X

Türkiye’nin ilk açık hava CrossFit yarışması Battle of Bosphorus’un ardından

3 Mayıs Cumartesi günü Türkiye’de ilk defa açık alanda yapılan, Reebok sponsorluğundaki CrossFit yarışması Battle of Bosphorus gerçekleşti. Daha önce bir yazımda bahsettiğim gibi, arka arkaya düzenlenen 2 yarışmanın ilki olarak Battle Of Bosphorus, 15 Haziran’da yapılacak olan İstanbul ThrowdownBattle of Bosphorus gerçekleşti. Daha önce bir yazımda bahsettiğim gibi, arka arkaya düzenlenen 2 yarışmanın ilki olarak Battle Of Bosphorus, 15 Haziran’‘a göre benim gibi CrossFit geçmişi çok uzun olmayan birisinin de katılabilmesi (yani elemeleri geçebilmesi) ve elemelerden sonra yarışmaya seçilen sporcu sayısının daha fazla olması (17 kadın ve 46 erkek) açısından çok sevindiriciydi. Ayrıca Caddebostan sahilinde tüm izleyicilere açık bir organizasyon olarak yapılması bakımında hem CrossFit’in tanıtılmasına, hem de yaygınlaşmasına çok önemli katkıları olduğu aşikar.

Türkiye’nin ilk açık hava CrossFit yarışması

İstanbul Throwdown ise hem Türkiye, hem de yurt dışından gelen katılımcıları ve daha da zorlu eleme WOD’larıyla (Workoutof the Day, yani bir sistem dahilinde planlanmış, belli bir süre veya tekrar sayısı hedefi doğrultusunda yapılan hareketler dizisi) seyircilere (araya karışan benim gibi ‘newbie’lerden ziyade) yalnızca üst seviye atletlerden  oluşan bir mücadele ve bu sayede CrossFit’i tüm teknik ve estetik yanlarıyla tanık olma fırsatı sunacak gibi duruyor.

Biraz CrossFit tarihçesi

İlk olarak 2007’de California’da bir çiftlikte yapılan ve en büyük özelliklerinden biri başından beri hep açık havada gerçekleşmesi olan CrossFit Games, ancak 2010 yılında profesyonel bir spor kompleksinde organize edilmeye başlamış. 2011’de ise 10 yıllık bir anlaşma ile Reebok sponsorluğunu almış ve adı artık “Reebok CrossFit Games” olmuş. Elemeler dahil katılımcı sayısı ise yaklaşık 70’ten 138.000’e ulaşmış.

Daha önce İstanbul’da box’ların (CrossFit jargonunda salon veya ‘gym’ yerine ‘box’ kullanılıyor) kendi organize ettikleri 3 yarışma yapıldı; fakat hepsi ancak hali hazırda bu sporu yapanlar ve yakınlarına hitap edebilecek büyüklükteydi. Bunlardan CrossFit 34’te gerçekleşen All Stars , Eda ile CrossFit sevdamızı körükleyen etkenlerden biri olmuştu.

Bu bakımdan CrossFit 1453 ortaklığıyla gerçekleşen Battle Of Bosphorus ve gelecek ay BJK Çilekli tesislerinde CrossFit 34 tarafından yapılacak olan İstanbul Throwdown, CrossFit’in Türkiye’deki potasiyelinin ne kadar büyük olduğunun birer göstergeleri adeta.

İşte Battle of Bosphorus’tan yarışmadığım sıralarda çekebildiğim kadarıyla 1. ve 2. WOD’lar.

Kısa bir yarışma deneyimi

Yarışma sabahı Caddebostan’da etkinlik alanına yaklaşırken, o ana kadar internetten izleyebildiğim açık hava CrossFit yarışmalarının atmosferini bir anda karşımızda bulduk: İzleyiciler için kurulmuş tribün ve yarışmacılar için tepelerinde kulvar numaralarının bulunduğu pull-up station ile yerlerde yarışmaların içeriğine uygun şekilde kulvarlar boyunca mesafe belirten sayıları görmek çok heyecan vericiydi.

Katılımcılar, aileleri, arkadaşları ve çeşitli CrossFit box’larından destek olmaya gelenler, antrenörler herkes çimlerde ya uzanıyor, ya esniyor, ya selamlaşıyor, veya sohbet ediyorlardı. Yani tam da o gün pırıl pırıl parlamaya karar veren yakıcı güneşe rağmen etrafta bir nevi festival havası vardı. Tam da o sırada eleme skorlarımızı onaylatmak için gitmiş olduğumuz CrossFit Pars’ın kurucusu ve baş antrenörü Erdem Dinç ile karşılaştığımda şunu söyledi: “Güneşin altında yarışmak başka bir şey ve burada maalesef açık havada antrenman yapma alışkanlığımız pek yok. Herkes normalden daha fazla dehidrate olacak (su kaybedecek) ve bu atletlerin performansını etkileyecek çok önemli bir faktör” (Erdem’in cümlesi tam bu olmayabilir, ama ana fikir buydu).

Hal böyleyken, 10.30’da başlaması beklenen yarışmanın gecikmeli start alması, yarışmacılara yönelik bir “athlete briefing” (bilgilendirme) yapılmaması ve yarışmacıların hangi sırayla yarışacakları konusunda bilgilendirilmemeleri, güneşe ve sıcağa daha uzun süre maruz kalmaları anlamına geldi. Yeri gelmişken şunu söylemek istiyorum: beni en çok mutlu edecek şeylerden biri, bu yazının açık havada yapılması bakımından ‘ilk’ sıfatına sahip olan Battle of Bosphorus’un benzeri yarışmaların daha da başarılı şekilde gerçekleştirilmesine ufak da olsa bir katkı sağlaması olacaktır.

Hem etkinliği izlemeye, hem de destek olmaya gelen arkadaşlarımdan Eren’in yaptığı videoda “death by Burpee” sırasında can çekişme hallerim

Şahsi deneyimimden kısaca bahsetmek gerekirse; Wod 1A’nın kardiyo ağırlıklı ‘Death by Burpee’si esnasında kendimce makul bir performanstan sonra, bunun devamı olan Wod 1B’nin yalnızca teknik ve güç gerektiren yükselen ağırlıklarla ‘Hang Clean Squat’ında (silkme ardından squat’a oturma) ancak 30 ve sonra 35kg kaldırabildim (daha önce antrenmanlarda bu hareketi 35kg ile bile yapmamıştım). Fakat aynı harekette benden daha ince cüssesi olan kadınların (özellikle yarışmanın 1.si Neyran Tekeli’nin) 72,5kg’ya kadar varmasını izlemek çok büyük bir keyifti. Bu, CrossFit’te düzenli antrenman ve güç kadar tekniğin ne kadar büyük önem taşıdığının en güzel kanıtıydı.

Aslında yarışma atmosferinin sporculara bir diğer katkısı da; o anın adrenalini, heyecanı ve azmiyle antrenmandakinden daha iyi bir performans gösterme ihtimalini yaratması. Örneğin, arkadaşımız olan personal trainer Samet Bayraktaroğlu ilk açık hava CrossFit yarışması deneyiminde, ‘Hang Clean Squat’ esnasında 105 kg ile PR (Personal Record) gerçekleştirdiğini, yani öncesinde antrenmanlarda 95kg olan “en iyi”sini, yarışma esnasında 105’e çıkarmış olduğunu söyledi (ve finalde yarışmaya hak kazandı).

Solda yarışmanın 1.si (ve yarışmaların babası olan CrossFit Games’in Asya bölgesi 8.si) Utku Tuncer ve sağda Samet Bayraktaroğlu, Wod 1 A yani ‘Death by Burpee’ sırasında.

En başından beri finalde yarışma iddiası taşımıyordum, ama yarışma atmosferini deneyimlemek ve finale kadar yarışma fikri çok heyecanlandırıyordu. Fakat dinlenme arasının bitmesiyle beraber, Checkmat Istanbul’dan beraber katıldığımız iki arkadaşımızla 2. kısım Wod’larında da yarışma fırsatımız olacağını zannederken, elemelerin ilk antrenman sonrası yapıldığını öğrenmek hevesimizi kursağımızda bıraktı diyebilirim (‘athlete briefing’inin önemi!).

Daha nicelerine

Bu bakımdan yarışma gününe dönersek, tüm katılımcıların rahatlıkla hem fikir olacakları konu, sporculara ayrılmış dinlenme, ısınma veya sadece yakıcı ve yorucu güneşten korunmak için özel bir alanın olmaması ve var olan ısınma alanının yeterince geniş ve net şekilde ayrıştırılmış olmaması gibi gözüküyor. Oysa tüm CrossFit yarışmalarında olduğu gibi, Battle of Bosphorus’ta da 1 gün içinde arka arkaya gerçekleştirilen bu denli yoğun antrenmanların arasında ‘recovery’, yani iyileşme-dinlenme, atletik performans için çok büyük önem taşıyor.

Ayrıca üst seviye katılımcıların hissettikleri en önemli eksikliklerin 2.si ise leaderboard’un olmaması. Oysa her sporcu başına bir hakem düşüyor ve hakem, denetlediği sporcunun puanını o an sayıp işliyor. Antrenman bitiminde ise hakemin tuttuğu skor kağıdını sporcunun imzalaması gerekiyor. Dolayısıyla her Wod’dan kısa bir süre sonra tüm skorları ve lider tablosunu yayınlamak mümkün ve hatta ileri seviye CrossFit’cilerin strateji kurmaları için son derece gerekli. Aslında yarışmanın elemeleri için kayıt esnasında kullanılan Wodcast’in (Simple CrossFit event scoring, yani web tabanlı kolay CrossFit yarışma skoru tutma aplikasyonu) yarışma esnasında da kullanılmış olması herhalde herkesi çok rahatlatırdı.

Ayrıca bu ve benzeri CrossFit yarışmalarının çoğalarak artacaklarını düşünürsek, bir sonraki yarışmaya kadar üstlerine çok önemli rol düşen hakemlerin de daha çok tecrübe edinmeleri mümkün olacaktır. Son olarak, hem bu yarışmanın, hem de dünyada CrossFit’in ana sponsoru Reebok’ın, Battle of Bosphorus ve onun dahil olduğu Fitness Tour Istanbul‘u sosyal medyada daha aktif şekilde yayması çok memnun edici olurdu.

Memduh Bilgen’den Hang Clean Squat.

‘Egonu kapıdan içeri girerken dışarda bırak’

Spor akademisi geçmişinin üzerine uzun yıllar antrenörlük deneyiminin ardından, antrenman sistemleri arasında en iyisi olarak gördüğü CrossFit’te ilerleyen Memduh Bilgen’le yaptığımız bir kouşmadan, CrossFit’in büyüme ve yaygınlaşma biçiminin mitoz bölünme şeklinde olduğu benzetmesi geldi aklıma. Yani yeni hücrelerin birbirlerinden çoğalmaları gibi, CrossFit yapanlar da birlikte öğrenip, beraber çalışıp, daha sonra ayrı yollarda edindikleri bu sistem ve bilgiyi aktarmaya devam ediyorlar ve böylelikle CrossFit de aynı düzey ve içerikte büyüyüp yaygınlaşıyor.

Sonuç olarak bence CrossFit’in Türkiye’de büyük bir potansiyeli var ve bu potansiyeli gerçekleştirmekte, onu oluşturan ‘community’ olarak bizlerin sorumluluğu büyük: Zira CrossFit Türkiye’de ‘community’si, yani onu oluşturan topluluk kadar güçlü olabilecek. Güçten kastım ise fiziksel gücün çok ötesinde bir güç: Yalnızca belli bir box’a veya atlete yararı olacak kısa vadeli bakış açıları yerine, tüm camiaya, CrossFit’i sağlıklı ve bilinçli şekilde yapacak bir kitle yaratacak şekilde yaygınlaşmasına katkısı olacak, işbirliği ve yapıcı rekabet içeren adımlardan doğan bir tür güç. Başka bir deyişle; ne kaslarımızı, ne de egomuzu gereğinden fazla şişirelim.

 

 

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız. tıklayınız. 

 

Gözde Mimiko Türkkan: Gözde Mimiko Türkkan, fotoğraf, sanatçı kitabı, video gibi çeşitli medyumları kullanarak toplumsal olarak inşa edilmiş kimlikler ve cinsiyet rolleri üzerine çalışmalar üretir. Eserleri, 2010’da Londra’da Central Saint Martins’de güzel sanatlar bölümünde yüksek lisansını tamamladığından beri yurtiçi ve yurtdışında çalışmaları sergilenmektedir. Öte yandan 15 yıl kadar önce başladığı dövüş sporlarına olan ilgisini ve deneyimini paylaşmak için Muay Thai ve CrossFit temelli dersler verdi. Ayrıca İstanbul’un ilk amatör koşu gruplarından olan İstanbul Koşu Kuvvetleri’nin ve Sosyal Güçlendirme için Spor ve Beden Hareketi Derneği BoMoVu’nun kurucularından. Muay Thai haricinde partneriyle beraber hayatlarında düzenli yer edinmiş snowboard, dalga sörfü, CrossFit, koşu ve yoga gibi sporlar ve bedensel aktivitelerini @sync.riders hesabından paylaşmaya devam ediyor.

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.

Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.



21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.

Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?



İlgili Makale