Bozcaada’dayım.
Hava yaz. İnce elbisem, arkadaşlarım, manzara, güzel yemekler, içki. Bu durumda nasıl hissederdiniz? Mutluluğu çağrıştırıyor değil mi?
Uzaklaşmak… Canımızı sıkan bir şey olduğunda aklımıza ilk gelen şey bulunduğumuz yerden uzaklaşmak, aklımızı dağıtmak olur. Sanki gittiğimiz an her şeyden gidecekmişiz ve içinde bulunduğumuz can sıkıcı durumdan da uzaklaşacakmışız gibi. İşte öyle olmuyor işin aslı. Herkesten, her şeyden kaçabilirsin de kendinden kaçamazsın derler ya, aynen öyle.
Hislerini, duygularını, yaşadıklarını da yanında beraberinde taşıyor insan. “Bir dakika ben gidiyorum, siz burada kalın haydi güle güle” diyemiyor. Anca diyebileceğini sanıyor. Her defasında buna inandık ama yanılmadık mı?
Kaçamıyor insan hiçbir şeyden. Her şeyi yaşamak zorundasın. O ateşin içinden geçmek zorundasın. İstediğin kadar etrafında dönmeye çalış. Sadece ertelersin. O ateş çemberinin içinden geçilecek!
Diyorum ki; bu aşamayı hiç yaşamasak olmuyor mu yahu? Geçecek tamam da bu kısmı da atlasak? Yok… İlla yaşayacaksın! O yüzden kaçıp zaman kaybetmektense bırak yaşa. Çöksün kalbine, öyle bir ağırlaşsın ki ne yapacağını şaşır; kondurama, delir, boş boş gez sokaklarda, ağla, tanımadığın insanlara anlat, nefret et. Ama yaşa hepsini. “Bir şeyim yok” deme. Olmuyor zaten. Desen de seni hiç ummadığın bir yerde yakalıyor seni kaçtıkların.
Bugün çok güzel ortamlarda bulundum. Hem çabaladım, hem bıraktım kendimi. Hem şükrettim, hem neden ben şu an buradayım dedim. Hem kabul ettim, hem kabullenemedim. Hem güldüm, hem ağladım. Hem “an”da kalmaya çalıştım, hem geçmişte yaşadım. Hem kızdım, hem özledim. Aynı anda her yerde, her şeydeydim yani. Şu an yorgun hissediyorum..
“Bunu kendine yapma, düşünme, bu anı yaşa” diyenlere inanmayın. Yok öyle bir dünya. Deli miyiz zaten biz kendimizi üzelim? İnsanın hem elinde, işte hem de değil bir noktada. İnsanız. Yaşadıklarımız var, hissettiklerimiz var. Robot olsak kolaydı; basardık bir düğmeye ve ileri…
İnsan olmanın en zor yanı bu herhalde… Mutluluğu nasıl kabul edip yaşıyorsan sonuna kadar, acı da bir o kadar doğal ve onu da yaşayacaksın. Ama tatsız işte. İnsan hiç içinde bulunmak istemiyor. Halbuki o da insani bir duygu.. Bize “insan” olduğumuzu hatırlatan, hissettiren..
Bazen hiç sevmiyorum insan olmayı. Özellikle böyle anlarda. Her gülün bir dikeni var işte. İnsan olmanın da gülü mutluluksa, dikeni de acı. Ama oradan geçtikten sonra o mutluluk daha da parlıyor biliyorum. Ama korkağız, sabırsızız. Hemen geçiştirmek istiyoruz, hissetmek istemiyoruz o dikeni…
Benimle aynı durumda, aynı düşüncelerde olan bir çokluk var değil mi? Korkmayalım ya değil mi? Güçlerimizi birleştirelim! Birbirimizin acılarını paylaştıkça, anlaşıldıkça, yalnız olmadığımızı bildikçe güçleniriz ve bu yerden çıkmak daha kolay olur belki? Yeter ki görmezden gelmeyelim… Evet bir yara var orada ve “zaman” verip iyileştirmeye bakalım. Size de o zaman geçmiyor değil mi? Ama ne yapalım, düzen böyle. Kabul, kabul, kabul…
İlginizi çekebilir: Sabır aslında ne demek: Hayatlarımızda ne için sabrediyoruz?
Duyuyorum, görüyorum; özellikle benden yaşça küçük insanlarda; daha çok üniversite ve hemen sonrasını yaşayanlar. Küçücük bir sıkıntıda hemen oradan uzaklaşmak adına sakinleştirici ilaçlara başvuranlar.. Şaşırdım çok tanık olduğumda da açıkçası. Üniversitelerde yatıştırıcı psikolojik ilaç kullanan yüzde o kadar çokmuş ki… “Nasıl yani” dedim. “E benim de canım çok acıyor şu an hatta bazen hayal kırıklığıyla nefes alamıyorum ama ilaç aklıma gelmedi. Eninde sonunda yaşayacağım zaten ve yaşıyorum!”
Bu da bir cesaretmiş meğer. O ateş çemberinin içinden geçmek de bir cesaretmiş. İnsanoğlu olarak zorluklarla baş ederek büyüyoruz, genişliyoruz aslında. Hendekleri atlayarak olgunlaşıyoruz. Kimse atlamak istemiyor hendekleri anlıyorum tamam ama nasıl olacak ki diğer türlü? Olmaz ki. Olmuyor. O hendek orada! Uyuşturamazsın kendini o ilaçlarla! Uyuştursan da o hendek kaybolmayacak, sadece o an görmeyeceksin; flulaşacak. İlaç etkisini kaybetmeye başladığı an daha da sert görünecek gözüne.
Baş etme yetimizi kaybediyoruz. Gücümüzü unutuyoruz. Farkında değiliz. O güç içimizde var bizim; her birimizde; istisnasız. İlk önce bunu bilmemiz gerekiyordur belki de..
Demem odur ki bu dünyaya insan olarak geldiysek zaten sonsuz güçle geldik. “Güçsüzüm ben ne yapayım” demek kolayı işin. Biliyorum çünkü çok dedim. Biliyorum çünkü çok öyle davrandım. Artık gücümü de biliyorum, içinde bulunduğum durumun gerçeğini de, geçeceğini de, ama zaman gerektiğini de, zamanın süresini seçimlerimle kendimin belirlediğimi de.
Kaçmayalım olur mu sevgili okuyucu? İnsan olmak böyle bir şey işte kabul edelim. O gücümüzü hissetmeye yönelik ne yapabiliyorsak yapalım elimizden geldiğince. Üzüldüğümüz zaman da üzülelim. Kabul edelim. Gerçeğimiz ne ise onu kabul edelim. Dürüst olalım kendimize. Ne ise o olduğumuzu kabul edelim. Ne eksik ne fazla…
Kızmayalım kendimize bu yüzden, öfkelenmeyelim, acımayalım, güçsüzüm diye kabullenmeyelim.. Yaşayalım, sonuna kadar ne varsa yaşayalım! Girelim en karanlıklara cesaretle ve ışığa dönüştürelim oraları! Sonrası aydınlık, sonrası parlak, sonrası huzur. Sadece biraz sabır ve kabul..
Sevgiyle…
İlginizi çekebilir: Cesaret, cesaret ve cesaret! Cesaret, cesaret ve cesaret!