Hiçbir şey istemediğin ve hiçbir şey için uğraşmadığın, önüne gelen ne ise ona kulak verip önüne getirilene el attığın bir dünya düşünebilir misin?
Teslimiyetten bahsediyorum.
Her şeyi bırakmış, salmış bir teslimiyet değil, yaşamın akışına sırça, Murano camı gibi incecik kırılgan bir sanat eseri gibi bakıp aralarında bir kedi zarafeti ile yürümekten.
Sanki parmağının bası izi kalmadan dokunmaktan, sabun baloncuklarını patlatmadan tutmaktan. O zarafet o kırılganlık, o incelik ile..
Bu dahil olamamaktır, ne siyaha ne de beyaza.
‘Yin ve yang’ın tam ortasında, ikisinin sınırlarında oluşan çizgide yürümek gibi. Bir nevi Sırat.
Seçmediğin, taraf olmadığın, dahil olmadığın ve bunu bilinçli yaptığın yer.
Bunu yapabildiğini hayal edebilir misin?
Çünkü burası, yaşamın tamamına seyirci olduğun, sağa sola çekiştirilmediğin, merkezde ve merkezinde durduğun yerdir.
Burası, incecik bir köprü gibi görünse de, sonsuz bir genişliğe ve huzura sahip olduğun, yaratımın yapıldığı yerdir.
Aralıklar…
Her şeyin küçülüp senin büyüdüğün, her şeyin ortasında minicik bir zerre olarak hakim olduğun, her şey olduğun yerdir.
Buradayken, yani “hiçbir yerdeyken”, olması gereken her şey sana akar. “Yapmam gerek” dediklerin, gerekmeden önüne düşer.
Seçmezsin ama gerçekten seçersin!
Zihnin ile seçmezsin ama frekansın ile seçersin. Bu aktif değil pasif bir seçimdir.
Şimdiye kadar öğrendiklerin ile seçmezsin fakat şimdiye kadar öğrendiklerin ile yapar, inşa edersin.
Hiçbir yerdeyken, yani hiçbir şeyin etkisindeyken, özünün frekansında olursun.
Ayakların yere basar, tepen arşa çıkar.
Ve sen, yerden göğe kadar uzadığında, varlığın yerden göğe titreşmeye başladığında “sonsuz olasılıklar” açılır önüne. Hem yeri görürsün, hem göğü..
İki dünyayı da gören olarak, hiçbir yerde olan halin, sonrasına “davetkar” olur.
Dişil enerjin, saf ve “kodsuz” bir şekilde ayaktadır. Ve seni dölleyen evren olur.
Hazırsındır. Bereketlisindir. Doğurgansındır.
Bağımsız ve hazır.
Evet aklını kullanmadan, evet eski tecrübelerini altlık yapmadan..
Ve aklını, tecrübelerini hiçe saymadan!
Onlar, gelen geldiğinde senin “alet çantan” olarak iş görecekler.
Seçerken değil..
Seçim yok.
Seçen sen değilsin.
Sen ancak, çekensin.
Olduğun şeye, olduğu şeyi çeken..
Bunun için bir şey yapamazsın, anlık frekansını yükseltemezsin. Evreni basit akıl oyunların ile kandıramazsın.
Belki sadece kendini…
Yapabileceğin tek şey, her şeyin “arasında” durmak, orada kalmak.
Dahil olmamak, dahil etmemek.
Erilini bir kenara bırakabilir, onu ne zaman kullanacağını öğrenebilir misin?
Fikir yürütmeden dinleyebilir misin?
Sadece dinleyebilir misin?
Sessizce.
Olan her şeye, kırılgan bir sanat eseri gibi bakabilir misin?
Kendine, kendinin hallerine…
İyileşmeye çalışmadan. Sadece izleyerek. Sessiz ve sakince izleyerek.
Çünkü sen, o ikiliğin tam ortasında dimdik durduğunda, içindeki tümör, “iyileş” dediğin kendiliğinden dışarı çıkacak. Sıyrılıp akacak.
Onun çıkışını da “yorum yapmadan” izleyebilir misin?
Kendini göstere göstere dışarı atışına sakince tanık olabilir misin?
İyileşme, içinden dışarı attıklarında değil, senin onlar çıkarkenki “bakışında” olur.
Sakince izleyebildiğin kadar “iyi” ve “şifada”sındır.
Teslimiyet dediğin; aktif bir izleme, niyet ile sakin bir birleşme halidir.
Niyetin kendisi ile hemhal olmaktır.
İlginizi çekebilir: Evrenin postacılarına kulak vermek: İşaretleri fark edebiliyor musunuz?