X

Değişen dünyada yeme alışkanlıkları: Taylan Kümeli ile sağlıklı beslenme üzerine konuştuk

Beslenme ve diyetetik alanında Türkiye’nin en tanınmış uzmanlarından biri olan Taylan Kümeli, keşfetmekten ve öğrenmekten asla vazgeçmeyen, enerjisiyle etrafına ışık saçan bir isim. Sağlıklı beslenmenin yanı sıra, spor yapmayı, seyahat etmeyi ve gülümsemeyi hayatının merkezine koyan Taylan Kümeli, sosyal medyanın beslenme alışkanlıklarımız üzerindeki etkisinden bireysel beslenme normlarımızın önemine kadar pek çok konuda değerli görüşlerini bizimle paylaşıyor…

Biz sizi çok yakından tanıyor olsak da henüz tanıma fırsatı bulamamış okuyucularımız için kendinizden kısaca bahseder misiniz?

Ben; keşfetmekten, seyahat etmekten, öğrenmekten, iyimser olmaktan, gülümsemekten, sağlıklı beslenmekten ve spor yapmaktan vazgeçmeyen bir insanım.

Çocuklarımı seviyorum, ‘değişik’ bir anne olduğuma, değişik bir öğretmen olduğuma inanıyorum. Aynı zamanda da eğitmenim. Her şeyi doğru ve bilimsel yöntemiyle ama mutlaka ‘özgün’ bir yöntemle hayata uyarlamayı seviyorum. En sevdiğim şey de; hayattan aldığım dersleri kendi içimde, kendi potamda özümseyip insanlara aktarırken onlara kısa yollar vermek.

Ben kendimi böyle tanımlıyorum ama Taylan Kümeli nedir diye sorsalar bana; keşfeden, araştıran, eğlenen, seyahat eden, öğrenen ve bunların hepsini aktarmaktan keyif alan insan derim.

Sosyal medya ile başlayalım… Sosyal medya, artık hayatımızın her alanının içerisinde. Beslenme de bunlardan bir tanesi. Sizce sosyal medya, beslenme alışkanlıklarımızı nasıl etkiliyor?

Bütün dijital ortamlarda olduğu gibi sosyal medyada da doğru platformların seçilmesi ve o platformlarda ne kadar zaman geçirdiğimiz çok önemli. Neyi, neye göre ayarlıyoruz, hangi farklı nokta, sosyal medya tarafından bize iletiliyor ve biz onu nasıl hayatımıza alıyoruz, bunları çok iyi bilmeliyiz. Ben böyle bakıyorum sosyal medyaya; bana ne kazandırıyor veya ben onu uyarlarsam benden ne alacak şeklinde kendi içimde muhakeme yapıyorum.

Seçici olmak lazım, onun büyüsüne çok kapılıp, tamamıyla onun yörüngesine girmemek lazım. Ama çok ön yargılı olup da ben hiç sosyal medyayla ilgilenmiyorum gibi kendimizce çıkarımlarda da bulunmak lazım. Çünkü öyle olduğunda birtakım yenilikleri veya farklı bir şeyleri reddetmek gibi olur. Dolayısıyla sosyal medya, özellikle beslenme konusunda, seçici olarak kullanılması gereken, bilimsel ağızdan söylenen verilerin takip edilmesi gereken bir yer. Sosyal medyada bir insan bir şey söylüyorsa bunu tecrübeyle değil, bilime dayanan kanıtlarla söylemesi gerekir.

Ben 40 kilo verdim şöyle zayıfladım, ben şu egzersizi yaptım belim küçüldü, böyle yapın diyecek bir insanın bilimsel bilgiye sahip olması gerekiyor; o yüzden sosyal medyada seçici olmak ve bilimselliğin arkasından ilerlemek lazım beslenme konusunda.

Yine sosyal medyada sık sık karşımıza çıkan pek çok beslenme tarzı var. Aralıklı oruç yapmak, tek öğün beslenmek, şekersiz 21 gün geçirmek, ‘hızlı’ kilo verme ipuçları, detoks suları veya güne aç karnına kahve ile başlamak gibi… Siz bu trendler hakkında ne düşünüyorsunuz? Hiç önermediğiniz veya desteklediğiniz yaklaşımlar var mı?

Ben şunu düşünüyorum; bizim beslenme normumuz parmak izlerimiz gibi. Hepimizin aslında iki tane eli, ayağı, kulakları, burnu, midesi, bağırsakları var ama hepimizin sistemleri o kadar farklı ki; bu farklılıklar içerisinde biz eğer kendi farklılığımızı sisteme doğru uyarlayıp bunu doğru şekilde hayatımıza alırsak; sosyal medyada aralıklı orucun veya 21 günde birtakım şeylerden vazgeçmenin veya kilo vermenin hızlı mı yavaş mı olacağının gibi gibi detayların, hangisinin bize doğru yarayacağını çok iyi biliriz.

Önce insanın bireysel olarak bedenini çok iyi tanıması lazım ve bu konuyu bilen, bu konuyla ilgili emek sarf eden birinden de teyit alarak rahatlaması lazım. Bu bir beslenme uzmanı olabilir, doktor arkadaşınız olabilir. Akabinde o sisteme en iyi uyan yöntemi doğru şekilde, doğru mecradan alıp, hayatına uyarlaması lazım.

Orada mesela hızlı kilo verme ipuçlarını dinleyebilir, ona aktaran insan da çok iyi niyetle aktarmış olabilir ama onların hangisinin ona uyup uymayacağına insanın kendisi karar verebilir. Kimse sosyal medyada kimseyi ne kandırıyor ne de zorla onu empoze ediyor. Orada seçicilik ve bir işi bilmek ve onu hayatınıza ne kadar almanız gerektiğini doğru değerlendirmek çok çok önemli.

Benim hep söylediğim şey bu.

Bu perspektiften baktığınızda, ben birisine yanlış, birisine doğru, olur-olmaz demek istemiyorum. Bireysel farklılıklarla herkese doğru gelebilecek veya hiç doğru gelmeyecek yöntemler farklılaşabilir içinden, dolayısıyla burada insanın kendisini öncelikle tanıyıp hangisinin kendisi için uygun olabileceğine doğru karar vermesi gerekiyor.

Yaygın bir kanıya göre karbonhidrat ve şeker, fazla kiloların ‘tek suçlusu’ olarak görülüyor. Gerçekten öyle mi yoksa ikisi de ‘günah keçisi’ mi? Karbonhidratların ve şekerin beslenmemizdeki yeri hakkında en büyük yanlış anlaşılma sizce nedir?

Bir kere şeker, gerçekten hiç günah keçisi falan değil, son derece sağlıksız, insanı yaşlandıran, bütün hastalıkları mıknatıs gibi çeken, sistemi bozmak üzere programlanmış bir yiyecek türü. Basit şekerlerden bahsediyorum, kompleks şekerlerden değil.

Karbonhidratlar öyle değil, karbonhidratları da tabii kendi içerisinde basit ve kompleks karbonhidratlar olarak ayıralım. En basiti işte beyaz veya kahverengi, işlenmemiş karbonhidrat olarak adlandırabiliriz.

Büyük yanlış şu; genellemelerin açıklanmadan ve insanların hayatlarına doğru şekilde geçiremeyecekleri normlarda olması. Böyle olunca da genellemeler, insanlar karbonhidrat yemeyi bir ‘suç’muş gibi görüyorlar sağlıklı beslenmede. Hiç öyle değil.

Doğru karbonhidrat, kompleks karbonhidrat, rafine edilmemiş karbonhidrat son derece sağlıklıdır. Tam tahıllı bir makarna, basmati pirinç, karabuğday gibi… Ya da içerisinde çok tatlı olmayan meyve, içinde nişasta oranı yüksek birtakım sebzeler, bezelye gibi, bunlar doğru olarak tüketildiğinde hiç günah keçisi olmayacak kadar kıymetli besinler.

Ama şeker, kesinlikle hayatımızda minimalize edilmesi gereken, hatta hiç sokulmaması gereken (basit şekerler) bir unsurdur; burada hiç yanlış anlaşılma yoktur; şeker kötüdür.

Peki ya ‘yağlar’ hakkında ne söylemek istersiniz?

Bizim vücudumuzun enerji kaynağı yağdır. İyi yağlar olarak nitelendirdiğimiz; vücudumuzda üretilmeyen ama dışarıdan almamız gereken esansiyel yağ asitlerini içeren -omega 3, omega 6 gibi- yağlar, vücudumuzun işlevselliği açısından çok önemlidir.

Mesela avokadonun, yağlı tohumlar olarak nitelendirdiğimiz badem, ceviz, fındığın, mct dediğimiz orta zincirli yağ asitlerini içeren Hindistan cevizi yağının, oleik asit içeren zeytinyağının veya tereyağının doğru şekilde tüketilmesi, son derece sağlıklıdır. Ama burada önemli olan sağlıklı deyip çok fazla, fütursuzca tüketilmemesi. Burada önemli unsur, ne zaman, ne şekilde, ne kadar tüketileceğinin çok iyi bilinmesidir, dolayısıyla yağ, ‘tü kaka’ değil, tam tersi, hayatımızda olması gereken bir besin ögesidir.

Eğer kronik bir rahatsızlık veya özel bir sağlık durumu yoksa, günlük ideal beslenme nasıl olmalı? Kaç öğün yemek ve ne zaman yemek gerekiyor?

Ben şöyle düşünüyorum; bana göre ‘ideal’ beslenme, bireysel unsurlarla değişiklik gösteren beslenmedir.

Beslenmedeki temel besin unsurları dünyanın her yerinde aynıdır, Kanada’ya da gitseniz, Türkiye’de de olsanız, Avustralya’ya da gitseniz, bir beslenme uzmanı size aynı besin gruplarını sayacaktır. Süt grubu aynıdır, et grubu aynıdır, tahıl grubu aynıdır. Ama Ayşe’nin, Amy’in, Richard’ın hepsinin besin gereksinimleri, bu beslenme grupları perspektifinden baktığınızda farklıdır. Bu besin gruplarının hepsini alabildiği, kendi bireysel özelliklerine göre değişen beslenme, sağlıklıdır.

Bana göre 3 öğün beslenmek, en sağlıklısı. Ara öğünlere ihtiyaç duyarsa kişi, ara öğünlerin de olduğu bir beslenme (4 ara öğün) bence uygun bir beslenmedir ama bu Ayşe’ye hiç uymayabilir, günde iki öğün yemek ona iyi gelecektir, olabilir. Ama benim için doğru beslenme, üç öğünden oluşur.

Beslenme saatlerine gelince, tabii ki çok geçe kalmadan, akşam 7-8 arasında beslenmeyi bitirmek en iyisidir. Ama koşullar bunu gerektirmiyorsa, bu kişi 8.30’da 9’da 10’da yediği halde en az 3 saat sonrasında uyuyorsa bu da benim için okeydir.

Kişinin sağlıklı beslenirken, günde 2-3 kez yaptığı doğal bir eylemi, kendisini çok fazla kısıtlayarak, çok fazla kurallar koyarak yapması, bana göre bir sistem değil. Biraz da Taylan Kümeli Yöntemi oluyor bu.

Taylan Kümeli Metodu’ndan da bahsedebilir misiniz?

Taylan Kümeli Metodu, bana göre kişinin kendisini huzurlu hissettiği, yemek yerken neşelendiği, ‘sağlıklandığını’ hissettiği, doyumluk değil tadımlık yediği, tüm besin öğelerini aldığı, suyun mutlaka olmazsa olmazı olduğu, fiziksel aktivitenin olmazsa olmazı olduğu bir beslenme şeklidir.

Çoğunluğun cevabını bilse de merak ettiği ve sormaya devam edeceği şu soruyu da ekleyelim: ‘Aç kalarak zayıflayabilir miyiz?’

Hayır zayıflayamayız, zayıflansaydı dünyada hiç kimse şişman olmazdı. Aç kalarak sadece bedenimizi cezalandırırız, geçici bir süreyle bedenimize maalesef onu üzecek bir yönlendirme yaparız ama aç kalarak zayıflayamayız. Tüm besin ögelerinden doyumluk değil, tadımlık yiyerek onların bedenimize faydalı olduğunu en doğru şekilde olduğunu göstererek beslenmek, bizim için çok pozitif beslenmedir. Dolayısıyla aç kalarak zayıflamayı unutun.

Sağlıklı bir beslenme düzeni oluştururken odaklanılması gereken en temel unsurlar neler? Üç temel unsur ile sınırlandırsanız, bunlar neler olurdu?

Bana göre birincisi öğün atlamayın olurdu, sabah-öğlen-akşam sizin biyoritminize göre yemeğinizi yiyin. İkincisi, mutlaka günde 12 bardak su için olurdu. Üçüncüsü de yemeklerinizi keyif alarak, 20 dakikada ve yavaş yiyin olurdu. Sindirim sisteminizi kullanın, çiğneyin, koklayın, dokunun, 20 dakikadan kısa sürmesin yemeğiniz.

Yeme bozuklukları konusunda farkındalık yaratmak için neler yapılabilir? Bu tür sorunlarla mücadele eden danışanlarınıza ne gibi destekler sunuyorsunuz, ilk adım ne olmalı?

Yeme bozuklukları, anoreksiya nervoza, bulimiya nervoza, binge eating gibi bozukluklardır. Birisi kusma, birisi çok az yeme ama şişman hissetme, birisi inanılmaz çok yeme, her yiyeceğe takıntılı davranma demektir. Bunların hepsinde şu temel unsur yatar: Sağlıklı beslenmenin ve onu hayata adapte etmenin yanlış anlaşılması.

Dolayısıyla sağlıklı beslenmeyi insanlara doğru aktararak ve beden algısını doğru aktararak ikisi arasında senkronizasyon kurarak bu aşılabilir.

Biz şunları sunuyoruz; ilk olarak bedeninizi sevin diyoruz, mutlaka bir psikologtan, psikiyatrdan destek alalım, birlikte ilerleyelim diyoruz, kişiye bedeninin çok güzel olduğunu ve bunun yolunun o yaptığı yeme davranışından geçmediğini anlatıyoruz.

Diyet yaparken veya daha dikkatli, özenli beslenmeye, sağlıklı seçimler yapmaya çalışırken motivasyonu ve bağlılığı sürdürebilmek için ne tür stratejiler önerirsiniz? Kalıcı beslenme değişiklikleri yapmak gerçekten mümkün mü?

Bunun bir eğitim olduğunu algılatmayı öneririm kişilere. Yani diyet yapmak ya da sağlıklı beslenmeye geçmek, bir noktadan bir noktaya giden bir yolculuk aslında. O noktaların arasındaki yolda gördükleriniz hayatınızın içinde olmalı. Eğer onları bir süreç olarak görüp o süreç bittiğinde terk edeceksek, maalesef o süreci görmemiz çok zorlaşıyor.

Dolayısıyla yapmamız gereken en önemli şey; bizim bunun bir eğitim olduğunu, bu eğitimin de hayatımıza yayılarak devam ettiğinde ancak unutulmayacak ve vazgeçilmeyecek bir tarza dönüşeceğini aktarmaktır. Bu, devam eden bir yaşam biçimi haline dönüştüğünde, motivasyonumuz hiçbir zaman yok olmaz.

Uyku düzeninin beslenme üzerindeki etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Tabii ki etkiler. Çünkü biz uyurken, temizleniriz, yenileniriz, kendimizdeki hataları düzeltiriz. İşte bu düzeltilme esnasında da vücudumuz bize sağlıklı beslenirken kilo verme veya doğru kilo aralığında kalma konusunda çok destek olur. Dolayısıyla uyku düzeni direkt olarak sağlıklı beslenmeyle çok ilintilidir.

Peki, vitamin ve mineral eksiklikleri kilo alma/verme/koruma sürecini nasıl etkiliyor? Bu süreçlerde sorun yaşayanlar için öncelikli olarak hangi besin maddesi eksikliklerine baktırmalarını önerirsiniz?

Zaten ben bütün kilo verme süreçlerinin başında danışanlarımdan bir kan tahlili isteyip analizlerinin paralelinde eksik olan vitamin ve mineralleri öneriyorum.

D vitamini, B 12, demir, selenyum çok önemli. Ancak bunlar çok uzun konular, başlı başına tek bir başlık halinde uzun bir röportaj olabilecek bir konu, mutlaka bakılıp o eksikliklerin paralelinde listeler hazırlanıp, destekler verilmesi gerekiyor.

Değişen beslenme alışkanlıkları, yoğun stres, büyük şehirlerin hızlı temposu, sosyal medya kullanımının günden güne artması ve benzeri değişkenleri göz önünde bulundurduğunuzda, gelecek 10, belki de 20 yıl içinde beslenme alışkanlıklarımızda köklü değişiklikler olacağını düşünüyor musunuz? Tünelin ucu sizce daha mı aydınlık, daha mı karanlık?

Ben şunu söylüyorum beslenme, devinen bir bilim. Biz okuldan mezun olduğumuzda düşündüğümüz doğru veya yanlışlar şimdi devinerek farklılaşabiliyor. Ama bu farklılaşmayı aktarırken insanların akıllarını karıştıracak şekilde değil, bilimselliğin gelişimi şeklinde aktarmak çok önemli.

Elbette değişecek; beslenme de, insanların bedenleri de… Dünya üzerindeki soluduğumuz hava değişecek, iklim değişecek, ona göre bedenin tepkisi değişecek, kaynaklar azalacak, kaynakları bizim kullanmamız farklılaşacak, bu dolaylı ya da direkt olarak beslenmemizi etkileyecek.

Ben aydınlık ya da karanlık olarak tünelin ucunu çok nitelendirmek istemiyorum ama bizim nerede duracağımız burada çok önemli.

Eğer siz beslenme bilimini gerçekten hayatınıza, var olan koşulların değişimiyle beraber adapte etmeyi başarabilirseniz, her konuda olduğu gibi (bu, sadece beslenme için olmayacak, belki dijital platform için de olacak, ekonomi için de olacak, tıp için de olacak, sosyoloji için de, psikoloji için de olacak) bilimin ışığından giderek doğru sentez yapıp, hayatınıza sokmayı başarırsanız, var olmayı sürdürürsünüz. Ama ön yargılı, katı, esnemeyen, değişme kapalı bir yapıda olursanız da maalesef karanlığa boğulursunuz.

Ben her zaman, ilk cümlemde de kendimi tanıtırken, öğrenen, devinen bir yapıda olduğumdan söz ettim, bunun altında da bu açıkladığım gerçekler yatıyor.

Son olarak Uplifers okuyucularına ne söylemek istersiniz?

Ben şunu söyleyeyim; röportajımızı bitirirken; hiç niyetim yok emekli olmaya, evde oturup ay ben ayaklarımı uzatayım, dinleneyim biraz demeye, çünkü ben şunları seviyorum; çalışmayı ve çalışırken dinç ve öğrenir olmayı.

Dolayısıyla o değişim içinde yerinizi almayı başarabilme, modifiye olma yeteneğiniz varsa zaten hayatta kalırsınız diye düşünüyorum.

Hepinize sevgiler, kolaylıklar, bol, kahkahalı günler diliyorum.

Uplifers: Kaliteli ve mutlu yaşam koçunuz!

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale