Cinsiyetin getirdiği yükler karşımızdaki insanı insan olarak değerlendirmekten alıkoyuyor. Son dönemde hem ilişkiler hem de kadın hakları üzerine yoğun bir gündemimiz var. Bunları ele alırken belki de aslında kendi bakışımızın hangi kalıplardan çıkageldiğini sorgulamalıyız ilk önce.
İlişkiler bazında baktığımızda kadın ve erkek davranışlarını belirli kriterler üzerinden tanımladığımızı ve etiketlediğimizi daha önceki yazılarımda anlatmıştım. Dokunmak istediğim konu, insanın “cinsel organından bağımsız” insan olarak ele alınmasından başka bir şey değil.
Böyle söylediğim zaman özellikle kadına şiddet teması üzerinde daha hassas durduğumuz şu günlerde sesler biraz yükseldi.
“Erkek insan ama kadın insan değil, yaşadığımız bu” dendi.
Buna bir noktada katılsam da, genel olarak katılmıyorum. Kadın haklarından ziyade, insan haklarına bakmamız gerektiğini düşünüyorum. İnsan olarak özgür müyüz? İnsanlığımızı olduğu gibi yaşayabiliyor muyuz?
Ve kadınlar, “Özellikle biz yaşayamıyoruz” diyeceklerdir.
Oysa erkekler de yaşayamıyorlar her ne kadar aksi gibi görünse de.
Bir erkeğin, eril kişinin, yaşadığımız coğrafyada yaşadıklarına bakarsak…
Sünneti, askerliği, kendi adını yüksek sesle söyleyebildiği anda aldığı hayat sorumluluğu, kişinin bireysel özelliklerinden bağımsız olarak omuzlarına yükleniveriyor. Bir erkeğin, bedenine dinsel inançlar sebebiyle onun rızası olmadan, ileride seçebileceği inancın ne olduğu bilinmeden müdahalede bulunuluyor. Sebebi ne olursa olsun… Burada inançları tartışmıyorum, burada bedene yapılan müdehalenin insan psikolojisine etkisine bakıyorum.
Bir insan yavrusunun cinsel organına geri dönüşü olmayan bir müdahalede bulunuluyor.
Aynı şeyi kız çocukları için düşünelim. Neredeyse her kız çocuğu bu ülkede hafif ya da ağır tacize uğramış durumda. Bu tacizlerden en hafifi, büyük birinin çocuğun rızası olmadan onun cinsel bölgesine “yakın” herhangi bir noktasına dokunması olabilir ve bu yanlışlıkla veya iyi niyetli bir sevgi gösterisi olabilir (çocukların popolarına vurmak gibi). Bu konu, o kız çocuğunun büyüdüğünde, cinselliğe bakış açısını, kendisine bakış açısını çok derinden etkileyen, yönlendiren bir hal alabiliyor.
Sorum şu, peki erkek çocukları ne hissediyordur?
O yaşta bir çocuğun, dini bir gereklilik açıklamasını enerji bedeni algılayabiliyor mudur?
Ve aynı erkek çocuğu, hormonal olarak hayatının en yüksek noktasında askere gidiyor, birçok erkekle birlikte ve bu da bir mecburiyet, hatta bazı durumlarda ölüm kalım meselesi. Erkek olan, diğer tüm insanlar gibi ölümden, çatışmadan korkmuyor mudur?
Ve yine bir erkeğin, aile kurmak istediğinde işini gücünü çoktan rayına koymuş bir şekilde kendisi dışında kişileri de besleyebilecek bir duruma gelmiş olması bekleniyor.
Peki bir erkeğin, ben bir-iki sene çalışmak istemiyorum deme lüksü var mı eşine? Çalışmaktan, yaptığım işten yoruldum deme lüksü?
Herhangi bir buhran içine girip kendi duygularını darmadağın yaşama şansı?
Gelmek istediğim nokta şu: Erkeğin sorgulamadığımız doğası aslında defalarca tacize uğruyor. Defalarca manipülasyona uğruyor ve devam da ediyor.
Bu eril kişi ne kadar sağlıklı olabilir? Ne kadar özgür olabilir?
Yaşadığı özgürlük, onun “belirlenmiş kurallar” içerisinde kendini göstermesinden ibarettir.
Aynı şekilde, kadın da doğduğu andan itibaren “değersizlik” ve “zayıflık” kalıpları içinde yoğruluyor. Sonrasında da metalaştırılıp elinden özgürlüğü alınmış “eril”e tabakta “hediye” olarak sunuluyor.
Aslında oyun basit, ne güçlü dediğimizin gerçek bir gücü ve iradesi var, ne de zayıf dediğimizin kimliği…
Neticede insanın insan olmasına izin vermeyen bir sistemin içindeyiz. Yok birbirimizden farkımız. Kadınlar kadar erkekler de mağdur durumda.
Ama çizilen tablo, erkeğin fail, kadının kurban olduğuna dair.
Buraya hepimizin tekrar bakması gerekiyor bence. İlk kurbanımız erkekler. Kalıbın dışına çıkmasına asla izin verilmemiş olanlar.
Ve cinsel organlarından bağımsız olarak, insana odaklanmak en başta yapmamız gereken.
Artık hepimiz biliyoruz, bedenlerimizin cinsiyeti ne olursa olsun her iki enerjiyi de içimizde taşıyoruz. Yani hepimiz hem “eril” hem de “dişil” enerjiyi taşıdığını biliyoruz. Sadece kalıplar çerçevesinde deneyimlememiş olabiliriz o kadar. Ve bizler, önce içimizdeki erile nasıl anlamlar ve görevler yükledik, içimizdeki dişili nasıl yargıladık, bunları araştırmalıyız.
Ancak içimizdeki erili ve dişili özgürleştirdiğimizde, cinsiyetlerini almış olan enerjileri anlayabilir, dönüştürebiliriz.
Bazen hiçbir şey göründüğü gibi değildir ve daha yakından bakmak gerekir.
Gerçekten fail olan erkekler, kurban olan kadınlar mı? Yoksa kurban olan tüm insanlık mı?
İlginizi çekebilir: Kadın ve erkek doğasını ne kadar iyi anlayabiliyoruz?