Tıbbi cinsiyet eşitsizliği (gender health gap) nedir: Kadın sağlığı, araştırmalarda geri planda mı kalıyor?
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, ne yazık ki yaşamın her alanında yaygın bir şekilde karşımıza çıkıyor. Tarihin tozlu sayfalarından günümüze kadar ulaşan bu eşitsizlik, eğitimden iş hayatına politikadan günlük yaşama kadar hayatın tüm alanlarına uzanıyor. Ve ne yazık ki sağlık da bu alanlardan bir tanesi. Erkek egemen bir dünyada kadınların biyolojik özellikleri, ihtiyaçları, sağlığı belirgin bir şekilde göz ardı ediliyor ve sağlık alanındaki yaklaşımlar, araştırmalar, büyük çoğunlukla erkek odaklı bir bakış açısıyla ilerliyor. Bu da toplumdaki cinsiyet eşitsizliğini perçinlemesinin yanı sıra kadın sağlığını da olumsuz yönde etkileyen ciddi sonuçlar doğuruyor.
Dünyanın pek çok yerinde kadınlar hak ettikleri sağlık hizmetlerine erişim sağlayamıyor, dahası gerçek anlamda neye ihtiyaçları olduğunu belirlemeye yönelik bilimsel çalışmalar da yetersiz kalıyor. Öyle ki kadınlar, dünya nüfusunun yarısını oluşturmasına rağmen araştırmalar, hem denek hem de araştırmacılar açısından erkek egemenliğinde. Bu da tıbbi cinsiyet eşitsizliğine yani ‘gender health gap’e neden oluyor.
Bu cinsiyet ayrımcılığının bir sonucu olarak, çeşitli hastalıklara ilişkin içgörüler ve ilaçlarla ilgili bulgular, genellikle ‘erkeklerden çıktılar alındıktan sonra kadınlara’ uygulanıyor. Ancak, kadın ve erkek yapısı, pek çok açıdan olduğu gibi biyolojik olarak da birbirinden çok farklı. Kadın vücudu, organları, genleri, hormonları, kısacası kadın sağlığına ilişkin pek çok değişken erkeklerinkilerle aynı değil. Dolayısıyla yalnızca erkeklerin araştırdığı ve erkeklerden elde edilen çıktılarla yorumlanan konuların kadınlar için aynı oranda geçerli olmasını beklemek doğru değil. Örneğin, kadınlar erkeklere kıyasla iki-üç kat daha fazla post-travmatik stres bozukluğu tanısı alıyor. Ancak, bu hastalıkların tedavisinde kullanılan ön klinik araştırmalar genellikle erkeklere odaklanıyor.
Ya da kalp krizlerinde, erkekler ve kadınlar için en yaygın semptom göğüs ağrısı olsa da kadınların nefes darlığı, mide bulantısı veya kusma veya çene ağrısı gibi diğer semptomları deneyimleme olasılığı daha yüksek olabiliyor. Veya bir ilacın yan etkisi erkek ve kadın vücudunda farklı şekillerde metabolize edebiliyor, çünkü fizyolojik mekanizmaların altında cinsiyete dayalı birtakım farklılıklar da var. Ve ne yazık ki tüm bunların göz ardı edilmesi kadın sağlığındaki boşluğu yani tıbbi cinsiyet eşitsizliğini besliyor.
2022’de Contemporary Clinical Trials’da yayınlanan bir çalışmada, araştırmacılar 2016 ile 2019 yılları arasında ABD’de gerçekleştirilen ilaç ve cihaz klinik denemelerini değerlendirmiş ve edilen edilen bulgular şunu göstermiş: Kadınlar psikiyatrik rahatsızlığı olan kişilerin %60’ını oluştururken, psikiyatrik klinik denemelere kadınların ortalama katılımı %42. Diğer yandan, JAMA Network Open’da 2021 sayısında yayınlanan bir çalışmada, beş milyondan fazla katılımcısı olan 20.020 klinik çalışmada kadın katılımını incelenmiş ve onkoloji, nöroloji, immünoloji ve nefrolojideki klinik çalışmalarda, kadınlardaki hastalık yüküne göre en düşük kadın temsili olduğu bulunmuş.
Yani, bu rahatsızlıklar kadınlarda daha yüksek oranda görünse de bu tür hastalıklarla ilgili yapılan araştırmalarda kadın katılımcı sayısı çok daha az. Northwestern Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Dr. Jecca Steinberg, “Genel olarak, kadınlar araştırmalarda hala yeterince temsil edilmiyor; kadın temsili birçok klinik çalışmada hastalık yüküyle orantılı değil.” diyerek konuya dikkat çekiyor. Peki, bu konuda neler değişmeli ya da değişmeye başlayan bir şeyler var mı?
Kadın sağlığına yönelik araştırmalar ne durumda?
Güzel haber şu ki; her ne kadar bu eşitsizliğin kökenleri çok eskilere dayansa da özellikle covid 19 pandemisinden sonra tıp dünyasında cinsiyet farklılıklarına daha fazla dikkat çekilmeye başlandı. Çünkü covid salgını, kadın ve erkeklerin bağışıklık sistemlerinin ne kadar farklı olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Kadın ve erkek sistemlerinin özellikle covid aşılarına verdiği tepkilerin farklı olması, bu farkın altını iyice çizmiş oldu. Tabii gelişmeler yalnızca pandemi dönemi ile sınırlı değil.
Kadın sağlığı araştırmalarında son yıllarda önemli gelişmeler kaydedildi. Örneğin, genetik faktörlerin hastalıklar üzerindeki rolü daha iyi anlaşılmaya başlandı. Özellikle meme kanseri gibi yüksek riskli genlerle ilişkili hastalıklar konusunda elde edilen bilgiler, erken teşhis, önleme ve tedavi yöntemlerini geliştirdi. Ancak ne yazık ki yalnızca belirli hastalıkların üzerine yoğunlaşılması da yeterli değil.
Özellikle menopoz, endometriozis gibi yalnızca kadınlara özgü hastalıklar, yeterince incelenmeyen alanlar arasında. 2023 yılında yayımlanan bir makaleye göre, menopozun sağlık üzerindeki etkileri büyük olmasına rağmen bu konuda yapılan araştırmalar sınırlı. Dolayısıyla hem kadın hastalıklarına hem kadın katılımcılara hem de kadın araştırmacılara odaklanan daha çok çalışmaya ihtiyaç olduğunu söylemek mümkün.
Kaynak: time.com
İlginizi çekebilir: Feminizm, kalp sağlığınız için yararlı olabilir