Çoğu insan, ilişkilerinde hissettiği duygusal tehditlerle başa çıkmak için farkında olmadan bazı savunma mekanizmaları geliştirebilir. Bu mekanizmalardan biri, terk edilme korkusunun önüne geçmek için önce terk etmeyi seçmektir. Bu davranış, yüzeyde kararlı ve güçlü bir tavır gibi görünse de derinlerde incinme korkusunun bir yansımasıdır.
Terk edilme korkusu, genellikle geçmişteki acı deneyimlerle bağlantılıdır. Çocuklukta yaşanan duygusal ihmal, güvensizlik hissi ya da sevgiyi koşullara bağlayan bir ortam, bireyin duygusal dünyasında derin izler bırakabilir. Bu izler, yetişkinlikte bir ilişki içindeyken de tetiklenebilir. Bir başkasının sevgisine ve bağlılığına güvenmekte zorlanan kişi, bir gün o sevgiyi kaybedeceğini düşünerek kendini hazırlamaya çalışır. Ancak bu hazırlık, gerçek bir çözüm değil, yalnızca duygusal bir kaçış yoludur. İlişkide terk edilmeyi beklemek yerine terk etmeyi seçen kişi, bu kararıyla kontrolü elinde tuttuğunu hisseder. “Bu ilişkiyi bitiren ben oldum, dolayısıyla yaralanmadım.” düşüncesi, kısa vadede kişiye bir tür rahatlama sağlar. Ancak uzun vadede, bu durum kişinin yalnızlık hissini derinleştirebilir. Çünkü bu davranış, aslında kişinin kendisinden kaçışıdır.
Sevgiye dair korkularla yüzleşmek yerine, o korkuları yok saymayı seçmek, kişiyi gerçek bir yakınlıktan uzaklaştırır. Bu döngü, ilişkilerde hem terk eden hem de terk edilen taraf için karmaşık bir yıkıma yol açabilir. Terk eden kişi, bir yandan kendini koruma çabası içindeyken diğer yandan suçluluk ve pişmanlık hislerine bürünebilir. Terk edilen kişi ise çoğu zaman bu kararın nedenini anlayamaz, hatta kendini yetersiz ya da değersiz hissetmeye başlayabilir. Oysa terk eden kişinin motivasyonu, partnerinin kişiliği ya da ilişki dinamiklerinden ziyade kendi içsel korkularıdır.
Bu korkularla başa çıkmanın yolu, kişinin kendisiyle daha derin bir bağ kurmasından geçer. Terk edilme korkusu, hayatın bir gerçeğiyle yüzleşmekten kaçınmanın bir biçimidir. Tüm insanlar incinebilir, sevgi ve bağlılık her zaman belli riskleri taşır. Ancak bu riskler, aynı zamanda ilişkilerin anlamını ve güzelliğini de içinde barındırır. Kendi duygusal dünyasını anlamaya istekli olan bir kişi, bu döngüyü kırabilir. Terk edilme korkusunu fark etmek, o korkunun hayatını yönlendirmesine izin vermek yerine, onunla yüzleşmeyi seçmek anlamına gelir.
Bu süreçte, kişinin geçmiş yaralarını incelemesi, hangi deneyimlerin onu bu noktaya getirdiğini anlaması büyük bir fark yaratabilir. Profesyonel destek almak, bu tür duygusal dönüşümlerin daha sağlıklı bir zeminde gerçekleşmesine olanak tanır. Terk edilmemek için terk etmeyi seçmek, kontrol edilemeyen bir durumu kontrol altına alma çabasıdır. Ancak bu çaba, insanı hem ilişkilerden hem de kendisinden uzaklaştırır. Sevgi, her zaman belli belirsizlikleri beraberinde getirir. Ancak bu belirsizlik, aynı zamanda bir özgürlük alanıdır. Korkuların gölgesinde yaşamaktansa, sevginin sunduğu o özgürlükte kendine yer açmak, duygusal olgunluğun bir göstergesidir.
İlişkiler, risk almadan anlam kazanmaz. Terk edilme korkusu, bir duygusal savunma mekanizması olarak devreye girse de onun bizi yönetmesine izin vermemek bir seçimdir. Sevgi, kontrolün ötesinde bir teslimiyettir; hem kendinize hem de bir başkasına güven duymanın cesaretidir. Gerçek bir yakınlık, korkulara rağmen kalmayı ve birlikte büyümeyi seçtiğimizde başlar.
Sevgilerimle,
@klinikpsikologbetulcavlak, @payepsikolojimerkezi
İlginizi çekebilir: Mevsimsel depresyon: Kış gelince ruhumuz neden hüzünlenir?