Bazı kelimeler çok yoğun ve güçlüdür; “ritüel” gibi. Ritüel kelimesinin sözlük açıklaması “belirli bir düzeni takip eden sözler ve eylemler”. Eş anlamlıları “ayin”, “tören”.. Aklımda ve kalbimde canlandırdığı anlamlar ve duygular ise çok derin. Ritüelleri açıklarken kendisi de ritüellerine göre büyük bir disiplinle yaşayan bir edebiyatçıdan yardım almak istiyorum. Süper yetenekli romancı Haruki Murakami ritüelleri konusunda şöyle der; “Tekrar etmek başlı başına önemli bir şeydir; bir tür hipnotizmadır. Daha derin bir ruh haline geçebilmek için kendimi hipnotize ediyorum.”
Hepimizin kendine göre bilinçli veya bilinçsiz geliştirdiği ritüelleri vardır eminim. Kendi alanlarında en iyi noktalara gelen sanatçı ve bilim adamlarının da var. Üstelik oldukça ilgi çekici ve eğlenceliler. Sizler için bu harika insanların büyüleyici ritüellerini derledim sevgili Uplifers okuyucuları. Ben araştırıp yazarken çok eğlendim ve anladım ki abartmadan ufak “takıntılarımızı” serbest bırakıp eğlenebiliriz.
Pablo Picasso
Pek çok sanatçı meslektaşı gibi Picasso da geç yatıp geç kalkan bir hayat döngüsüne sahipti. Genelde öğleden sonra saat iki civarında kalkıp kimselerle görüşüp konuşmadan stüdyosuna kapanırdı. Hava iyice kararana kadar, en az beş saat kesintisiz çalışıp eve dönerdi. Uzun saatler hiç oturmadan tuvalin önünde nasıl durduğunu soranlara asla bitkinlik hissetmediği cevabını verirdi. Ve eklerdi “Müslümanların camiye girmeden önce ayakkabılarını çıkarması gibi, ben de çalışırken bedenimi kapının dışında bırakıyorum.”
Eve döndüğünde uzun süreli kız arkadaşı Fernande’nin hazırladığı akşam yemeğini yer ve yemekte kimsenin kendisi ile konuşmasından hoşlanmazdı. Bu durumu bilen sevgilisi ve arkadaşları sessizce yemeklerini yerdi. Yemekten sonra insan içine karışıp sosyal hayata dönerdi. Pazar günleri de öğleden sonra sanatçı arkadaşları için kız arkadaşı ile birlikte davetler verip sosyalleşirlerdi.
Ludwig van Beethoven
Ünlü müzisyen Beethoven, çalışması ve günlük ritüelleri konusunda fazlasıyla takıntılı bir profildi. Gün doğarken güneş ışığı ile uyanır ve kahvaltı olarak sadece kahve içerdi. Bir bardak kahveye girecek çekirdekleri tek tek sayardı ve fincan başına altmış adet çekirdek gelecek şekilde ayarlardı. Kahvesinden sonra piyano başına oturup öğleden sonra iki veya üçe kadar kesintisiz çalışırdı.
Öğlen yemeğini yer ve cebine not defteri ve kalemini atıp akşama kadar sürecek uzun bir yürüyüşe çıkardı. Bu uzun yürüyüşleri bir bakıma meditasyon gibiydi ve aklına mutlaka yeni müzik fikirleri gelirdi. Akşam olunca eve döner yemeğini yer ve arkadaşları ile buluşurdu. Akşam yemeğinde mutlaka şarap içmek isterdi.
Beethoven’ın en garip ritüeli banyo yapma ile ilgili takıntısıydı. Banyo yapma ve hijyen konusunda kendisini tam bir doğulu gibi hissederdi. Hatta ona göre Muhammed abdest sayısında aşırıya kaçmamış mantıklı davranmıştı. Gün içerisinde sık sık ara verip yıkanırdı. Yıkanırken bağırarak şarkı söylemesi ve suları etrafa döküp saçması nedeniyle çevresi tarafından alay konusu olmuştu.
Haruki Murakami
Yaşadığımız dönemin en iyi romancılarından Murakami’nin çalışma ve günlük hayat ritüelleri “sabah horozu” sınıflandırmasına giren türden. Murakami’nin roman yazdığı dönemlerde günlük ritüelleri şu şekilde; sabah dörtte kalkıp ara vermeden beş-altı saat yazı yazıyor, öğleden sonra koşuyor veya yüzüyor, günlük işlerini hallediyor, kitap okuyup müzik dinliyor, akşam yemeğini yiyor ve en geç dokuzda yatıyor.
Ayrıca bu rutini asla bozmadan uzun dönemlerde sürdürmeye dikkat ettiğini de üstüne basa basa söylüyor. Murakami, bu hayat tarzının sosyalleşme olanaklarını ve saatlerini kısıtladığını kabul ediyor. Akşam dokuzda yattığı ve Tokyo yakınlarında taşrada yaşadığı için sosyal hayatının sıfıra yakın olduğunu ekliyor.
Sosyal hayat eksikliği Murakami’yi üzmüyor çünkü, hayattaki önceliklerini belirlemiş ve her şeye zamanı yetemeyeceğinin bilincinde. Bu durumu kendi sözleri ile şöyle özetliyor: “Her yeni kitabım öncekinden iyi olduğu sürece, ne tür bir yaşam biçimi benimsersem benimseyim, okurlarım bunu kabul edecektir. Bir romancı olarak benim görevim ve en önemli önceliğim bu değil mi?”
David Lynch
Çalışma ritüelleri konusunda David Lynch tam bir naziydi. Çalışma ritüellerinden bahsederken “Her şeyin düzenli olmasını severim” demişti. Bu “düzen” kavramını birazcık açacak olursam şöyle anlatabilirim; Yedi yıl boyunca öğlen iki buçukta aynı restoranda yemek, yemekte en az dört, en fazla yedi adet bol şekerli sade kahve içmek ve her gün bol çikolatalı milkshake içmek.
Aynı rutini saniye aksatmadan uygulamasına ek olarak süper yetenekli yönetmenin bir diğer alışkanlığı da “şeker yüklemesi” yapmak. Özellikle bol sayıda içtiği kahvelerini yarısına kadar şekerle doldurup kan şekeri tepe yaptığı noktada aklına bir sürü yaratıcı fikir geldiğini söylüyor.
Şeker düşmanı olarak bu durum beni şaşırtsa da bilimsel açıdan çok da mantıksız gelmedi. Bir gün yaratıcı fikirler için zorda kaldığımda çikolata ile aynısını denemeyi aklımın bir kenarına not aldım.
Woody Allen
Gece gündüz demeden çalışan, kendisi çalışmasa da zihninin durmadan yeni filmleri için hikayeler yazdığını söyleyen Woody Allen’ın çalışma ritüelleri ve takıntılıları oldukça ilginç. Woody Allen’a göre kusursuz film senaryosunu yazmak için “takıntılı düşünmek” gerekiyor. Günlük çalışma rutininde tıkandığı yerlerde Allen, “anlık değişimlerden” yararlanıyor.
Anlık değişimler; çalıştığı odayı değiştirmek, bir üst kata çıkıp çalışmak, duşun altında uzun uzun beklemek, evinin terasında volta atmak gibi aktiviteler. Özellikle duş almak, Allen’ın çalışma ritüelinin vazgeçilmezi konumunda. Soğuk havalarda biraz üşüdükten sonra aşırı sıcak duşun altında 45 dakika – 1 saat kalıp yeni fikirler bulmak en sevdiği çalışma ritüeli.
Simone de Beauvoir
21. yüzyılın en önemli filozoflarından ve aynı zamanda Sartre’nin sevgilisi ve hayat arkadaşı olan Simone’un hayatını; yakın arkadaşları “çalışmalarını eksiksiz yürütebilsin diye özellikle oluşturulmuş bir sadelik” olarak tanımlıyor.
Tek başına Paris’te 1+1 bir apartman dairesinde yaşayan Simone, sabah kalkıp çayı ile saat on gibi masa başına geçer ve bire kadar aralıksız çalışırdı. Öğle yemeği için arkadaşları ve Sartre ile buluşur, çok sosyal ve uzun bir öğle yemeği faslı yaşardı. Öğleden sonra Sartre’nin apartmanına geçer ve üç ile dört saat arası da burada çalışırdı. İkisinin de çalışmaları bittiğinde, birlikte arkadaşları ile dışarı çıkıp o günkü işlerini kritik ederlerdi.
Sigmund Freud
Psikanalizin kurucusu Freud’a göre çalışmadan geçen bir hayat boş bir hayattı. Çalışmalarında rahat olabilmesi için eşi Martha, kocasının günlük rutinlerini çok detaylıca planlıyor ve uygulamasında yardımcı oluyordu.
Martha, Freud’u her sabah yedide uyandırır, kahvaltıdan sonra berbere sakallarını düzelttirirdi. Sekizden öğlen 12’ye kadar analiz hastaları ile seanslara girerdi. Öğle yemeğini tam birde yerdi ve yemekte pek konuşulmasından hoşlanmazdı. Yemekten sonra Viyana Caddesi’nde tempolu bir yürüyüşe çıkardı. Yürüyüş sırasında genelde puro satın alır ve matbaasına uğrardı. Puroları, Freud’un en yakın arkadaşlarıydı. Yaşlılığında doktorların uyarılarına kulak asmayarak günde yirmi adet purosunu içmeye devam etti.
Öğleden sonra üçte işinin başına geri döner ve akşam yemeğine kadar çalışırdı. Akşam yemeğinden sonra ailesi ile biraz sosyalleştikten sonra çalışmaya geri dönerdi. Gece en erken birde yatar ve bu saate kadar işi ile ilgili kitaplar okur veya psikanaliz dergilerinin yazı işleri ile uğraşırdı.
Agatha Christie
Güncel edebiyatın en önemli isimlerden Agatha Christie, dislektik olmasına karşın kariyeri boyunca yılda en az bir adet roman yazmayı başardı. Ancak kendisine mesleği sorulduğunda on adet kitap yazdıktan sonra bile kendisini “yazar” olarak görmediğini söyledi. Kendisini “ev hanımı” olarak tanımlıyordu.
Agatha’nın çalışma rutini pek çok edebiyatçıya göre çok sade ve alçak gönüllüydü. Yatak odasındaki ayna önündeki masada veya yemek masasında daktilosu ile yazar, yazma saatlerini çocukların okul ve yemek düzenine göre ayarlardı. Yazı yazmaya anında başlayıp rahatsız edilene kadar devam edebilirdi. Yazma konusunda bu rahatlığı ve hazırlıksızlığı nedeniyle arkadaşları ona sık sık “Kitaplarını ne zaman yazıyorsun, hiç bilmiyorum, çünkü seni yazarken hatta yazmaya giderken bile hiç görmedik” derlerdi.
Nikola Tesla
Alternatif elektrik akımını bulan Tesla, uç noktalarda tuhaf bir dahiydi. Gençliğinde Thomas Edison’un yanında asistanken çalışmaya, sabah 10:30’da başlayıp ertesi sabah 5’e kadar çalışma alışkanlığı vardı. Kendi işini kurduktan sonra öğlen çalışmaya başladı ve gene ertesi sabaha kadar sürüyordu.
Tesla’nın çalışırken en ilginç ritüeli tüm perdeleri kapatıp karanlıkta çalışmasıydı. Perdelerini kapalı havalarda ve fırtınada açıyordu sadece. Ofis çalışanları bu duruma alışıp ona göre hareket ediyorlardı.
Tesla’nın bir diğer ilginç ritüeli de yemek yemek ile ilgiliydi. Çocukluğundan beri bir yemeğe başlamadan önce yemeğin hacmini aklında hesaplama alışkanlığı vardı. Eğer yemeğin hacmini hesaplayamazsa yemeğinden asla keyif alamıyordu. Sık sık akşam yemeği yediği New York’taki Waldorf Astroia Hotel’in şef garsonu bu durumu biliyor ve Tesla’ya uygun yemekler hazırlıyordu.
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.