Kadın olmanın getirdiklerini ve götürdüklerini beraber görebilmek önemli diye düşünmüşümdür her zaman. Ben her ikisini de Leyla Erbil’in romanlarından öğrendim. Kendi hayatımda erkeklik taslayan akrabalardan ve toplumdaki akbabalardan öğrendim. Kim bilir, annem başta olmak üzere ailemdeki kadınların güçlü olmasından kaynaklanıyor belki de bu başkaldıran tavrı sevmem. Belki okuduğum kitaplardan olduğunu düşüneceksiniz. Olabilir. Kendi kurallarımla da ilgili bu. Tuzlu bir şey biraz. Boğazınızdan zor geçecek ve hatta yutkunamayacağınız bir şey. Malum bu zamanda bir erkekten izin almadan yutkunamayan kadınlar var hala. İşte Leyla Erbil romanlarında öyle bir yutkunmuş ki onu her okuduğumda sesindeki kararlılık ve zariflik döne döne sayfaların arasından çıkıp kulaklarımda çınlar.
Bu tuhaf kadınla, üniversitede çok sevdiğim bir hocam sayesinde tanıştım. Önce Tuhaf Bir Kadın’ı okudum, ardından diğer tüm kitaplarını.
“Her kitabında erkek egemen bir dünyada görünür olmaya çalışan ama bunu nazikçe yapan bir kadın gördüm. Kendim gibi. “
İşte benim istediğim şey de kadınların yutkunabilmeleri, kana kana su içebilmeleri, fantezilerini gerçekleştirebilmeleri. Hayal değil fantezi diyorum çünkü kadınların da fantezileri vardır ama o bile erkekler tarafından şekillendirildiği için hayal gücü baloncukları çocukluktan itibaren teker teker patlatılır. Özgürlükleri kısıtlandıkça, onlara güvenilmedikçe, saygı duyulmadıkça kadınlar, küçücük bir dünya kurarlar. O dünyada öz güven ve kendini gerçekleştirme arzusu yoktur. Virginia’nın düşlerindeki gibi kendilerine ait bir odaları da.
Aynı insanların olduğu gibi kadın erkek ilişkilerinin de karakterleri vardır. Kimi umursamaz, kimi bencil, kimi yorucu, kimi fedakar…Hem kadınlar hem erkekler bitmeyen bir kavga içindeler. Zaten sürekli mücadele içinde olduğumuz ve çatışma üstüne çatışma yaşadığımız hayatımızda bir de ikili ilişkilerimizin kötü gitmesiyle çaresiz kalma anları çoğalıyor. Bu anlarda kadınlar bir başına erkekler bir başına kalıyor ama kadınlar daha bir başına sanki.
Türkiye’de bir erkeğin genel yetiştirilme tarzı, duygularını bastırma, diğer her şeyi sonuna kadar gösterme üzerine. Gözyaşlarını ve tüm zayıflıklarını yaşamı boyunca hapsettiğiniz, küçükken göstermesini isteyip nasıl olması gerektiğini anlatmadığınız cinselliğini, gücünü ve işini ön plana çıkardığınız bir varlıktan neden ağlayıp durduğunuzu kendiliğinden anlamasını beklemek çok gerçekçi gelmiyor çoğu zaman. Aynı şekilde pembe fincan takımlarıyla evcilik oyunu içinde çay ikram eden ve erkek figürünün “he-man”in kılıcı gibi yenilmez olarak öğretilen kadınların da erkeklerden az şey beklemesi imkansız. Bir kadın ne denli bağımsız ve güçlü olursa olsun uzun bir dönem pamuk prenses olması istenmiş ve beyaz atlı prens masallarıyla büyütülmüştür.
Bir feministe göre sevginin temelinde kadın haklarına saygı duyan bir erkek varsa ataerkil değerlere kökten bağlı bir erkeğe göre de sevgiyi hak eden kadın kocasına saygı duyan kadındır. Psikologlara göre karşılıklı anlayış, Osho’ya göre beklentisiz sevmektir gerçek sevgi. Benim içinse önemli olan kimin neyden ne kadar vazgeçtiği değil birbirine nasıl eşlik ettiğidir. Bir kişinin diğerine kendini tamamen yaslaması hiç adaletli değil.
Leyla Navaro’nun dediği gibi: “İki ufak boy pabuca sıkışarak değil de beraber, el ele, yalın ayak yürümek güzel olan.”
Farklı çözümler, aynı hayallerde buluşursa ne çaresizliğimiz kalır ne de çatık kaşlarımız. Benim için en ünlü düşünür annemin hep söylediği gibi: “Ne olursan ol ne yaparsan yap ne yaşarsan yaşa. İçindeki sevgiyi asla kaybetme!”
Bazen düşünüyorum Platon o mağarayı tasvir ederken kendisi bile fark etmeden çaresiz ama nazik kadınları mı düşündü? Sonuçta birçok kadın doğumundan itibaren kapılara arkası dönük oturmuyor mu? Leyla Erbil kitaplarında kadınlar, saçlarını savurarak dönüyorlar o kapılara işte. Bu nedenle seviyorum onu. Tuhaf ama kadın olduğu için seviyorum.
Bir kadın yok edilmeye çalışılırsa bütün bir ruh olmaktan uzaklaşır. Bakışlarındaki donukluklara, sözlerindeki doğruluklara ve saçlarını nasıl savurduğuna hayret edersiniz. Leyla Erbil yaşasaydı eminim bunu bile nazikçe yapardı. Yaşasaydı yazardı ve yazdıklarında onu okumak için on değil yüz neden bile bulabilirdim.
İlginizi çekebilir: Goodreads’e göre 2023’ün ‘en’leriGoodreads’