Bir yanda sisteme, devlete, inandığımız değerlere güvensizlik, bir yanda bu güvensizliğin içinde filizlenen “kendine”, “birliğe” güven. Aynı anda! Bir yanda Ay’ın batması ve tam karşısında Güneş’in göğe yükselmesi gibi… Hepsi aynı anda, aynı düzlemde!
Ve işte tam burada seçim yapma zamanı; her şey gözünün önünde olurken tarafını, durduğun yeri seçme zamanı. Ayağa kalk!
Ve kendini seç.
Gücünü verdiğin, korunmaya ihtiyaç duyduğun, senden daha güçlü olduğuna inandığın, senin bir şey değiştiremeyeceğine inandığın, tek başına olduğunu sandığın halleri geride bırakıp “tek başına” bir “ordu” olduğunu görme zamanı. Kendi gerçekliğini olduğu gibi ortaya koyma ve tek güveneceğin şeyin “kendin” olduğuna artık ikna olma zamanı.
Bu “Dışarıda güvenecek kimse yok” demek değil, bu, dışarıda ne olursa olsun sahip olduğun tek kılıcın kendin olmasının bilinci. Bu her şeyden bağımsız olan “sen”in özgürlük çığlığı. Özgürleş.
Devlet yok, olmasına da gerek yok. Yönetim yok, olmasına da gerek yok.
Birey var. Yaşam var. Yaşamın ve bireyin sorumluluğu var. Ne yapıyorsan hakkıyla yap, kendin gibi, sen nasıl en iyini ortaya koyuyorsan öyle. Başkası değil örneğin, örneğe ihtiyacın yok, o çağ çoktan kapandı. Kendi kendini gerçekleştirmek, hiçbir şeye tutunmadan olduğun hal ile göğe yükselmektir. Peşinden binlerin gelmesine gerek yok, binler ile orada, senin “sen” olduğu yerde “tek” ve “bütün” olmak var.
Bu toplanmak değil, bu sözleşmek, organize olmak değil. Bu her ağacın birbirinden bağımsız kendini göstermesi ve bir ormanı oluşturması… Hangi ağaç sözleşti diğerleriyle ormanı oluşturmak için?
Kimse olmasa da orada olan, herkes orada olsa da orada olan… Dışarıdan bağımsız… Dışarıdan bağımsız!
Sesin duyulmuyor diye korkma, sesini duymayanlar, şimdiye kadar kendi gücünü teslim edip senin sorumluluğunu devrettiklerin. Sesini kendine duyur!
Sesini duymayan sensin, çığlık çığlığa “Beni gör” diye bağırdığın sensin. Duymayan da…
Kendini gör, artık dürüst ve düzgün bir şekilde “gör” ve al kendi sorumluluğunu.
Onay alacağın bir merci yok, onay alacağın biri yok. Korkusuz ol, korkmak seni sadece kendini kapattığın kutuda tutar. Tutsaklığını baki kılar.
Bugün, tanrı mısın köle misin seçme zamanı…
Yaratan mısın, yaratılmış oyunun içinde rolünü oynayan mısın?
Tek tanrının sözünde misin? Her bireyin içindeki tanrıyı uyandırdığı düzlemde misin?
Sen ve herkesin birer tanrı olduğunu kabul edebilir misin? “Daha iyiyim” demeyi bırakıp herkesin kendisinin “daha iyisi” olduğuna, “Yetersizim” demeyi bırakıp herkesin “kendisine yeter” olduğunu bilmeye ve kabul etmeye hazır mısın?
İnsan sistemlerinden bir adım ileri çıkıp her şeyin her an mümkün olduğu yerde, yaratmaya, güzellikler için tohum atmaya, önce “kendim” dediğinden vazgeçip o bilmediğin “sen”e doğru keşfe çıkmaya hazır mısın?
Bu eski olandan, hizmet etmeyenden soyunmaktır.
Her şey şu an oluyor. Atlantis şu an savaşta, tanrılar şu an Nil nehrinin kıyılarında, Odin şu anda ruinleri okuyor. Valhalla şu anda kuruluyor.
Geçmiş yok, gelecek yok.
Sen neredesin?
Hala çocukluğunda yaşadığın bir kızgınlıkta, belki terk eden sevgilinin kızgınlığında bekçi misin? Ya da pişmanlıklarının başında kendi kendini zincirlerle dövdüğün yerde bitmeyen cezanın içinde hapis misin?
Yoksa yaşamın devamlılığını mümkün kılmaya geldiğin bu dünyada her kırgınlığı ve tutunmayı bırakıp kolları sıvadığın, gönlünü, alnını güneşe açtığın yerde misin?
Seçimini yap!
Bu ömrün boyunca denemediğini dene şimdi. Hem kendi yakanı hem de diğerlerininkini bırak. Çünkü o eller, intikam için değil, yeni tohumlar ekmek için mis kokan toprağa… Hınçla birinin veya kendinin boğazına sarılmak için değil, şefkatle sevmek için bir canın sana bakan yüzünü… Sımsıkı yumruk yapıp beklemek için değil, işine ruhunu katmak, ona can vermek için…
Ellerini rahat bırak, yapmaya geldikleri şeyi yapsınlar sevgiyle…
Sıfırdan bire…
İlginizi çekebilir: İnsanlık için bir itibar meselesi: Şimdi yeniden ayağa kalkma zamanı