitelerine ve eğlenceli etkinliklere hayatımızda mutlaka yer vermeliyiz. Yaşamın bizi karşı karşıya getirdiği olumsuzluklarla baş edemediğimiz zamanlarda eğlenceli bir dizi izlemenin ya da en sevdiğimiz müziği açıp resim yapmanın kime ne zararı olabilir ki? Ancak daha fazla aktivite yapmanın ya da kendimizi daha fazla geliştirmenin bizi yaşanan problemin çözümüne daha fazla yaklaştırdığı algısına kapılarak bu durumu bir yarışa çevirmememiz gerekiyor.

Kendimizle ilgili hissettiklerimiz de dahil olmak üzere duygularımızı inkar etmek, bizi kendimizle ve parçası olduğumuz evrenle kurduğumuz gerçek bağlantıdan uzaklaştıracaktır. Üzerimizde etkisini doğrudan hissettiğimiz, ancak psikolojimiz üzerinde yarattığı etkileri henüz düşünüp değerlendirme fırsatı bulamadığımız bir salgın travmasının tam ortasındayken bir şeyler yapmak için her zamankinden fazla efor sarfetmek ve üretmek için kendimizi zorlamak her şeyden önce kendimize haksızlık. Bu nedenle kendinize karşı dürüst olun. İçinizde olan biten her şeyi tüm şefkatle kucaklayın ve kendinizi güvende hissettiğiniz sürece hissettiklerinizi başkalarıyla, içinizden geldiği gibi paylaşmaktan çekinmeyin. 

Kaynaklar:
Elephant Journal
The Bold Italic
Somatik Deneyimleme
PCMA
Self

Merve Dökmeci: Lisans ve yüksek lisans eğitimlerimi Boğaziçi Üniversitesi’nde tamamladım. Boğaziçi Üniversitesinde araştırma görevlisi olarak çalıştığım 4 yıl boyunca uzmanlık deneyimimi üniversitenin rehberlik ve psikolojik danışmanlık biriminde (BÜREM), bireysel danışmanlık ve grup çalışmaları ile edindim. Bu süreç zarfında sempozyum ve kongrelerin organizasyonunda, ve çeşitli bilimsel araştırma projelerinde yer aldım. Mindfulness Temelli Bilişsel Davranışçı Terapi ekolüne olan ilgim ve araştırmalarım sonucunda, öz şefkatin kişilerarası kabul-red ve duygusal tepkisellik arasındaki ilişkiye olan etkilerini incelediğim tezimle birlikte, yüksek lisans eğitimimi yüksek onur derecesiyle tamamladım. ODTÜ Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Doktora Programı’nda doktor adayı olarak bilimsel çalışmalarımı ve uzmanlık eğitimimi sürdürüyorum. Doktora eğitimimle birlikte Bilgi Üniversitesi’nde başlayan akademisyenlik yolculuğuma ise, MEF Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak devam ediyorum. Akademideki çalışmalarımın yanı sıra, kurucusu olduğum Uniqus Eğitim ve Psikolojik Danışmanlık merkezinde, beden farkındalığı ile travma çözümlemesi ve stres yönetimi üzerine psiko-biyolojik bir yaklaşım olan Somatik Deneyimleme’yi mindfulness pratiğime entegre ederek; bireylere psikolojik danışmanlık, kurumlara ise seminer ve eğitim destekleri veriyorum. Büyük bir heyecanla çalıştığım ruh sağlığı alanındaki bilgi birikimimi paylaşma merakımın ve yazmaya olan tutkumun beni 2013 yılında buluşturduğu Uplifers’ta, editör olarak ilgi duyduğum konularda araştırmaya, öğrenmeye ve paylaşmaya devam ediyorum.

Aldığımız iki nefesten biri denizden: #MaviNefesProjesi

Denizler, gezegenimizin kalbinde atan en önemli yaşam kaynakları. Sadece tatil rotalarını ya da en şahane manzaraları süslemekle kalmayan bu su ve hayat kaynaklarımız, gezegenimizin dengesi ve canlı yaşamlarının devamı için de kritik bir rol sahibi. Çünkü, ihtiyaç duyduğumuz oksijenin yarısından fazlası denizlerden geliyor. Ancak, denizlerimizin karşı karşıya olduğu tehditler, ekosistemin geleceğini tehlikeye atıyor.



İklim değişikliği, çevre kirliliği, insan müdahaleleri, plastik atıklar, petrol sızıntıları veya müsilaj gibi pek çok faktör, denizleri kirletmekle kalmıyor geleceğimizi de adım adım yok etmeye başlıyor. Çünkü denizlerdeki kirlilik, hem denizdeki hem de karadaki canlı yaşamını tehdit ediyor ve ekosistemin dengesini bozarak gezegenimizin geleceğinden çalıyor.

Denizlerimizin ve gezegenimizin karşı karşıya olduğu tehditler karşısında sessiz kalmayan Garanti BBVA, DenizTemiz Derneği/TURMEPA iş birliğiyle sürdürdüğü Mavi Nefes Projesi ile bu yıl da denizlerimize, yani yaşam kaynağımıza, sahip çıkıyor. Mavi Nefes Projesi, başta plastikler olmak üzere deniz çöplerinin toplanmasına ve deniz ekosisteminin korunmasına katkı sağlıyor ve denizlerimizdeki oksijen kaynakları olan deniz çayırlarını ve mercanları çoğaltıyor.

“Dünyaya iyi bakıyoruz, geleceğe iyi bakıyoruz.”

“Dünyaya iyi bakıyoruz, geleceğe iyi bakıyoruz.” misyonuyla yola çıkan Garanti BBVA, DenizTemiz Derneği/ TURMEPA ile birlikte hem deniz kirliliğini azaltmak hem de denizlerdeki biyoçeşitliliği korumak ve deniz ekosistemini rehabilite etmek için uzun soluklu bilimsel koruma ve izleme çalışmaları yürütüyor.

Mavi Nefes Projesi kapsamında Eylül 2021-Haziran 2024 döneminde Marmara Denizi, Adrasan ve Van Gölü’nde yaklaşık 200 bin kişinin günlük üretimine eşit 230 ton katı ve sıvı atık toplandı, uygun olan atıkların geri dönüşüme kazandırılması içinse çalışmalar sürüyor.



Projenin eğitim ayağında ise deniz temizliği konusundaki farkındalığı artırmak amacıyla ortaokul öğrencilerine ve öğretmenlerine denizlerin önemi, deniz ekosisteminin korunması ve sürdürülebilir su kaynakları için bireysel sorumluluklar konularında eğitimler veriliyor. Mavi Nefes Eğitim Otobüsü ve çevrim içi eğitimlerle 3 yıl boyunca 8 ilde yaklaşık 80 bin öğrenciye ulaşıldığı biliniyor.

Bu başarılı iş birliği, hem denizlerimize hem de gezegenimize hayat verirken; temiz denizlerin, sağlıklı ve uzun ömürlü bir yaşamın temelini olduğunu da bir kez daha bizlere hatırlatıyor. Denizlerdeki deniz çayırlarını ve mercanları koruyup çoğaltmak için çalışmaların sürdürüldüğü Mavi Nefes Projesi sayesinde “aldığımız iki nefesten biri denizden” diyen Garanti BBVA, DenizTemiz Derneği/ TURMEPA ile tertemiz ve sağlıklı yarınların kapısını aralıyor. Bu başarılı iş birliğinden ilham alarak geleceğimizden çalmak yerine geleceğimizi korumak için çalışmak ve denizlerin yaşam kaynağımız olduğunu her an hatırlamak ve hatırlatmak, hepimizin yarınlarımıza yapacağımız en büyük yatırım.

*Bu yazı Garanti BBVA katkılarıyla hazırlanmıştır.



Orkid, “Sporla Güçlen” projesine verdiği destekle kız çocuklarının geleceğine ışık tutuyor

Bir kız çocuğu düşünün: Günün ilk ışıklarıyla birlikte koşuya çıkan, her sabah elinde topuyla antrenman yapan, büyük bir hevesle hem bedenini hem de zihnini beslemek için yıllarca gönül verdiği spor dalı uğruna çalışmaya devam eden ve uzun yıllar sonra gözlerinden ışıklar saçarak ilk kupasını milyonların önünde havaya kaldıran… Ne harika bir tablo, öyle değil mi?



Toplumun her köşesinde, binlerce kız çocuğu bu anı yaşamayı hak ediyor. Ancak, ne yazık ki birçoğu için spor; erişilmesi çok güç bir lüks, uzak bir hayal gibi kalıyor hayatları boyunca. Oysa spor, sağlığın, özgüvenin, azmin, başarının, kararlılığın, istikrarın temellerini atan, kız çocuklarının güçlü bireyler olarak yetişmesine katkı sağlayan en önemli araçlardan biri. Bu önemin farkında olan ve kız çocuklarını spor yoluyla güçlendirmek isteyen Orkid, Watsons iş birliği ile Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nin (TMOK) Diyarbakır, Gaziantep ve Şanlıurfa’da yürüttüğü “Sporla Güçlen” projesine destek veriyor.

Geleceğe atılan adımlar: Kız çocukları, ‘sporla güçleniyor’

Türkiye’de kadınları ilk kez hijyenik pedle buluşturan P&G’nin kadın bakım markası Orkid, 45 yılı aşkın süredir dünyadaki tüm kadınların hayatını kolaylaştırmak, onları her alanda desteklemek için imza attığı çalışmalarına bir yenisini daha ekleyerek “Sporla Güçlen” projesiyle kız çocuklarının yanında oluyor.

Kız çocuklarına sporla yeni yollar açmayı ve kız çocuklarının geleceğini aydınlatmayı hedefleyen Orkid, yürüttüğü bu iş birliğiyle kız çocuklarının eğitim ve spor yaşamlarını desteklemeyi, onların fiziksel, zihinsel ve sosyal gelişimlerine katkı sağlamayı amaçlıyor. Kız çocuklarının hayatta karşılaşacakları tüm zorluklar karşısında çok daha güçlü durmalarını sağlayan, onların bütüncül gelişimini desteklerken duygusal dayanıklılık kazanmalarına da zemin hazırlayan sporun gücü, yadsınamayacak kadar fazla. Öyle ki; Orkid’in, İpsos ile Türkiye genelinde gerçekleştirdiği araştırmaya göre; ergenlik döneminde spor yapan kadınların %77’si, sporun bugün oldukları kişi olmalarına yardımcı olduğunu belirtiyor. Dahası, yapılan bu araştırmaya göre; ergenlik döneminde spor yapan kızlar, istedikleri kişi olmalarına yardımcı olabilecek özgüven ve becerileri sporla kazanıyor.

Buna rağmen genç kızların neredeyse yarısının düzenli spor yapmadığı sonucuna ulaşan Orkid, TMOK ve Watsons iş birliği ile kız çocuklarının sporla güçlenmesi için onların yanında yer alıyor. Kız çocuklarının hem eğitimlerine hem de spora devam etmelerine yönelik gerekli spor malzemelerinin temin edilmesini destekleyen Sporla Güçlen projesi ile Diyarbakır, Gaziantep ve Şanlıurfa’da bulunan okullardaki kız öğrenciler dönem boyunca badminton, basketbol ve voleybol dallarında eğitim alıyor.



Kadınların daha özgüvenli olmasını destekleyen ve spor ile olan bağlarını güçlendirmeye odaklanan bir marka olarak Orkid, hiçbir kız çocuğunun bu haklarından mahrum kalmaması için çalışıyor. Bu sayede geleceğin sağlıklı, özgüvenli, başarılı ve belki de milli sporcuları bugünden yetişmeye başlıyor. Gelecek nesillerin hayallerine ulaşmalarına yardımcı olmak için onların yanında olmaya ve onları cesaretlendirmeye devam eden Orkid, kız çocuklarına yeterli imkan sağlandıkça daha eşit ve aydınlık yarınların mümkün olduğuna inanıyor.

Kız çocuklarını genç yaşta sporla tanıştırarak onların kendi potansiyellerini keşfetmelerine olanak tanıyan bu projenin ve başta Orkid ile Watsons olmak üzere projenin tüm destekçilerinin ülkemize ve dünyaya ilham olması, kız çocuklarının ışıl ışıl bir geleceğe doğru çok daha emin adımlarla yürümesi hepimizin en büyük temennisi.

Güçlü kadınlar, güçlü yarınlar için, #SporlaGüçlen projesine destek veren Orkid ürünlerini Watsons’ta keşfetmek için tıklayın.

*Bu yazı Orkid katkılarıyla hazırlanmıştır.



Sofralarda sürdürülebilir şıklığın yeni adı: Porland Re-Gen

Doğaya olan etkimiz, her gün attığımız adımlarla yeniden şekilleniyor. Günlük yaşamımızda aldığımız kararlar, tüketim alışkanlıklarımız ve yaşam tarzımız, doğa üzerinde hiç silinmeyecek izler bırakıyor, üstelik bu izler günden güne daha da derinleşiyor. Ulaşım tercihlerimizden yeme-içme alışkanlıklarımıza, satın aldığımız ürünlerden şehir hatta ülke dışından verdiğimiz siparişlere kadar hayatımızın her alanında karşımıza çıkan bu etki, yani karbon ayak izimiz, aynı zamanda günlük yaşamda kullandığımız eşyalarla da yakından ilişkili. Ne yediğimiz, ne içtiğimiz kadar yediklerimizi-içtiklerimizi nasıl tükettiğimiz de karbon ayak izimiz üzerinde etki sahibi.



Bu durumun farkında olan ve çevre bilinciyle hareket eden Porland, kırık porselenleri yeniden hayata döndüren Re-Gen Koleksiyonu ile sürdürülebilirlik anlayışını bir adım daha ileriye taşıyor ve dünyada bir ilke imza atıyor. Dünyaya karşı sorumluluk ilkesini odağına alarak üretim süreçlerini yürüten Porland, bu yenilikçi adımıyla bize de gezegenimize olan sorumluluklarımızı bir kez daha hatırlatıyor. İklim krizine karşı geliştirdiği iş modeli sayesinde çevre dostu üretim ve sıfır atık felsefesini benimseyen vizyoner marka, Re-Gen Koleksiyonu ile hem sofraları iyi tasarımla buluşturuyor hem de daha sürdürülebilir bir dünya için yeni şanslar yaratıyor.

Kırık porselenlerden geleceğe: Daha sürdürülebilir bir dünya

Re-Gen ile artık kırık porselenler, sıradan bir atık olmaktan çıkıyor ve yeniden işlenerek hem doğaya hem insana hem de gezegenimize dost bir anlayışı temsil ediyor. Doğayla her şekilde uyumlu, sosyal açıdan faydalı, toplumsal olarak kapsayıcı ve kültürel bağlamda sürdürülebilir bir yaklaşımın öncüsü olan Re-Gen Koleksiyonu, ayrıca tamamen doğal bileşenlerle üretildiği için bakteri ve mikrop barındırmıyor. Dayanıklı ve uzun ömürlü olmasının yanı sıra sağlıklı bir kullanım deneyimi de sunuyor.

Böylece, koleksiyonda yer alan her bir parça sadece bir tabak ya da kupa olmaktan öte, doğaya saygılı ve sürdürülebilir bir yaşam döngüsünün parçası haline geliyor ve gezegenimize olan borcumuzu ödeme yolunda atılmış küçük ama etkili bir adımı simgeliyor.

Doğanın estetik yansıması, sofralara taşınıyor

Porselenin yeniden hayat bulduğu bu koleksiyon, Salda, Ontario, Birdsong ve One and Only isimli dört farklı tasarımdan oluşuyor ve ömürlük desen garantisiyle de zarafetini uzun yıllar koruyor. Re-Gen, sadece estetik açıdan harikalar sunmakla kalmıyor, aynı zamanda çevresel sorumluluğun mükemmel bir örneği olma misyonunu da üstlenerek döngüsel ekonomiye katkı sağlıyor.



Koleksiyonda yer alan her bir parça, doğanın izlerini üzerinde taşıyor. Doğanın sakinliğini, huzurunu, zarafetini yansıtan bu parçalar, sağlıklı, şık ve sürdürülebilir sofralar sunarken sadece bugünü değil, yarını da düşünerek hareket etmemiz gerektiğini hatırlatıyor. Ve günlük hayatın içerisinde çoğu zaman fark etmediğimiz küçük tercihlerin bile ne kadar büyük öneme sahip olduğunu gösteriyor.

İlhamını doğadan alan Re-Gen Koleksiyonu’nun bir parçası olan Salda, Türkiye’nin güneydoğusunda bir volkanik krater gölü olan Salda’nın eşsiz kumsalını yansıtırken; Kanada’nın en güzel eyaletlerinden Ontario’nun masmavi göllerinden esinlenilerek yaratılan Ontario ise mavinin her tonunda derinleştirici bir etki sunuyor. Öte yandan, kuş seslerinin doğadaki varlığını temsil eden yaprak, çiçek ve kuş motifleriyle bezeli Birdsong ise huzur ve mutluluk duygularını sofralarda ön plana çıkarıyor. Gökyüzünün en ihtişamlı halini yansıtan One and Only tasarımları ise göz alıcı renkleriyle doğanın büyülü dokunuşlarını sofralara taşıyor. Karbon emilimini azaltma amacıyla tasarlanan ve güncel teknolojiler kullanılarak üretilen bu koleksiyon, porselen atıklarını sanatla buluştururken geleceğe de şekil veriyor.

Geçen bir yıldaki sürdürülebilirlik çalışmalarıyla 61 ton plastik, 169 ton kağıt, 80 ton ahşap, 80.800 ton su, 301 ton porseleni geri kazandıran Porland, bu sayede 735 ton CO2 emisyonunun engellenmesine öncülük etti. Sürdürülebilirliğe sağladığı katkılarla sektörün öncüsü olan ve ilklere imza atan Porland’ın ilham verici Re-Gen Koleksiyonu’nu daha yakından keşfetmek için hemen tıklayın.

*Bu yazı Porland katkılarıyla hazırlanmıştır.



“Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması” için başvurular başladı

İnsanlığın varoluşundan bu yana kadınlar, toplumda pek çok ilham veren, güçlü roller üstlendi. Her ne kadar toplumsal cinsiyet eşitsizliği kadınların mücadelesini her dönemde zorlaştırmış olsa da; günümüzde kadınlar iş hayatından siyasete, eğitimden medyaya toplumun pek çok alanında yer almaya, seslerini duyurmaya ve görünürlüklerini güçlendirmeye devam ediyorlar. Artık başarılı kadın hikayelerinin pek çok örneği var; özellikle de girişimcilik sektöründe.



Kadınlar girişimcilik dünyasına isimlerini altın harflerle yazdırmaya ve pek çok farklı sektörde muhteşem izlere imza atmaya devam ettikçe, kadın girişimcilerin hikayelerini paylaşmalarına aracı olacak pek çok etkinlik ve yarışma düzenleniyor. Böylelikle hem kadınların girişimcilik konusunda daha aktif olmalarına hem de ilham verici hikayelerini diğer kadınlarla paylaşmalarına olanak sağlanıyor. Bu yarışmaların ilki ve en köklülerinden biri de Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması.

 “Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması, kadın girişimcilerin çevrelerinde yarattığı farka ve faydaya da odaklanırken, girişimcilikteki başarısını Türkiye’ye duyuran kadınların başka kadınlara katkı sağlama konusundaki motivasyonlarını da artıyor. Kadın girişimcileri ve kooperatifleri, büyük bir heyecanla gerçekleşen jüri değerlendirmesi sonucu belirlediğimiz birincilerden biri olması için Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması’na başvurmaya davet ediyoruz.” – Garanti BBVA Genel Müdür Yardımcısı Sibel Kaya

Garanti BBVA, Ekonomist Dergisi ve KAGİDER iş birliğiyle: Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması

Türkiye’de, kadın girişimcilere yönelik çeşitli çalışmalar yürüten ilk özel banka olan Garanti BBVA, girişimcilik konusuna büyük önem veren, konuyu sayfalarına taşıyan Ekonomist Dergisi ve Türkiye’de kadın girişimciliği ve liderliğini geliştirmeyi hedefleyen sivil toplum örgütü KAGİDER’in iş birliğiyle 2006 yılından bu yana kesintisiz olarak gerçekleşen Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması” bu yıl 18. kez düzenleniyor.

Yarışmada başvurular, Türkiye’nin Kadın Girişimcisi, Türkiye’nin Teknolojide Gelecek Vadeden Kadın Girişimcisi, Türkiye’nin Yöresinde Sürdürülebilir Fark Yaratan Kadın Girişimcisi, Türkiye’nin Kadın Sosyal Etki Girişimcisi ve Türkiye’nin Kadın Kooperatifi olmak üzere 5 kategoride değerlendiriliyor.



Yarışmanın kazananları ise Şubat ayında yapılacak olan ödül töreni ile açıklanacak. “Türkiye’nin Kadın Girişimcisi” ödülünü alacak girişimci 250.000 TL, “Türkiye’nin Yöresinde Sürdürülebilir Fark Yaratan Kadın Girişimcisi”, “Türkiye’nin Teknolojide Gelecek Vadeden Kadın Girişimcisi”, “Türkiye’nin Kadın Sosyal Etki Girişimcisi” ve “Türkiye’nin Kadın Kooperatifi” kategorilerinin birincileri ise 200 biner TL’lik ödülün sahibi olacak.

“Kadın girişimciliğinin sürdürülebilir kalkınmaya olan etkisini görmek ve bu başarıları ödüllendirmek bizim için büyük bir mutluluk. Kadın girişimcilerin ekonomiye kazandırdığı değer, ülkemizin geleceği için büyük önem taşıyor. Yarışmaya katılacak tüm kadınlara başarılar diliyorum. Hep birlikte, kadınların gücünü daha da ileriye taşıyacağız.” – KAGİDER Yönetim Kurulu Başkanı Esra Bezircioğlu

2025 yılının kadın girişimcisi siz olabilirsiniz

Hikayenizle tüm kadınlara ilham olmak ve başarılarınızı tüm Türkiye’ye duyurmak istiyorsanız; 15 Kadım 2024 tarihine kadar www.garantibbvakadingirisimci.com adresindeki formu doldurarak yarışmaya başvurabilirsiniz.

“Türkiye’de kadının ekosisteme katkısını daha da artırmayı, girişimci kadınları cesaretlendirmeyi amaçladığımız bu yarışma önemli bir aşama kaydetti. 17 yılda 45 bin başvuru olmamız, yıllar içinde kategori sayısının bir iken geçen yıl itibarıyla beşe çıkması çok kıymetli. Ekonomist dergisi, Garanti BBVA ve KAGİDER olarak kadın girişimcilerimizi yarışmamıza davet ediyoruz.” –Ekonomist Dergisi Yayın Yönetmeni Talip Yılmaz



İlgili Makale