- Şubat bile bitiyor, hala kış gelmedi?’ler,
- Havalar da ne sıcak, halbuki geçen sene…’ler,
- Yalnız biraz daha kar yağmazsa bu yaz mahvolduk’lar…
- Şimdi bunları bir kenara bırakalım da, sizde nasıl bu havalar sular?
Mesela ben bugünlerde suya hasret zamanlarımdayım. Havayla pek işim yok. Su olsun yeter. Su yanı olsun. Yanı olmasa uzaktan da görsem yetecekmiş gibi. Sanki susamışım da su yokmuş gibi… Sanki olan su bana hiç yetmeyecekmiş gibi. Tabii kendi derinliklerime dalıyorum balıklama, böyle olunca. Zamanla aldığımız eğitimler, farkındalıklarımızla bizi bir yerlerden alıp bir yerlere götürüyor hep hayat tecrübelerimiz. Bir an duruyorsun ve ta taa, perde açılıyor; ve karşınızda yüzümüze vuran gerçekler…
Tüm söylemlerimin vardığı yegane sözcük geliyor yine: “Olmak”. Bir şey olmak! Sana küçük bir sır vereyim mi? Bir şey olmaya çalıştıkça, bir şey olmaya çalışmaların hep bir şey olmak olacak ve bir şey olmak için olmaya çalışmaların hiç bitmeyecek (anlatırken bile ne kadar karışık, nasıl olacağız ki?). Peki ya hiç biten oldu mu? Yoksa bittikçe üstlerine yenileri mi eklendi? Ve biliyor musun? “Hiç kimse senin sırrına senden fazla şefkat gösteremez.” – Şeyh Şadi Şirazi.
Dedim ya yukarıda, sanki su hiç yetmeyecekmiş gibi. Dünyanın su ile kaplı alanlarını bile düşündüğümde sanki yetmeyecekmiş gibi. Acaba nelerden korkuyorum? Daha fazla neyden korkabilirim ki? Dünya üzerindeki su susuzluğumu gideremeyecekse, daha fazla ne korkutabilir?
İşte böyle zamanlar daha çok içe döndüğün, daha çok sorduğun, daha çok kendine mesai harcadığın, bazen gerçekten hiçbir şey yapmadan oturup düşündüğün, bazen düşünmek korkutunca fark edip kaçtığın yer burası; benim kaçışım bu aralar bir yabancı dizi (ki konsantrasyon problemi yaşayan bir insan olarak, üç dört bölüm üst üste dizi izlemek ve ben? Evet bayağı korkmuşum demek ki).
Bir de şuradan bakalım, çocukluk korkularımız… Ne güzel şeylermiş: ayağını yorgandan çıkartıp yataktan aşağı sallandıramazsın. Sanki yatağın altından bir şey çıkacak korkusu. Karanlık korkusu. Issız sokak korkusu. Yalnızken ya da geceleyin evden gelen tıkırtıların korkusu. Hemen hemen benzer korkuları ya da aynılarını yaşayanlarınız oldu çocukken. Halen öyle aslında, biliyor musun? Nasıl mı? Sadece korkuların formları değişti ama hepimiz hemen hemen aynı ya da benzer gerçeklerden korkmaya başladık. Gerçekler derken, burası da sorgulanacak bir alan ve bu alanı size bırakıyorum: Gerçekler mi? Dayatılanlar mı? Yine tabii ki sosyal çevremiz ve coğrafyamız tarafından.
Demem o ki; her yaş kalıbına ait korkular var bir sepette ve her yeni mum üflediğinizde sanki bir tanesi daha bize doğru geliyor ya da biz ona doğru gidiyoruz, bilinmez. Ama korkularımız, bu satırları okuyan seninle de aynı. Yani yalnız hissettiğin zaman, birine sarılırsan eğer, onunla da aynı. Ya da biraz daha şefkat istediğin için uzandığın el için de keza.
İçeride durum nasıl?
Ama içeride durum sandığından da farklı. Yine her şeyin kaynağı sensin ve ne yaşıyorsan, ne tercih ediyorsan, hepsi sen istediğin için sana aitler. Tüm hayallerin kadar korkuların da senin eserin, evet. Tüm sevgilerin kadar sevilmediklerin de senden kaynaklanıyor. Aslında yine her şey, var olma sürecinde kendinde başlıyor.
Ben bugün varoluşuma şükretmeyi tercih etmeye niyet ettiğim için bu yazıyı başka niyetlere açıyorum. Zaman zaman sular dalgalı, sular bulanık, sular berrak, sular köpüklü, sular dingin… Hangi suda yüzmek istediğini tercih eden, senden başkası olabilir mi? Peki ya susuzluk?
Bugünlerde siz de benim gibi hep bu tarz düşüncelerdeyseniz, sanırım ki tutulmalar süreci etkisi. Geçen günkü güneş tutulması ve yeni ay. Belki bu tutulma ve yeni ay ile evren bize bir şeyler ifade ediyor: Korkularını fark et ki cesaret edebil!
Ben fark ettim! Ya sen?
İlginizi çekebilir: Farkındalıkla yaşamak için dünyanın müziğini dinlemek ister misin?