Ne kadarı biyolojik, ne kadarı toplumsal, psikolojik, sosyo-ekonomik vs. belirlemek belki de mümkün değil, ama cinsiyetimiz tüm bu etkenlerin karışımıyla oluşuyor. Bu sebepten dolayı salt biyolojik cinsiyet üzerinden konuşmak yetersiz olduğu gibi, eldeki tek ‘kesin’ veri bu olunca ona mecburuz. Bunun farkında olmanın önemi konusunda ufak bir hatırlatma yaparak, bu yazıda da aslında kadın veya erken derken yetersiz olsa dahi biyolojik cinsiyetimizi kastedeceğim.
Simone de Beauvoir’ın ünlü kitabı “İkinci Cins”te değindiği nokta her daim aklımda: Afrikalı kölelerin köleliğe karşı veya işçi sınıfının sömürü sistemine karşı örgütlenmesi ve bunlara bir son vermek için bu uğurda bir araya gelmeleri gibi, erkek egemen sistemin dayattığı tüm sorunlara karşı bir türlü tek vücut olup birlikte mücadele edemiyor kadınlar; yani mücadele edemiyoruz. Çünkü aynı zulmü çeken hemcinsleriyle dayanışma içinde olup, kendi ayakları üzerinde durmaktansa, karşı cins ile ‘sırtını ona yaslamaya’ dayalı bir ilişki içerisinde olmayı tercih ediyor.
Yani erkek egemen sistemin sürdürülmesinde biz kadınların payı da çok büyük. Tecavüz, cinayet, taciz, şiddet, baskı, aşağılama, adam yerine koymama, özgürlüğün kısıtlanması gibi fiziksel ve ruhsal zararın ve buna sebep olan mentalite çarpıklığının doğrulanabilir hiçbir yanı yok. Buna rağmen hatta belki de özellikle bu yüzden elimizi vicdanımıza koyalım ve çevremizde (ve belki de kendimizde) ‘birine kapak atıp, üstüne çocuk yaptım mı tamam’ diye mantık yürütenleri düşünelim. Veya ‘sürüdeki’en ‘iyi’ karşı cinsi ‘elde etmek’için açıkça veya gizlice acımasız bir rekabet içinde olanları…
Mutsuz evliliğinin, kocasının ilgisizliğinin ve hayatının neredeyse tüm alanlarında bir başkasına bağımlı olmasının acısını (bilinçli veya bilinç dışı) hayatını çocuklarına adamış fedakar anne rolünün arkasında, Freudiyen analize bile gerek kalmayacak şekilde oğlunun ‘ideal kadın’ı rolünü başkasına kaptırmak istemeyen kadınları düşünelim… Bu erkek çocuk karşı cinsle ne sağlıklı bir yetişkin ilişkisi kurabilir, ne de onunla beraber olan kadın, ‘kayın valide’ teröründen kurtulabilir.
Gerçekten ihtiyaç duyulan dayanışma ortamını ve topluluklarını yaratan kadınların, onlara destek olmak isteyen erkekleri “onların ne işleri var aramızda” diyerek sert bir şekilde dışlamalarını düşünelim.
Zorlu koşullarda kendilerine yönetici pozisyonlarında yer etmiş kadınların, altlarında çalışan hemcinslerine daha da acımasız davranmalarını düşünelim.
Yani erkeklerin kadınların hayatlarını kararttığı kadar, hem kız hem erkek çocuk yetiştiren kadınların her iki cinsiyete de ne kadar zarar verdiğini düşünelim…
Kadın olarak sorumluluğumuz kendimizi mümkün olduğunca geliştirmek, ufkumuzu genişletmek ve aracısı olduğumuz bu muhteşem yaratıcı gücü sorumlu ve bilinçli şekilde kullanmak. Ve tabii ki eğitim – öğretim kurumlarına ulaşımı olmayan çocuklar ve genç kızların bunlara sahip olmalarını sağlamak en önemlisi belki de. Böylece, bilinçli kadınlar ilerde yetiştireceği çocuklara da bu özdeğer, çevresine saygı, farkındalık, dirayet, yüreklilik ve güç gibi değerleri aşılayabilirler. Bir toplumda kadınlar yeterince gelişemezlerse maalesef yukarıda bahsettiğim senaryoların birinin içinde bulunması olası.
Şunu da unutmamak lazım, fatura bir cinsiyetin tüm mensuplarına kesilemez; ne kadınlara ne erkeklere.
Ve bu vesileyle eşiyle, dostuyla, sevgilisiyle, annesiyle, kız kardeşiyle, komşusuyla, sıra arkadaşıyla, hayatı herhangi bir noktada kısacık da olsa kesişen tüm kadınlarla dayanışma, karşılıklı saygı, anlayış içinde olup, zor zamanlarında destek, iyi zamanlarında keyfe ortak olabilen tüm erkeklere ve onları yetiştiren kadınlara saygı ve sevgilerimi yolluyorum.
İyi ki varsınız.