Travmatize olmuş çoğu kişi zorlandığı şeyleri şöyle dile getirir:
“Korkmadığım tek bir şey bile yok. Sabahları yataktan kalkmaya korkuyorum. Evimden dışarı çıkıp yürümeye korkuyorum. Ölümden fazlasıyla korkuyorum… Bir gün öleceğimden değil, bir kaç dakika sonra öleceğimden korkuyorum. Öfkeden korkuyorum… Hem kendi öfkemden, hem de başkalarının öfkesinden korkuyorum; ortada bir öfke yokken bile bundan korkuyorum. Reddedilmekten veya terk edilmekten korkuyorum. Başarıdan ve başarısızlıktan korkuyorum. Göğsümde ağrı hissediyorum, ayrıca her gün kollarımın ve bacaklarımın karıncalandığını ve uyuştuğunu da hissediyorum. Neredeyse her gün ağrılar çekiyorum. Yaşamımın çoğu gerçekten acı içinde geçiyor. Artık dayanamayacağımı hissediyorum. Baş ağrılarım var. Sürekli sinirliyim. Nefes daralması, taşikardi, amaçsızlık ve panik bana sıkıntı veriyor. Sürekli üşüyorum ve ağzım kuruyor. Yutkunmakta güçlük çekiyorum. Enerjim ve motivasyonum yok ve yaptığım bir işi bitirdiğimde tatmin duygusu yaşamıyorum. Bunalıyorum, kafam karışık, zihin bulanıklığı yaşıyorum ve her zaman çaresiz ve umutsuzum. Kontrol edemediğim öfke patlamalarım ve depresyonum var.” (Levine, 1997)
Travmatik yaşantılar maalesef hayatımızın bir gerçeği. Ama bu travmanın normal ve olağan bir şey olduğu anlamına gelmiyor. Maalesef travmaların çoğu -hatta hemen hepsi- insan kaynaklı. Deprem gibi bir doğal afet bile insan ihmali yüzünden doğal bir travma olmaktan çıkıyor. Tüm bunlar travmanın doğal sonucu olan öfkeye yol açsa da, travmanın kadere dönüşmek zorunda olmadığını bilmek biraz olsun rahatlatıyor. Evet, travma kaderimiz olmak zorunda değil. Elbette ki travmayı çözmenin en garanti yolu, travmatik olayın hiç yaşanmamasını sağlamak. Ancak bu oldukça geniş çaplı bir tedbir olduğundan ve halihazırda yeterince travma yaşadığımızdan, ben bu yazımda travma iyileşmesini anlamak için öncelikle travmanın nasıl işlediğini açıklamaya çalışacağım.
Travmatik yaşantılar keşke hiç yaşanmasa dediğimiz türden deneyimler. Ancak dönüştürüldüğü takdirde oldukça faydalı olduğunu söyleyebilirim. Travmayı iyileştirmek için öncelikle travmanın nasıl meydana geldiğini anlamak gerekiyor. Nasıl oluştuğunu anladığımızda ve travmanın çözülmesini engelleyen mekanizmaları teşhis ettiğimizde, organizmanın kendi kendini iyileştirmek için hangi yollara başvurduğunu da kavramaya başlarız.
Travma gibi baş etme kapasitemizin çok üzerinde bir tehditle karşılaştığımızda hem zihnimiz hem de bedenimiz birtakım tepkiler veriyor, bu nedenle travma sadece psikolojik değil, aynı zamanda fizyolojik. Bu tepkiler aslında doğadaki sürüngenler ve diğer memeliler ile ortak olan tepkiler. Büyük bir tehditle karşılaştıklarında sürüngenler ve memeliler şu üç ana tepkiyi veriyor: Savaş, kaç veya don. Savaş veya kaç tepkilerini belki daha önce bir yerlerden duymuşsunuzdur ama donma tepkisini duymamış olma ihtimaliniz yüksek. İşte insan travmasının gizemini çözmek istiyorsak anlamamız gereken tek ve en önemli tepkinin de donma tepkisi olduğunu söyleyebilirim.
Donma tepkisi hayatta kalmak için son çare. Ölümle burun buruna gelinen bir anda, yapacak hiçbir şey yoksa kontrolü bedenimiz devralıyor, işte bu nedenle travma fizyolojiktir diyoruz. Kurtulmanın imkansız olduğunu algıladığımız bir durumla yüz yüze geldiğimizde ya da bizi aşan bir tehditle karşılaştığımızda insanlar ve hayvanlar olarak ortak tepki olan hareketsizlik (donma) tepkisini veriyoruz. Donma tepkisi bilinç düzeyinde kontrol edilemiyor. İstem dışı bu tepkiye beynimizin en ilkel ve içgüdüsel bölümü karar veriyor. Beynimiz sadece ilkel beyinden ibaret değil. İnsan beyni birbirini tamamlayan üç bölümden oluşuyor: İlkel ve içgüdüsel olan sürüngen beyin, duyguları ve limbik sistemi kontrol eden memeli beyni ve mantıksal düşünen, insana özgü beyin olan neokorteks.
Eğer hayatın devamını tehdit eden bir durum algılandığında (travma) doğadaki hayvanlarla benzer tepki veriyorsak, doğadaki hayvanların travmadan kaçmak için nasıl davrandığını incelemek bize bir fikir verebilir. Bunun için hızla vahşi kediden kaçan bir antilopun ölü takliti yapmasını yani donmasını düşünelim. Can havliyle av olmaktan kaçan antilopun kan basıncı ve kalbi hızla çalışmaktayken, kaçacak yer olmadığını anladığı anda kontrolü sürüngen beyni devralıyor. Kaçacak yer olmayınca antilopun sürüngen beyni kontrolü devralıyor ve ölü taklidi yapıyor, yani donuyor. Bu durum vahşi kedinin ölü zannettiği antilopa zaman kazandırıyor. Zaman kazanan antilop titreyerek bu donma halinden çözülerek av olmaktan çıkıyor, o artık hayatta kalan oluyor. İşte insanların travmatik semptomlarını iyileştirmenin anahtarı da burada: Doğadaki hayvanların titreyerek hareketsizlik ve donma tepkisinden kurtulup yeniden hareketli ve fonksiyonel olmak için yaptıkları o akıcı uyum hareketlerini taklit etmekte.
Travmatik belirtiler aslında olayın kendisinden de değil, donan ve böylece çözülüp boşalamayan enerjiden kaynaklanıyor. Söz konusu boşalamayan bu enerji sinir sisteminde adeta kapana kısılıyor. Bahsi geçen donma ve hareketsizlik halinden çıkılamadığında travmatik belirtiler ortaya çıkmaya başlıyor. Sıkışan bu enerjinin boşaltılması bedenin eski dengesine gelmesi için gerekli. Donma tepkisini son sürat giderken aniden frenine basılan bir arabaya da benzetebiliriz. İşte böyle bir hızla çalışırken aniden duran, dışarıdan donmuş görünen bedende, sinir sisteminin içsel hızı adeta bir kasırga gibidir. Travmayı yaşamış kişi, bu tehditle başa çıkmak için harekete geçen enerjinin tamamını boşaltmak zorundadır, aksi takdirde travma yakasını bırakmaz.
Bu sıkışmış enerji öyle basitçe çekip gitmez de, bedenin içine yerleşir ve çeşitli semptomlarla kendini gösterir. Bunların başında anksiyete, depresyon, bağımlılıklar, psikosomatik veya davranışsal sorunlar geliyor. Bu belirtilerin varolma amacı sinir sisteminde sıkışmış olan bu enerjiyi tutmak. Hayvanlar bu sıkışan enerjiyi doğa içinde içgüdüsel olarak boşaltabildiklerinden, genellikle travma yaşamıyorlar. Ancak biz insanlar bu konuda onlar kadar başarılı değiliz. Sıkışan bu enerjiyi serbest bırakamadığımız için travmatik belirtiler gösteriyoruz.
Travma aslında sandığımızdan daha yaygın ama birçoğumuz varlığından haberdar değil. Herkes travma yaşıyor. Travma sonrası stres bozukluğu göstermesek bile hayatımızın herhangi bir noktasında travmatik bir deneyim yaşamış oluyoruz. Kendisini yıllarca gizli tutabildiği için travmayı fark etmiyoruz bile. Travmayı anlamak istiyorsak, sürüngen beynimizin içine yerleşmiş ilkel enerjileri anlamamız gerekiyor.
Belki bizler sürüngen değiliz ama hem sürüngen, hem de memeli mirasımıza erişmeden tam olarak insan olamıyoruz. İnsan olarak tam ve bütün olabilmemizin sırrı, beynimizin tüm fonksiyonlarıyla bütünleşebilme yeteneğinde saklı. Travmayı çözmek için içgüdüler, duygular ve mantıklı düşünceler arasında akışkan bir biçimde hareket etmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Bu üç kaynak uyum içinde olduğunda, aralarında duygu, his ve bilişsel açıdan iletişim sağlandığında, organizmamız tasarlandığı biçimde işliyor. Bunun için bedensel duyumları tanımlamayı ve onlarla temas kurmayı öğrenerek içgüdüsel davranışlarımızın kökenine inip onu anlamaya başlayabiliriz. İçgüdülerimiz, duygularımız ve bilincimiz birleşip organize olduğunda, ancak o zaman tam ve bütün oluruz.
Özetle travma iyileşmesi için içgüdülerimiz ve duygularımızla bağ kurup bütün olmamız gerekiyor. Bunlarla net bir bağlantı kuramazsak, ne bu dünyaya, ne bir aileye, ne de herhangi bir şeye ait hissedemiyoruz. Aidiyeti ve bağlantıyı kaybetmek, bizi yalnızlık boşluğuna sürüklüyor. Bu bağlantısızlık rekabete, savaşmaya, birbirimize güvenmemeye ve hayata duyduğumuz saygıyı küçümsemeye yol açıyor. Bağlantıda hissetmezsek bir şeyleri yok etmemiz ve görmezden gelmemiz kolaylaşıyor. İyileşmek için travmanın içinden geçmek, silkinerek donma ve hareketsizlik halinden kurtulmak gerek. Travmanın içinden geçebilmek için ihtiyacımız olan şey ise sükunet, güven ve sıcaklık. Ancak bu şekilde tamamlanmış ve bütün hisseder, nihayet huzura kavuşuruz. Travmaların türlüsünü yaşadığımız bugünlerde, umarım yazdıklarım biraz olsun yardımcı olur. Şunu hatırlatmak isterim ki, travmaların bile bir çözümü var. Bir psikolojik danışmandan profesyonel destek almak isterseniz ayselkeskin2004@yahoo.com adresine e-posta göndererek bana ulaşabilirsiniz. Yazımı Anathema’nın şu şarkısıyla bitirmek istiyorum:
Kaynak:
Levine, P. A. (1997). Waking The Tiger: Healing Trauma – The Innate Capacity to Transform Overwhelming Experiences, North Atlantic Books,U.S.
İlginizi çekebilir: Anormal duruma normal tepki göstermek: Öfke ve kederin dili travma