Travma bir yaralanmadır, zamanla değişerek yeni boyutlar kazanabilir
Yaşamda ani ve beklenmedik olan olaylar, kişinin kendisini tamamen çaresiz hissetmesi ve süreğen bu zaman diliminde fiziksel, psikolojik ve bilişsel olarak ağır derecede olumsuz etkilenme travma olarak ifade edilmektedir. Olayın kendisi, bu olayı kimler yaşadı; yakın ya da uzak kimler maruz kaldı, var olan ilişkileri ve travmatik yaşantıya neden, onu etkileyen çevresel faktörler travmayı belirleyen unsurlardır. Kuramsal açıdan değerlendirirsek öğrenme kuramına göre birey, travmatik olayların kendisini üzeceğini bilir ve bu durumdan kaçmak ister, bilişsel kurama göre ise dünya yaşanılası ve güvenli bir yer iken travmatik süreçlerle bu düşünce yıkıma uğrar ya da biyolojik modele göre ise travmatik süreçlerle devrede olan noradrenalinin azalması, dopaminerjik sistemin aktivitesi ya da seratoninin noradrenalin ile ilişkisi travma sonrası stres bozukluğu üzerinde bir etkiye sahiptir. Ve elbette maruz kalma sonrasında belli özellikleri ortaya koyan ve fiziksel bütünlüğü tehdit eden bu bozukluktan bahsediyor oluruz.
Özellikle doğal afetler sonrasında travmayı, toplumsal travma olarak düşünmek yerindedir. Toplumsal travma kendine has, çok geniş boyutları olan bedellere sahiptir. Bu bedeller sosyal sermaye ve sosyal hizmetlerde aksama ve bozulma, dolayısıyla sağlık ve ruh sağlığı hizmetlerine erişimde sıkıntı, üretkenliklerde olan değişimler ve sosyal ağların kopması olarak açıklanabilir. Travmanın bu hali oldukça tehlikeli ve zorlayıcıdır. En önce etkilenen aile kurumları yaşamlarını sürekli bir tehdit altında hisseder ve dünyaya olan inançlarında bozulma olur, güven duyguları sarsılır. Korku, ümitsizlik ve çaresizlik duyguları bu süreçte yaşanan temel olarak duygulardır.
İlk anlardan itibaren yapılacak psikolojik ilk yardım müdahaleleri ile ortaya konulan hemen müdahale, stabilizasyon (bir düzen oluşturma), anlayışı kolaylaştırmak, sorun çözmeye odaklanma ve özgüven desteği kritiktir. Toplumsal nitelikte düşündüğümüzde güvenlik, teskin edilme, öz yeterlik ve kolektif yeterlik, bağların güçlendirilmesi ve umut aşılama gibi olumlu müdahalelerin yerine getirilmesi bireyleri güçlendirerek, kayıp döngüsünü kırmalarını ve değerlerin onarılmasını sağlamaktadır. Ve fakat bu uzun bir süreçtir. Bu nedenle travma, bir yaralanmadır aslında. Yaşanan ve felaket olarak nitelendirilebilecek olaylardan sonra bizde; içimizde ne olduğu ile ilişkilidir. Bunu bir kopma olarak değerlendirirsek belki de bireyin duygusu, vücudu ve en nihayetinde kendisi ile bir kopuşudur. Bireyin baş etme olanakları artık yetersiz kalmaktadır. Çünkü tüm bu olanlar bütünlüğü tehdit etmiş, anlamlandırmalar ifadesiz kalmış ve birçok değer kaybolmuştur. Kendini kaybetmiş birey ya da toplumun kendini onarması ise duygu, vücut ve ilişkilerle yeniden bağlanmaktan geçmektedir. Bu zaman alacak bir süre olmakla birlikte birbirine dokunmak, o an orada olmakla mümkün kılınacak bir oluşumdur. Ve biliriz ki travmatik olayların bireyde ne yarattığı ile ilişkili olan bu yaşantılar, zaman içinde başka şekillerde tezahür edecek olup anlamlar, etkilenmeler değişerek yeni boyutlar kazanacaktır. Yeter ki iyileşme ve iyileştirme niyetinde olalım.
İlginizi çekebilir: Ailenin psikolojik sağlamlığını etkileyen faktörler