Toprak yer değiştiriyor. Bedenlerimizin toprağı yerlerini değiştiriyor. Köklerimizin yayıldığı yerlerden kaydı gitti. Açıkta kaldı köklerimiz.
Bakakaldık!
Bunca yıldır inandıklarımız, bunca yıldır yatırım yapıp üzerine hayat inşaa ettiğimiz her şeyin zemini zangır zangır sallanmaya başladı.
Yıkıldı yıkılacak.
Felaket senaryosu gibi duyulsa da bir varoluş hikayesi.
Bu kadar tutunmanın sonucunda, hayat adına bu kadar yatırımın ve inancın sonucunda elimizde kalan çıplak kökler!
Yürüyen ağaçlar olmalıydık bu durumdan negatif etkilenmemek için, sadece topraktan değil, sudan, havadan, ateşten de beslenen, mutasyona uğramış, her duruma kolaylıkla uyum sağlayanlar olmalıydık!
Olabildik mi?
Eğer şu an, şu gün ağlamıyorsak derdimizden, her şeyimizi kaybetmiş, boşluğa düşmüş gibi hissetmiyorsak en azından topraktan başka beslendiği şeyler de varmış demek köklerimizin. Ya da becerebildiysek köksüzlüğü, yani hiçbir şeye bağımlı olmadan yaşayabilen olmayı, anlamışızdır. Geçmişizdir bu değişimle olacak veya olan sınavımızdan.
Kendi önümüze, kendimizden daha değerli, önemli bir şey koymadıysak (burada kibirden bahsetmiyorum) kendimizi de alıp gidebiliriz canımız yanmadan başka bir diyara demektir.
Bağımsızlık…
Dışımızdaki her şeyden ve herkesten bağımsızlık!
Özgürlük ne işe mi yarar?
Bu güne kadar yaptığımız “özgürlük çığırtkanlığı” ne mi demekti?
Yakında hep beraber göreceğiz.
Kişisel hayatlarımızda, iş güç, sevgili, dost, mekan, eşya… Tutunduğun her duygu, kızgınlık, acınma, ideoloji… Her ne ise kendinden de öteye koyduğun, bir erozyon ile taşındığında elinde kalanlar ile yepyeni bir hayata başlayabilme huzurudur.
Her seferinde yeniden başlama, her seferinde yeniden varolma…
Ormanlar yandı, dünyanın ciğeri gitti!
Şimdi tabiat ana bize tekrar başlamanın nasıl olacağını uygulamalı olarak gösterecek. Yanan her yerde yeni filizler doğacak, sular basacak, topraklar yer değiştirecek. O koca bedenli, tüm bedenini farkındalığı ile hareket ettirip yaşamı tekrar “olması gerektiği şekilde” kuracak.
Ve biz küçük dünya insanları, ondan öğreneceğiz. Atamızdan, öğreneceğiz. Tutunmadan yer değiştirmeyi, direnmeden hareket etmeyi. Sevgiyi kaybetmeden çabaya devam etmeyi, sürekliliği, akmayı, akışta kalmayı ve onun gerçek bir parçası olmayı…
Birlik dediğin nedir ki?
Elementlerin bile bir şu evrenle, sen nasıl ayrı olabilirsin?!
Ateşini doğru kullanamayan insan, bir yerde patlatır kendini, yakar, yok eder.
Tüm dünya yanarken, sen de hırslarına, tutkularına baktın mı?
Aşırıya kaçtığın yerde etrafını nasıl dumana boğup yaşanmaz kıldığını, kendi özünü kavurduğunu gördün mü?
Tutunduğunu, kendi ellerinle yok ettiğini gördün mü?
Denge ne mi demek?
Bedenindeki ateşi suyu toprağı kontrol etmek demek!
Senden ayrı değiller.
Sen ki, yaşamdan ayrı kibritçi kız gibi buzullar arasında iki çöp ile ısınacağını sanan… Buzla buz olup, ondan ateş çıkarmayı öğrenemediğinde, dışında kalırsın “bir” dediğinin.
Spiritüel hayat, gerçek hayattır. Gerçek diye tutunduğun ise bir kurgu!
Eğer hala görmediysen, en büyük beden bize bunu gösterecek.
Aynen çocuklarına yemek yemeyi, koşmayı öğreten bir anne gibi. Önce kendi yapacak, usul usul yaptığını daha görünür yapacak.
Ayırma arkadaşım, bedeni, ruhu, hayatı kendinden ayırma. İşi, gücü, sevgiyi, sevgiliyi ayırma. Hepsi tek, hepsi bir.
Eğer görüyorsan, koca memeli kadının dediklerini duyuyorsan…
Hoş geldin arkadaşım, yeni dünyaya hoşgeldin.
Zarafetten, açıklıktan, saflıktan, saygıdan başka değer yok.
Yürürken sevgin eksik olmasın, gözlerine baktığın her can senden bir parça. Sev ki hatırlasın, sev ki dışarıda kalmasın. Onu kat ki içine, sen dışarıda kalma.
Her kimsen, ne ve kim olarak var olmayı seçtiysen, seni seviyorum. Tüm renklerini, gösterdiğin her şekli, öğrettiğin her bir kelimeyi…
Eğer dünyada bir kişi bile biliyorsa sorduğun sorunun cevabını, hepimiz biliyoruzdur artık! Bu yüzden, sorana da, cevaplayana da selam olsun!
Seni görüyorum.
İlginizi çekebilir: Duymak isteyenlere: Sevdiğinin sana selamı var