X

Toplumsal ceza mekanizmaları: Utançtan iptal kültürüne

Utanç, işbirlikçi davranışı teşvik etmek adına kullanılagelmiş ikincil* bir duygudur. Özellikle gönüllü veya istemsiz de olsa kişinin kendini cezalandırma yoluyla istenmeyen davranışlarının düzeltilmesinde utanç önemli bir rol oynar. Orta Çağ’da ve erken modern zamanlarda da kamusal kefaret yöntemleri, toplumun ahlaki standartlarına aykırı davrananların kamusal alanda ifşa edilmesi ve utandırılması yöntemleriyle uygulanmıştır. Bu strateji Orta Çağ ile birlikte yükselişe geçen laik güçler tarafından da benimsenmiş, cezaların eğitici ve tövbe edici karakteri, dini pratiklerin kefaret anlayışlarından esinlenerek yeniden tasarlanmıştır. Özellikle, dolandırıcılık, yalan yere yemin etme, yemini bozma, zina gibi fiiller, kabahatler ve bir topluluğa karşı işlenen diğer tür ihlaller, utanç verici cezaları da beraberinde getirmiştir (kişinin kamusal alanda çıplak dolaştırılması, zincire vurulması vb.).

İnsan beyninin utanç duyma kapasitesi insanlık tarihi boyunca çeşitli şekillerde sömürülmüş ve toplumlar, komşularına ve arkadaşlarına karşı yaramazlık yapan ve normları ihlal eden grup üyelerini utandırmak için karmaşık araçlar geliştirmiştir.

Görüldüğü gibi kamusal utanç yeni bir şey değil. Tüm toplumlarda bir ceza uygulaması olarak kullanılır. Kamusal utanç devletlerin yasalarınca her daim benimsenir ve ahlaki normların günlük denetimi için kullanılır. Bununla birlikte, son birkaç yüzyılda bazı devletler kamusal utanç mekanizmasının yarattığı kısmi zulmün farkına varmış ve bu anlamda uygulanan yasalardan yavaş yavaş uzaklaşmıştır. Günlük yaşamda da artık bireyleri toplum önünde utandırmak yaygın olarak kabul edilemez bir davranış olarak görülmeye başlanmıştır. Yasalarımızda görünen “ahlaki olarak iyileşme” adı verebileceğimiz bu durum, sosyal medyanın yükselişi ve onunla birlikte yeni utanç türlerinin ortaya çıkışı ile birlikte dengesini zamanla yeniden yitirmiştir.

Utanç kavramı adı altında birbirimizi “saflık” etiketlerimizle incelemeye devam ediyoruz. Sık sık çevremizdeki insanları en ufak ihlallerinde dahi cezalandırmak istiyoruz. Gelişen sosyal ağ servislerimiz aracılığıyla yürütülen çevrimiçi utandırma sayesinde de işimiz artık daha kolay ve böylece rahatlıkla gözetim, korku ve uygunluk ortamı yarattığımızı düşünüyoruz.

Hepimiz “çevrimiçi çağrı” mekanizmasının işleyişine, sosyal ağlarda etkinliği olan kişilerin birilerini en ufak yanlışlarında nasıl karalayabildiğine tanıklık etmişizdir. Kendi ahlaki saflığını ve politik doğruculuğunu kitlelerle kutlayan çok fazla insan, çağrı yaparak nice isimleri alaşağı edebilmiştir. Neyse ki artık bu konunun yarattığı kaosa işaret edenlerin sayısı da çoğalmakta. Çağrı ve iptal kültürü elbette sona ermedi ama şimdilerde daha fazla sorgulanmaya da başlandı. Bunun nedeni çağrıcı katılımcıların bile bazen kabul görmeyen düşüncelerini açığa vurdukları anda kendilerini “iptal edilmiş” bulmalarındandır. Hiçbir ahlaki veya politik bağlantının, utandırma silahları üzerinde patent sahibi olmadığı ve hiç kimsenin bunun etkilerinden muaf tutulamadığı açıkça ortada.

Günümüzde uygulandığı şekliyle iptal kültürü, özellikle de son çare olmaktan çok ilk tepki olarak uygulandığında aslında sadece bireyciliğin bir ürünü ve belki de kaçınılmaz bir uzantısıdır. Bireycilik, kişisel çıkarı, soyutlanmış bir kişinin çıkarlarıyla sınırlı tutup oldukça dar bir şekilde yorumlar. Bu, bildiğimiz şekliyle kapitalizmin ve liberal demokrasinin arkasındaki temel çalışma prensibidir. İptal kültürünün her ikisiyle de yakın bağları vardır. Genelde iptal kültürü, iptal edilenlerin görüşlerinden yararlanılmasını engellemekle ilgilidir ve bu fenomen, sıradan insanların güçlüler üzerinde güç kullanmasına izin verdiği için bazı dönemlerde demokratikleştirici bir süreç olarak da tanımlanmıştır.

Bireycilik bize pek çok ayrıcalık getirdi ancak belki de bireyciliğin sınırlarını incelememiz, “ben ve biz” arasında yaratılan karşıtlığı fark etmemiz gerekiyor. Ben etiğinde, “birincil pazarlık birimi” bireydir. Etik hala birbirimizle nasıl geçinebileceğimiz ile ilgilidir, ancak ben etiğindeki öncül düşünce, bireyin değerlerinin ve çıkarlarının başlangıç noktası olduğudur. Çoğu güncel etik teorisi, bireycilik arka planını temel aldıkları için bu kategoriye girer. Biz etiğinde ise, tersine, ilişki birincildir. Bireylere elbette değer verilir, ancak onlara bir bütünün parçaları olarak değer verilir. Anlaşmazlıklar ortaya çıktığında odak noktası, uyum yoluyla ilişkiyi yeniden sağlamak, tüm üyelerin değerini kabul etmek ve onların çıkarlarını karşılamayı hedeflemektir.

Biz etiğinde insanları iptal etmeyiz. İlişki en üst değer olduğunda, önemli olan “ilişkiye olan katılıma” dönüşür. Tepki vermek yerine dinlemeye öncelik verilir. İptal etmek, elbette değerleri savunmanın bir yoludur ve güçlü bir ifade eylemidir. Ancak bu değerleri ilişkilerin ve bütünlüğün önüne koyduğu için bireyci bir tepkidir. İptal, tam olarak bir grup insanın artık bir başkasıyla ilişki içinde olmak istemediğinin işaretidir. Sanki domatesler, soğanların tadına artık ortak olamayacakları için yemeği terk etmeye karar vermişlerdir. Ama eğer domatesler giderse, yemeğin artık ne lezzeti ne de manevi bir değeri kalır.

Peki iptal ettiğimizde ne kaybederiz?

İptal kültürü ulaşılması imkansız bir ahlaki saflıkta ısrar eder. Tarihteki tanınmış şahsiyetlerin çoğu ahlaki olarak kusurluydu, tıpkı geri kalanımızın da olduğu gibi. Görüşlerimizi felsefe tarihinin en ünlü insanlarıyla sınırlandırmak için Aristoteles, David Hume, Immanuel Kant veya Martin Heidegger okuruz, onları anlamaya çalışırız, ancak açıkça söylemek gerekirse bu insanların çoğu ırkçı, cinsiyetçi ve hatta daha fazlası idiler. Yine de hepsi dünyamız hakkında iyi olan şeylerin çoğuyla ilgili önemli felsefi fikirler geliştirdiler. Bu fikirleri görmezden gelmek, felsefeyi büyük ölçüde yoksullaştıracak ve aynı zamanda da entelektüel tarihin gerçeklerini karartacaktır. İyisiyle de kötüsüyle de onlarla her daim ilişki içindeyiz. En ufak ayrıksı cümlelerinde iptal edilselerdi yaşanacakları düşünmek bile zor. İnsanların iyi fikirlerinin, onların kötü fikirleriyle nasıl iç içe olduğunu göstermeli ve onlarla paylaştığımız değerlere ve onlarla aramızdaki farklılıklara nasıl uyum sağlayacağımız hakkında çok düşünmeliyiz, yani, insanlarla nasıl yaşayacağımızı öğrenmeliyiz. Bu yüzden onların kusurlarıyla yüzleşmeli ve onlardan ahenkli bir şeyler çıkarmaya çalışmalıyız.

Ne zaman “iptal etmek” yapılabilecek en doğru şeydir?

Bu soruya ilkeli bir cevap verilebileceğini sanmıyorum. Belki kesin, ilkeli bir sınır çizgisi yoktur, o halde yalnızca gri bir bölge vardır ve her durum için pratik bilgelik uygulamalıyız.

Bugün, değiştiremeyeceğimiz şeyleri kabul etmek yerine, kabul edemediğimiz şeyleri değiştirme sürecindeyiz. Bu, ilerleme kaydetmenin güçlü bir yolu ve aslında düşünülenin aksine uyumlu bir şekilde de yapılabilir. Uyum umudunu yok etmeden ve bir kılıç gibi davranıp insanları yok etmeden hareket etmek belki de gri bölgenin yegane bilgeliğidir.

*Dipnot: Çoğu psikolog, utancı başka bir duyguya tepki olarak oluşan “ikincil” bir duygu olarak görür. Bazıları onu üzüntünün ikincil bir duygusu olarak sınıflandırırken, diğerleri onu korku ve tiksintiyi birleştiren üçüncül bir duygu olarak değerlendirir. Kendi hayatımda ve muhtemelen herkesin hayatında utanç, bu üç duyguyu da içeriyor gibi görünüyor.

Kaynaklar:

Russell Blackford/ The Shame of Public Shaming
Erica Stonestreet/ Harmony and Cancellation Culture
Jay Boll/ Shame, The Other Emotion

İlginizi çekebilir: Rilke’nin içindeki tohumlar: Şairin derinlikli dünyasına adım atın

Şerife Günaydın Karaköse: Yazar Şerife Günaydın Karaköse, 1980 Adana doğumlu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Çağ Üniversitesi Özel Kamu Hukuku Yüksek Lİsansı'nı bitirmekle hukuk dünyasına girdi ve avukatlık mesleğine de halen devam ediyor. "Three", "The Shadow House","Happiest Hour","Uzaya Kaçan Küpe" ve "Keyfi Yanılsamalar" isimli kitapları hem Amazon hem de Barnes and Noble da online olarak yayımlandı. Yazarın denemelerini aktardığı www.allbyourselves.blogspot.com adlı bir blogu mevcut; aynı zamanda @mind_index Instagram profilinde de sanattan bilime, felsefeden psikolojiye kadar pek çok konu hakkında da içerik üretiyor.

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale