X

Tek başına kalmanın tenhalığında gerçek kimliğimiz saklı olabilir mi?

Tek başınalığı çoğunlukla olumsuz ve korkutucu bir tecrübe olarak görürüz. Yalnızların mahkûm olduğu bir huzursuzluk; çekilmesi gereken bir cezaymış gibi kaçarız tek başımıza kalmaktan. Halbuki bazı araştırmalar tek başınalığın, bizim tercihimize bağlıysa, bir nevi terapi etkisi yaratabileceğini söylüyor. 

Tam bu noktada, farklarını ortaya koymamız gereken iki kavram var. Tek başınalık ve yalnızlık, her ne kadar çoğu zaman birbirinin yerine kullanılsa da, aslında birbirinden dünyalar kadar farklı. Dışarıdan bakıldığında aynı gibi durabilirler, ama biliyoruz ki görüntü yanıltıcı olabilir. Yalnızlık; uzakta olma, uzaklaştırılma halini ifade eder ve başkalarıyla bir aradayken bile kendini gösterebilir ki, yalnızlığın en acı hali de budur. 

O halde, bizi asıl kimliğimizle buluşturmaya yardımcı olacak alan yalnızlık değil tek başınalıktır ve bunun için bazı koşulların sağlanması gerekir. Maryland Üniversitesi’nde gelişim psikoloğu olarak görev yapan Kenneth Rubin, bu koşulları “ancak” olarak adlandırıyor. Tek başınalığın sağaltıcı bir deneyim olabilmesi, Rubin’e göre, ancak gönüllü bir çabaya; kişinin ancak duygularıyla olanca “dürüstlüğüyle” buluşmasına; kişinin ancak istediği anda başkalarıyla birlikte olabilmesine ve kişinin ancak tek başınalık alanı dışında da olumlu ilişkiler kurabilmesine bağlı. Bu koşullar sağlanmadığında, tek başınalık yalnızlık haline dönüşebilir ki, bu da bize zarar veren bir deneyim olarak sonuçlanır çoğu kez. 

Osho’da da tek başınalık ve yalnızlık arasında bir ayırım olduğu barizdir. Ona göre, tek başınalığın bir güzelliği ve görkemi, bir pozitifliği vardır; yalnızlık zavallıdır, negatiftir, karanlıktır, kasvetlidir. Osho diyor ki, hayatının anlamını ve önemini bulmak için atacağın ilk ve en öncelikli adımın kendi tek başınalığının içine girmek olduğunu bil. Neden önemli peki kişinin tek başına kalmaya cesaret göstermesi? Osho, sahte kimliğin yani gerçeğin yerine konmuş olanın ancak kişinin tek başına kalmayı öğrenmesiyle yok edilebileceğini söylüyor.

Tek başına kaldığın an sahte olan kimlik, parçalanmaya ve bastırılmış olan gerçek kimlik kendini ifade etmeye başlar. Gerçek kimliğimizden, yani gerçek düşüncelerimiz ve hislerimizden korktuğumuz için de tek başına kalmayı yalnız olmakla bir tutuyor, bu deneyimden kaçıyoruz. Hâlbuki Osho, Tehlikeli Yaşamanın Coşkusu’nda bize şöyle sesleniyor: “[sahte benliğini kaybetmekten endişe duyma çünkü] kaybolabilecek bir şeyi kaybetmeye değer. Ona yapışıp kalmak anlamsızdır; çünkü o senin değil, o sen değilsin. Sen aslında, sahte olan gidince onun yerine yükselecek olan taze, masum ve kirlenmemiş varlıksın. Kimse ‘Ben kimim?’ sorusunu senin yerine yanıtlayamaz. Bunu sen bileceksin.

Hayatımızın bir parçası olan ailemiz, arkadaşlarımız, gittiğimiz okullar, inandığımız dinler, okuduklarımız, dinlediklerimiz kısacası hemen her an içinde olduğumuz ortamlar bazen kasıtlı bazen kasıtsız olarak gerçek kimliğimizin üstünü örten, onun yerine sahte bir kimliği büyüten deneyimler yaşatır bize. İşte bu nedenle, yalnız kalabilmeyi, tek başına olabilmeyi hakikate ulaşmaya yardımcı olacak bir yol olarak görmeliyiz. 

Henri Nouwen, Reaching Out kitabında şöyle diyor:

Yalnızlıktan kaçmak, yalnızlığı unutmak ya da yadsımak yerine onu korumalı ve faydalı bir tek başınalık haline dönüştürmek zorundayız. … Yalnızlık acıtır; tek başınalık huzur verir. Yalnızlıkta, içine düştüğümüz umutsuzluk haliyle başkalarına yapışırız; tek başınalıkta ise çevremizdekilere saygı duyarız.

Sükûnet ve sessizlikle baş başa ‘oturmayı’ öğrenmek, tek başına olmanın verdiği rahatlığı yaşamak için atacağımız ilk adımdır.

O halde, kendimize bir soralım; tek başına kalmaktan, yalnızca bize ait bir zamandan neden bu kadar korkuyor, neden kendi kendimizle kalma deneyimini yaşamaktan kaçıyoruz… Bize ait bu zamanı, daha derine inmek, gerçek hislerimizi duymak; özümüzle (yeniden) bağ kurmak ve engelleri kaldırmak için kullanabiliriz. 

Tek başınalık suları yalnızca kim olduğumuzun keşfini vadetmekle kalmıyor, aynı zamanda etrafımızı saran “zehirli sarmaşıklar”ı fark etmemize de yardımcı oluyor. Diğer bir deyişle, kendimizi ait olduğumuz sosyal ortamdan çektiğimizde, bu ortamın bizi nasıl şekillendirdiğini, nasıl değiştirdiğini daha objektif olarak gözlemleme fırsatı elde ediyoruz. Senelerce yalnız başına bir hayat süren yazar ve Trappist papazı Thomas Merton da benzer bir nosyonla yaklaşıyor bu duruma. ‘Thoughts in Solitude’ adlı makalesinde diyor ki: “Kucağımızı kapamadıkça etrafımızda olup biteni bütünselliğiyle ele alıp geniş bir açıdan göremeyiz.”

Tek başınalık halini bir özgürlük alanı olarak değerlendirirsek, böyle bir özgürlüğü ancak bize özel bir dünya kurabildiğimiz ölçüde yaşayabiliriz. Lars Svendsen, Yalnızlığın Felsefesi adlı kitabında bu özel yaşamı, kişinin kendini kendine adadığı, kendi hakkında düşündüğü, kendini unuttuğu ya da normalde gün yüzüne çıkamayacak ve belki de bu özel yaşam dışında gün yüzüne çıkmaması gereken yanlarına eğildiği bir bağımsız alan olarak tanımlıyor. Hayatımız kimi açılardan ancak tamamen kendi halimize kaldığımız anlarda ortaya çıkabilir. Peki, en çok nerede kendi halimizde olabilir, tek başına kalabiliriz?

İnsanın aklına doğal olarak önce evi geliyor. Svendsen de gerek tek başınalık gerek yalnızlık halinde evlerimizin en önemli yer olduğunu düşünüyor. Peki, tek başınalık için özel bir dünya, bize ait bir alan kurduk diyelim; bu özel yaşam ihtiyaç duyduğumuz farkındalık ve kendimiz olma hissine ulaşmak için yeterli olur mu? Bunun bir garantisi yok aslında. Sonuçta, kurduğumuz bu mahrem ya da özel dünya yalnızlıkla dolup taşarken asıl iyileştirici olan tek başınalık halini sağlamayabilir; bize ait bu alanda tek başınalığı yaşayamayabiliriz. Akla sosyal medya geliyor değil mi? Özel dünyamızda özellikle internet ve sosyal medya üzerinden kurduğumuz ilişkiler öyle “kalabalık” olur ki ne yalnızlık ne de bir başınalık haline yer kalır. O halde, özel dünyamızı kurduktan sonra çaba sarf etmemiz gerekiyor – bu dünyayı en azından belli süreler boyunca yalnızca bize ait kılma çabası. 

Özel dünyamızı en çok evlerimizde bulduğumuzdan bahsettik ama bu da şart değil bir bakıma. Evlerimiz bizden ilgi ve alaka bekleyen aile bireyleri ya da başka insanlarla öyle dolup taşabilir ki, ihtiyaç duyduğumuz özel alanı, tanımadığımız kalabalıkların içinde, bir otel odasında, bir otobüs koltuğunda ya da bir havaalanı terminalinde bile bulabiliriz. Yani, fiziksel tenhalıktan ziyade ruhsal ve zihinsel olarak kendimize ne derece ulaşabildiğimizi sorgulamak gerek belki de. Bu durumu tercih edilmiş tek başınalık olarak adlandıran Klinik Psikolog Gökhan Ergür’e göre, “Bütünüyle o insanlara ve o mekâna kendini kaptırmak yerine, içinde bulunduğu zamanın farkında olarak kendi istek, duygu ve düşüncelerinin doğrultusunda o anda olmak bizi o ortamda tek başına kılar.

Tek başınalık; gerçek benliğimizle daha samimi bir düzeyde buluşmamıza, bizim için neyin gerçekten önemli olduğunu ve hayatımızı nasıl yaşamak istediğimizi anlamamıza imkân tanıyan bir alan. Ve bu yüzden değerli. Kendi üzerimize düşünmemiz, farklı gözlerden görmemiz için yaşanması gereken bir deneyim. Çünkü ancak tercihimiz ve isteğimiz doğrultusunda tek başına olduğumuz bir dünya kurduğumuzda, hiçbir şey, iç sesimizi duymamızı, kalbimizin ve zihnimizin sözlerine kulak vermemizi engelleyemez.  

Tek başınalığın en büyük nimetlerinden biri sükûnet ve telaşsızlık hali içinde düşünmemize olanak sağlamasıdır. 

Kaynaklar:

Lars Svendsen, A philosophy of Loneliness, Reaktion Books
Osho, Cesaret – Tehlikeli Yaşamanın Coşkusu, çev. Suzan Mıhladız, Ganj Yayınları
The Atlantic – The Virtues of IsolationThe Atlantic –
Why We Fear Solitude and Shouldn’t?Why We Fear Solitude and Shouldn’
Huffpost: Solitude – Why Do We Fear It?Huffpost: Solitude –
Gökhan Ergur – Yalnızlık ve Tek Başınalık
Orçun Yılmaz – Ruh Sağlığına Bakış TED konuşmasıOrçun Yılmaz –

İlginizi çekebilir: Gerçek benliğimizi nasıl besleyebiliriz: 5 öneriyle ruhunuzu besleyin

Burcu Uluçay: Sözcüklerle, cümlelerle dahası dille uğraşmayı hep sevdim. Bunun üniversitede mütercim tercümanlık okumamda önemli bir payı oldu. 2012’de Marmara Üniversitesi’nden mezun olduğumda bir sene kadar çeşitli alanlarda çevirmenlik yaptım. “Şirket-bazlı” çevirmenliğin pek bana göre olmadığını anlayınca daha “naif” bir yönü olan yayıncılık dünyasına yöneldim. Fakat The University of Westminster’da Cultural and Critical Studies (Kültürel Çalışmalar) yüksek lisans programını burslu okuma şansı kapımı çalınca –pırrr– Londra’ya uçtum. 2014’te elimde afili diplomamla yurda döndüm. Ama yalnız değildim: Ben ve anoreksiya nervoza birlikte gelmiştik! Londra’ya gitmeden de ufak ufak “yoldayım” dese de pek aldırış etmediğim bu yeme bozukluğu artık sağlığım başta olmak üzere tüm hayatımı etkiliyordu ve kendisini yenmek için halen mücadele veriyorum. Bir taraftan asıl mesleğimi yani çevirmenlik ve editörlük çalışmalarımı sürdürsem de altı aydan uzun bir zamandır tam zamanlı işim buymuş gibi anoreksiya nervozadan iyileşmeye çalışıyorum. Yeme bozukluklarının nedenlerini, tedavi yollarını, iyileşen hastaların öykülerini ve güncel araştırmaları didik didik edip okumaya başladığımda tüm isteğim kendimi bu azaptan kurtarmaktı. Fakat zamanla yeme bozuklukları hakkında Türkçe yazılmış kaynakların İngilizcedekilere göre yetersiz kaldığını gördüm. Üzücü değil mi sizce de? Hele de yeme bozuklukları dünyanın hemen her yerinde bütün yaş grupları için gittikçe tehlikeli bir hal alırken. Tabii bir de yeme bozukluğu yaşayan kişilerin ailelerini, yakınlarını, arkadaşlarını düşünmek lazım. Sevdiklerine yardımcı olmak için daha güvenilir ve güncel içeriklere ulaşsalar ne güzel olur! Böylece önce kendi ailem ve yakınlarım için okuduklarıma dayanarak çeviriler ve derlemeler yapmaya başladım. TEDTalks’ta yeme bozuklukları, kaygı bozukluğu, yoga ve meditasyon gibi konularda ilham verici konuşmalar olduğunu biliyordum çünkü hemen hepsini izlemiş/dinlemiştim. Aralarında Türkçe altyazı çevirisi olmayanlar vardı. TEDTalks’un gönüllü çevirmenler projesine dâhil olup çeviriler yaptım. Sonra blog açma fikri geldi. Blogumda hem yabancı kaynaklardan edindiğim bilgileri hem de kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazdığım içerikleri paylaşmaya başladım. Yazdıkça yazdıkça anladım ki paylaşmak ihtiyacım varmış. İtiraf etmek. Yeme bozukluklarının ciddi bir zihinsel rahatsızlık olduğunu, dahası bunu bizim “seçmediğimizi” bilin demek. Böyle böyle Uplifers’la yollarımız keşişti. Yeme bozuklukları hakkında yerleşmiş yanlış düşünceleri değiştirmek için buradaki birlikteliğimizden aldığımız güç önemli bir adım olsun. Yeme bozukluklarının zihnimize işkence eden kötücül sesine birlikte “dur” diyebileceğimize inanıyorum! Bana buradan ulaşabilirsiniz: burcu.ulucay@yahoo.com Bloguma göz atmak isterseniz: https://sahteseslereelveda.wordpress.com/

Geleneksel lezzetlerden vazgeçmeden bitki bazlı beslenmek isteyenlere: Fine Life Fermente Kajulu İçecek

Son yıllarda sağlıklı beslenme ve bilinçli tüketim alışkanlıklarının, daha önce hiç olmadığı kadar ilgi gördüğü kesin. Veganlık, vejetaryenlik, fleksitaryen gibi bitki bazlı beslenme türleri, sadece etik ve çevresel nedenlerle değil, aynı zamanda bütüncül sağlık açısından sunduğu çeşitli faydalar nedeniyle de dünya genelinde hızla yayılmaya devam ediyor. Bitki bazlı beslenme alışkanlıklarına yönelik talepler hızla artarken çok sayıda bitki bazlı ürün de raflardaki yerini alıyor. Özellikle süt ürünlerine alternatif arayanlar için çok sayıda ürün piyasaya sürülüyor. Bu konuda öncü isimlerden biri olan Metro Türkiye de “Sofrada herkese yer var!” mottosuyla tüketicilerin ihtiyaçlarına, yenilikçi ürünlerle cevap veriyor.



Raflarında 400’den fazla bitki bazlı ürün sunan Metro Türkiye, geleneksel lezzetlerden vazgeçmeden bitki bazlı beslenme alışkanlıklarına sahip olmanın en leziz yollarını sunuyor. Ve güzel haber; Türk mutfağının favori içeceklerinden ayrana bitki bazlı alternatif sağlıyor: Fine Life Fermente Kajulu İçecek.

Lezzetli, vegan, fermente: Ayrana bitki bazlı alternatif

Herkes için sağlıklı beslenme ve sürdürülebilirlik anlayışıyla hareket eden Metro Türkiye, beslenme trendlerine ve değişen tüketici taleplerine verdiği önemle Fine Life Fermente Kajulu İçecek’i raflara getiriyor. Geleneksel lezzetimiz ayrana bitki bazlı bir alternatif olarak öne çıkan Fine Life Fermente Kajulu İçecek, bitki bazlı beslenme alışkanlıklarını benimseyen ya da benimsemek isteyen herkesin beğenisine sunuluyor.

Metro Türkiye raflarında yerini almaya başlayan bu yenilikçi ürün, %27 oranında kaju fıstığı, tuz ve çeşitli probiyotikler içeriyor. Bunun yanı sıra katkı maddesi, koruyucu ve gluten içermemesiyle de dikkat çeken Fine Life Fermente Kajulu İçecek, hem bitki bazlı ürünleri tercih edenlerin hem de laktoz tüketmemeye önem verenlerin favorisi olmaya aday. Ayran alternatifi olarak soğuk tüketilebilen bu ürün, 250 ml’lik cam ambalajlarda satışa sunuluyor. Vlabel etiketiyle otel ve restoran gibi yeme içme işletmelerinde rahatça kullanılabilecek Fine Life Fermente Kajulu İçecek, menülere yeni vegan bir alternatif getirirken, müşteri memnuniyetini de artırma potansiyeli taşıyor.

Geçtiğimiz yıllarda süt ve yoğurt gibi hayvansal gıdalara bitki bazlı alternatifler sunmuş olan Metro Türkiye, Metro Chef Veggie Bademli ve Fındıklı içecekler ile yoğurda alternatif Metro Chef Veggie Fermente Süzme Kaju’yu ve Metro Chef Veggie Meze Serisi’ni tüketicilerle buluşturmuştu. Bu yıl ise Türk mutfağının vazgeçilmezlerinden ayrana bitki bazlı bir alternatif getirerek hem sağlıklı hem de yenilikçi bir seçeneği yani Fine Life Fermente Kajulu İçecek’i tüketicilerle buluşturuyor.

Elbette Metro Türkiye’nin raflara taşıdığı yenilikçi ürünler sadece süt ve yoğurt gibi hayvansal gıdalara bitki bazlı alternatifler ile sınırlı değil. Çok daha fazlası, raflarda çoktan yerini aldı.

Bitki bazlı geniş ürün yelpazesi: 400’den fazla çeşit



Metro Türkiye’nin raflarındaki vegan ürün yelpazesi içerisinde bitkisel bazlı hamburger ekmekten köfteye, mayonezden çikolataya çok sayıda çeşit bulunuyor. Üstelik gıda dışı vegan ürünlerin de sayısı oldukça fazla. Vegan yumuşatıcı, şampuan, sabun, hatta yağ çözücü bile bu geniş yelpazede yer alıyor. Dahası, Metro markalı ürün portföyünü de yenilikçi çeşitlerle sürekli genişleten Metro Türkiye, kendi markaları altında içli köfteden lahmacuna paçanga böreğinden haydari, havuç tarator gibi meze seçeneklerine; falafel çeşitlerinden pizzaya, ranch sostan çamaşır yumuşatıcısına kadar 50’ye yakın çeşitte gıda ve gıda dışı bitki bazlı ürün sunuyor. Eğer tüm bu ürünleri ve çok daha fazlasını incelemek isterseniz hemen tıklayıpvegan ürün yelpazesi içerisinde bitkisel bazlı hamburger ekmekten köfteye, mayonezden çikolataya çok sayıda çeşit bulunuyor. Üstelik gıda dışı vegan ürünlerin de sayısı oldukça fazla. Vegan yumuşatıcı, şampuan, sabun, hatta yağ çözücü bile bu geniş yelpazede yer alıyor. Dahası, Metro markalı ürün portföyünü de yenilikçi çeşitlerle sürekli genişleten Metro Türkiye, kendi markaları altında içli köfteden lahmacuna paçanga böreğinden haydari, havuç tarator gibi meze seçeneklerine;vegan ürün yelpazesi içerisinde bitkisel bazlı hamburger ekmekten köfteye, mayonezden çikolataya çok sayıda çeşit bulunuyor. Üstelik gıda dışı vegan ürünlerin de sayısı oldukça fazla. Vegan yumuşatıcı, şampuan, sabun, hatta yağ çözücü bile bu geniş yelpazede yer alıyor. Dahası, Metro markalı ürün portföyünü de yenilikçi çeşitlerle sürekli genişleten Metro Türkiye, kendi markaları altında içli köfteden lahmacuna paçanga böreğinden haydari, havuç tarator gibi meze seçeneklerine; Metro Türkiye’nin Bitki Bazlı & Vegan Katalogu’nu keşfedebilirsiniz.

Temel gıdadan temizlik ürünlerine, kişisel bakımdan atıştırmalıklara aradığınız her şeyi bulabileceğiniz Metro Türkiye ile sağlıklı ve sürdürülebilir bir yaşam tarzına ulaşmak artık çok daha kolay.

*Bu yazı Metro Türkiye katkılarıyla hazırlanmıştır.

İlginizi çekebilir: Vegan beslenenlere müjde: Metro Türkiye’nin zengin vegan ürün yelpazesini keşfedinVegan beslenenlere müjde: Metro Türkiye’Vegan beslenenlere müjde: Metro Türkiye’

 

İlgili Makale