Trafikteyim. Dersime yetişmeye çalışıyorum. Bir ışıkta 7. yeşilde geçebildim. İstanbul trafiği; kabul ettim. Kabul ettiğim için kızmıyorum, sinirlenmiyorum. Biliyorum ki trafiğin içerisinde kilit bir şekilde kalacağım bir süre. O zaman neden alevleneyim? Ben alevlendikçe ne değişecek ki?
Bunu biliyorum. Ben de açıyorum müziği son ses. Arabanın içinde şarkı söylüyorum, dans ediyorum. 10 dakikalık yolu 45 dakikada gidiyorum ama ne öfkem var, ne söylenmelerim. Aksine şarkılarım ve yükselen, eğlenceli sesim var. Dedim ya kabuldeyim diye…
Hayatta hedeflerine giden sonsuz yollar var. Aslında yolların özelliklerinin hepsi aynı; hepsinde taş var, hepsi aynı zamanda düzlük. Hepsinin karanlığı kadar bir o kadar aydınlığı var. Senin yolunu ne tarafından görmeyi seçtiğin hayatını oluşturan.
Hedefinde netsen, hedefine giden yoldaki taşlara, karanlığa da razı mısın, aydınlık gibi?
O taşları gözün, kalbin nasıl görüyor işin aslı? Yolunda seni olgunlaştıran minik öğretilerin mi, yoksa sana zaman kaybettirdiğini düşündüğün koskoca engellerin mi?
Sen nereden bakmayı tercih ediyorsun?
Trafikte kilitli kalıp söylenmek mi, yoksa müziği açıp şarkı söylemek mi?
Ya da…
Sanırım her şeyin başı; gittiğin hayallerini ne kadar istediğin. Hayallerine olan tutkun ve daha da derini; hayallerine, yani kendine olan inancın. Eğer inancın varsa kuvvetli, ve bir o kadar yoğun tutkun varsa ulaşmak istediğin yere; ondan sonra bakalım o taşların nasıl gözüktüğüne gözüne…
Kabuldeysen ve inanıyorsan kalpten kendine, hayallerine, yoluna; işte o zaman o küçük taşlar da birer küçük cennete dönüşmüyor mu? Ve aslında hayatı güzel kılan da böylesi değil mi?
Sevgi ve selamlarımla…
İlginizi çekebilir: Bırakmak ne demektir: Cevap yapraklarını döken bir ağaçta gizli