Toplumsal cinsiyet, en yalın ve anlaşılabilir şekliyle toplumun biyolojik cinsiyete bağlı olarak bireye atfettiği roller ve değerler bütünü olarak tanımlanabilir. Dünyanın her yerinde beklentiler, değerler, dış görünüş, davranışlar, inanç sistemleri ve toplumsal roller kadın ve erkekler için farklı şekillerde yapılanmış durumda.
Günümüzde toplumsal cinsiyet üzerine yapılmış olan araştırmaların büyük bir çoğunluğu toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve bu eşitsizliğin kadınların toplumsal alandaki varlığı üzerindeki olumsuz etkileri üzerine. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin temelinde erkeklere atfedilen rollerin toplumsal normlar olarak kabul edilmesi ve şiddet, tutuculuk, güç kullanımı gibi davranışların toplum tarafından erkek cinsiyetine özgü, normal davranışlar olarak kabul görmesi yer alıyor. İki cinsiyet arasındaki bu güç dengesizliğinin doğal bir sonucu olarak da kadınlar sırf kadın oldukları için aynı emeği sarf ettikleri halde iş yerinde ayrımcılığa maruz kalabiliyorlar ya da erkekler tarafından fiziksel, psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddete uğruyorlar.
Toplumsal cinsiyet konusunda çalışan ruh sağlığı uzmanları toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin çözümü konusunda yapılabilecek en etkili şeyin çocukların erken yaşlardan itibaren cinsiyetsiz bir dille ve tavırla yetiştirilmesi gerektiği olduğunu belirtiyor.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği konusunda yapılan çalışmalar çoğunlukla kadınların bu eşitsizlikte mağdur olan tarafta bulunması üzerinden yürütülse de son zamanlarda erkeklerin de toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin olumsuz etkilerinden en az kadınlar kadar muzdarip olduğunu gösteriyor.
Özellikle babalara danışmanlık ve psikolojik destek veren ruh sağlığı uzmanları ve sosyal çalışmacılar, babalık rolünü üstlenmiş olan erkek bireylerin ebeveynliğin duygusal boyutuyla ilgili çok fazla problem yaşadıklarını belirtiyor. Oğlan çocuğu olan babalar çocuklarının duygularını diledikleri gibi yaşamaları gerektiğini biliyor ve savunuyor olsalar bile, uygulamada çocuğun tüm duygularını olduğu gibi yansıtması kendilerini son derece rahatsız edebiliyor.
Bir baba oğlunun futbola ya da baleye ilgi göstermesinin bir fark yaratmayacağını, kendisi için eşit derecede kabul edilebilir olduğunu belirtse de, oğlu baleye ilgi gösterdiğinde eşcinsel olduğuyla ilgili içten içe bir endişe taşıdığını gözlemleyebiliyoruz. Babaların çoğu, oğulları erkeksi davranışlar sergilemediğinde ya da oğulları toplum tarafından erkeğe atfedilen ilgi alanlarına yönelmediğinde yeterince iyi rol model olamadıkları kaygısı taşıyabiliyor. Bu ve bunun gibi birçok örnek, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin neden olduğu olumsuz durumların kadınlar kadar erkeklerin de omuzlarına ağır yükler yüklediğini gösteriyor.
‘American Journal of Men’s Health’ dergisinde yayınlanmış olan çok yeni bir bilimsel çalışmada erkeklere atfedilen toplumsal cinsiyet rollerine olan bağlılığın (üstünlük taslama, şiddet, kadınsı davranış karşıtlığı, duygusal kontrol ve özgüven) olumsuz duygulanım, depresyon, saldırganlık, nefret ve psikolojik problemlerle olan ilişkisi araştırılmış.
Araştırmacılar bu olgular arasındaki ilişkiyi incelerken, toplum tarafından erkeğe atfedilmiş rollerin yukarıda bahsedilen olumsuz sonuçların ortaya çıkmasında nasıl bir rolünün olduğu sorusuna cevap bulmaya çalışmışlar.
Duygusal bastırılmışlık, korku ve cinsiyet rolleri
Psikoloji biliminin babası olarak nitelendirilen Sigmund Freud’a göre insan mekanizması çatışmadan kaçınmak için geliştirdiği içsel dürtülerle ve güdülerle hareket etmeye programlanmıştır. Kendimizi depresif hissettiğimizde bunun hayatımızı olumsuz etkilediğinin farkına varır ve depresyonla başa çıkıp hayatımıza kaldığımız yerden devam edebilmek için içsel mekanizmalarımızı kullanarak uygun çözüm yolları üretmeye çalışırız. Gerginlik hissettiğimizde bir şekilde gerginliğimizi kontrol altına almaya ve bizi gergin hissettiren durumlarla başa çıkmaya çalışırız. Olgunlaştıkça ailemiz, toplum ya da aldığımız eğitim bize bu dürtülerin sansürlenmesi gereken şeyler olduğunu öğretir. Sansürlenmesi gerektiğini öğrendiğimiz bu güdüler, her konuda olduğu gibi söz konusu bize atfedilen cinsiyet rolünün tersine bir duygu, davranış ya da düşünce söz konusu olduğunda da içsel bir sansür mekanizmasından geçirilir.
Toplumun geneli tarafından kabul görmeyecek bir düşüncemiz ya da isteğimiz olduğunda yargılanmamak için bu düşüncemizi ya da isteğimizi bastırma eğilimi gösteririz. Sürekli olarak bastırılan düşünce ve istekler, zamanla onları ayıp ya da kaba olarak algılamamıza ve onlara karşı oto-sansür geliştirmemize neden olur. Erkek gibi olma davranışını ve bize erkeklik rolünü atfeden toplumsal ihtiyacı içselleştirdiğimizde, erkeksi olmayan her şeyin sansürlenmesi gerektiğine dair içsel mekanizmamız harekete geçer.
Freud, bastırma davranışını hidrolik bir makinanın çalışmasına benzetir. Makineyi gerektiğinden uzun çalıştırırsanız hava basıncı gittikçe artar ve bu basınç makineyi zorlayarak makineye zarar vermeye başlar. Tahliye vanası basıncı azaltmanızı ve makinanın düzgün şekilde çalışmaya devam etmesini sağlar. Benzer şekilde, duygularımızı ve isteklerimizi çok uzun süre bastırdığımızda kendimizi başa çıkabileceğimizden çok daha fazla enerjiyle yükleriz ve bu enerjiyi boşaltacak bir mekanizma bulamadığımızda patlamaya hazır bir bomba gibi gezeriz. Toplumsal olarak erkeklere atfedilen roller de bireylere korku ve bastırılmışlık duygusu dikte edilerek öğretildiği için erkek bireylerin ileriki dönemlerde şiddet, saldırganlık, öfke gibi riskli davranışlar sergilemesi de kaçınılmaz olabiliyor. Bu bireyler yetişkinlik dönemlerinde çevrelerindeki diğer insanlara fiziksel ve ruhsal olarak zarar verebildikleri gibi kendilerine de zarar verme eğilimi gösterebiliyor. Toplumsal olarak kendisine atfedilen rolleri eksiksiz yerine getirmesi beklentisi içinde baskı görmüş ve korkutulmuş, yeterince erkeksi olmadığı için hemcinsleri ve karşı cinsleri tarafından dalga geçilmiş ve aşağılanmış erkek bireyler psikolojik problemlerle karşı karşıya kalabiliyor ve bunun sonucunda hem kendilerine hem de çevrelerindeki kişilere zarar verebilecek şiddet, öfke ve nefret içeren davranışlar sergileyebiliyorlar. Büyük çerçeveye bu açıdan baktığımızda, kadına şiddet, homofobi, cinsiyete bağlı ayrımcılık gibi birçok toplumsal problemin neden erkek bireylerle ve erkeklik rolüyle bağdaştırıldığını net şekilde görebiliyoruz.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği konusunda yapılan çalışmalar her ne kadar kadınların güçlendirilmesi ya da kadına yönelik şiddetin ve ayrımcılığın ortadan kalkması gibi kadın odaklı olarak yürütülüyor olsa da erkek bireylerin de cinsiyet rolleri üzerinden toplum tarafından maruz bırakıldıkları psikolojik baskı ve korku kültürünün toplumsal cinsiyet eşitsizliğini beslediği göz ardı edilmemeli.
Unutmayın, biyolojik cinsiyetiniz sizin kim olduğunuzu tanımlamaz. Duygularınızı nasıl yaşayacağınıza, ne renk kıyafet giyeceğinize, saçınızı nasıl kestireceğinize, nerede ne olarak çalışmanız gerektiğine, ne kadar maaş alacağınıza, hangi sporu yapacağınıza, kime nasıl davranacağınıza cinsiyetiniz ya da toplum değil sadece siz karar verebilirsiniz.
İlginizi çekebilir: Bedeninizi sevmeye nasıl başlayabilirsiniz?
Kaynaklar:
Psychology Today
Tapv.org
Green, J. D., Kearns, J. C., Ledoux, A. M., Addis, M. E., & Marx, B. P. (2018). The association between masculinity and nonsuicidal self-injury. American Journal of Men’s Health, 12(1), 30-40.