Tüketim paradoksu: Öz güven eksikliğine bağlı materyalizm
Chuck Palahniuk’un aynı adlı romanından uyarlanan Fight Club (Dövüş Kulübü) sinemada gösterime girdiğinde binlerce seyirci en azından 2 saat 19 dakika boyunca tüketim alışkanlıklarını gözden geçirmek zorunda kalmıştı. “Reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşindeyiz. Sevmediğimiz insanları etkilemek için, olmayan paramızla, ihtiyacımız olmayan şeyleri satın alıyoruz.” diyen Travis, pek çoğumuzun hislerine tercüman oldu. Konunun psikolojik ve toplumsal boyutunu irdelemek ise bilim insanlarının işiydi…
Bir tür madde bağımlılığı
Araştırmalar, alışveriş düşkünlüğünün insanlarda öz güven düşüklüğüne bağlı olduğunu, bunun da aslında madde bağımlılığından kaynaklandığını gösteriyor. Madde bağımlılığı derken, maddeye, yani nesneye bağlılıktan bahsediyoruz elbette.
Ahlak felsefesinde materyalizm (maddecilik) yalnızca yararlı ve haz veren şeyleri erişilmeye değer sayan bir dünya görüşüdür. Bu felsefe, insana ilişkin tarih ve toplum gibi olguları incelerken bunlara bir amaç ya da istek atfetmek yerine, maddi bir temele dayanan nedenlere başvurur. Yani materyaliste göre her eylemin, her olgunun nedeni maddi ve somuttur.
ABD’de, Minnesota ve Illinois Üniversiteleri’nin özellikle çocuk ve ergenlere yoğunlaşan ortak çalışması, öz güven ile materyalizm arasındaki ilişkiyi inceledi. Çalışma, güvensizlikle başa çıkmak için atılan en ufak bir adımın dahi materyalist eğilimlerin azalmasında dramatik bir etkisi olduğunu ortaya koydu. Tüketici davranışına dair de iyi bir fikir veren bu araştırma makalesinde “Ergenliğe erişen ve öz güven düşüklüğü yaşayan çocukların, bu hislerle başa çıkmak için sahip olduklarını ön plana çıkardıkları” vurgulanıyor.
Paradoks bunun neresinde?
Birbirini doğal olarak etkileyen iki olgudan bahsederken, paradoks bunun neresinde diye düşünmüş olabilirsiniz. Paradoks, tüketimin kendi döngüsünde. Tüketim, ekonomi için olumlu fakat birey için, hatta uzun vadede çevre için olumsuz bir eylem. Bir genç kadının her yıl dolabını baştan aşağı yenileme, böylece öz güvenini artırma şansı elbette olabilir; fakat bu hem maddi hem de çevresel açıdan (üretim artışı, atık miktarı vb.) hiç de tercih edilecek gibi değil.
“Happiness: Lessons From a New Science” adlı kitabında Richard Layard, daha çok tüketebilmek için daha çok para kazanmaya çalışan toplumların mutluluk seviyelerinin artmadığına dikkat çekiyor. Hatta bu tip toplumlarda depresyon, alkol bağımlılığı ve suç oranları da daha yüksek.
Bundan 50 yıl önce insanların yaşayış şekline göre daha kalabalık, daha eşya ile dolu bir hayatımız olabilir. Ancak, sahip olduklarımız arttıkça daha mutlu, daha öz güven dolu hale gelmiyoruz. Kendimize dair birtakım eksikliklerimizi tüketim ile kapatmaya çalışmanın da işe yaramadığını biz değil, bilim söylüyor.
İlginizi çekebilir: Ruhu beslemenin formülü: Daha az alışveriş daha çok tatil!
Kaynaklar:
Daily Galaxy
felsefe.gen.tr