Beslenme ve diyetetik alanında Türkiye’nin en tanınmış uzmanlarından biri olan Taylan Kümeli, keşfetmekten ve öğrenmekten asla vazgeçmeyen, enerjisiyle etrafına ışık saçan bir isim. Sağlıklı beslenmenin yanı sıra, spor yapmayı, seyahat etmeyi ve gülümsemeyi hayatının merkezine koyan Taylan Kümeli, sosyal medyanın beslenme alışkanlıklarımız üzerindeki etkisinden bireysel beslenme normlarımızın önemine kadar pek çok konuda değerli görüşlerini bizimle paylaşıyor…
Biz sizi çok yakından tanıyor olsak da henüz tanıma fırsatı bulamamış okuyucularımız için kendinizden kısaca bahseder misiniz?
Ben; keşfetmekten, seyahat etmekten, öğrenmekten, iyimser olmaktan, gülümsemekten, sağlıklı beslenmekten ve spor yapmaktan vazgeçmeyen bir insanım.
Çocuklarımı seviyorum, ‘değişik’ bir anne olduğuma, değişik bir öğretmen olduğuma inanıyorum. Aynı zamanda da eğitmenim. Her şeyi doğru ve bilimsel yöntemiyle ama mutlaka ‘özgün’ bir yöntemle hayata uyarlamayı seviyorum. En sevdiğim şey de; hayattan aldığım dersleri kendi içimde, kendi potamda özümseyip insanlara aktarırken onlara kısa yollar vermek.
Ben kendimi böyle tanımlıyorum ama Taylan Kümeli nedir diye sorsalar bana; keşfeden, araştıran, eğlenen, seyahat eden, öğrenen ve bunların hepsini aktarmaktan keyif alan insan derim.
Sosyal medya ile başlayalım… Sosyal medya, artık hayatımızın her alanının içerisinde. Beslenme de bunlardan bir tanesi. Sizce sosyal medya, beslenme alışkanlıklarımızı nasıl etkiliyor?
Bütün dijital ortamlarda olduğu gibi sosyal medyada da doğru platformların seçilmesi ve o platformlarda ne kadar zaman geçirdiğimiz çok önemli. Neyi, neye göre ayarlıyoruz, hangi farklı nokta, sosyal medya tarafından bize iletiliyor ve biz onu nasıl hayatımıza alıyoruz, bunları çok iyi bilmeliyiz. Ben böyle bakıyorum sosyal medyaya; bana ne kazandırıyor veya ben onu uyarlarsam benden ne alacak şeklinde kendi içimde muhakeme yapıyorum.
Seçici olmak lazım, onun büyüsüne çok kapılıp, tamamıyla onun yörüngesine girmemek lazım. Ama çok ön yargılı olup da ben hiç sosyal medyayla ilgilenmiyorum gibi kendimizce çıkarımlarda da bulunmak lazım. Çünkü öyle olduğunda birtakım yenilikleri veya farklı bir şeyleri reddetmek gibi olur. Dolayısıyla sosyal medya, özellikle beslenme konusunda, seçici olarak kullanılması gereken, bilimsel ağızdan söylenen verilerin takip edilmesi gereken bir yer. Sosyal medyada bir insan bir şey söylüyorsa bunu tecrübeyle değil, bilime dayanan kanıtlarla söylemesi gerekir.
Ben 40 kilo verdim şöyle zayıfladım, ben şu egzersizi yaptım belim küçüldü, böyle yapın diyecek bir insanın bilimsel bilgiye sahip olması gerekiyor; o yüzden sosyal medyada seçici olmak ve bilimselliğin arkasından ilerlemek lazım beslenme konusunda.
Yine sosyal medyada sık sık karşımıza çıkan pek çok beslenme tarzı var. Aralıklı oruç yapmak, tek öğün beslenmek, şekersiz 21 gün geçirmek, ‘hızlı’ kilo verme ipuçları, detoks suları veya güne aç karnına kahve ile başlamak gibi… Siz bu trendler hakkında ne düşünüyorsunuz? Hiç önermediğiniz veya desteklediğiniz yaklaşımlar var mı?
Ben şunu düşünüyorum; bizim beslenme normumuz parmak izlerimiz gibi. Hepimizin aslında iki tane eli, ayağı, kulakları, burnu, midesi, bağırsakları var ama hepimizin sistemleri o kadar farklı ki; bu farklılıklar içerisinde biz eğer kendi farklılığımızı sisteme doğru uyarlayıp bunu doğru şekilde hayatımıza alırsak; sosyal medyada aralıklı orucun veya 21 günde birtakım şeylerden vazgeçmenin veya kilo vermenin hızlı mı yavaş mı olacağının gibi gibi detayların, hangisinin bize doğru yarayacağını çok iyi biliriz.
Önce insanın bireysel olarak bedenini çok iyi tanıması lazım ve bu konuyu bilen, bu konuyla ilgili emek sarf eden birinden de teyit alarak rahatlaması lazım. Bu bir beslenme uzmanı olabilir, doktor arkadaşınız olabilir. Akabinde o sisteme en iyi uyan yöntemi doğru şekilde, doğru mecradan alıp, hayatına uyarlaması lazım.
Orada mesela hızlı kilo verme ipuçlarını dinleyebilir, ona aktaran insan da çok iyi niyetle aktarmış olabilir ama onların hangisinin ona uyup uymayacağına insanın kendisi karar verebilir. Kimse sosyal medyada kimseyi ne kandırıyor ne de zorla onu empoze ediyor. Orada seçicilik ve bir işi bilmek ve onu hayatınıza ne kadar almanız gerektiğini doğru değerlendirmek çok çok önemli.
Benim hep söylediğim şey bu.
Bu perspektiften baktığınızda, ben birisine yanlış, birisine doğru, olur-olmaz demek istemiyorum. Bireysel farklılıklarla herkese doğru gelebilecek veya hiç doğru gelmeyecek yöntemler farklılaşabilir içinden, dolayısıyla burada insanın kendisini öncelikle tanıyıp hangisinin kendisi için uygun olabileceğine doğru karar vermesi gerekiyor.
Yaygın bir kanıya göre karbonhidrat ve şeker, fazla kiloların ‘tek suçlusu’ olarak görülüyor. Gerçekten öyle mi yoksa ikisi de ‘günah keçisi’ mi? Karbonhidratların ve şekerin beslenmemizdeki yeri hakkında en büyük yanlış anlaşılma sizce nedir?
Bir kere şeker, gerçekten hiç günah keçisi falan değil, son derece sağlıksız, insanı yaşlandıran, bütün hastalıkları mıknatıs gibi çeken, sistemi bozmak üzere programlanmış bir yiyecek türü. Basit şekerlerden bahsediyorum, kompleks şekerlerden değil.
Karbonhidratlar öyle değil, karbonhidratları da tabii kendi içerisinde basit ve kompleks karbonhidratlar olarak ayıralım. En basiti işte beyaz veya kahverengi, işlenmemiş karbonhidrat olarak adlandırabiliriz.
Büyük yanlış şu; genellemelerin açıklanmadan ve insanların hayatlarına doğru şekilde geçiremeyecekleri normlarda olması. Böyle olunca da genellemeler, insanlar karbonhidrat yemeyi bir ‘suç’muş gibi görüyorlar sağlıklı beslenmede. Hiç öyle değil.
Doğru karbonhidrat, kompleks karbonhidrat, rafine edilmemiş karbonhidrat son derece sağlıklıdır. Tam tahıllı bir makarna, basmati pirinç, karabuğday gibi… Ya da içerisinde çok tatlı olmayan meyve, içinde nişasta oranı yüksek birtakım sebzeler, bezelye gibi, bunlar doğru olarak tüketildiğinde hiç günah keçisi olmayacak kadar kıymetli besinler.
Ama şeker, kesinlikle hayatımızda minimalize edilmesi gereken, hatta hiç sokulmaması gereken (basit şekerler) bir unsurdur; burada hiç yanlış anlaşılma yoktur; şeker kötüdür.
Peki ya ‘yağlar’ hakkında ne söylemek istersiniz?
Bizim vücudumuzun enerji kaynağı yağdır. İyi yağlar olarak nitelendirdiğimiz; vücudumuzda üretilmeyen ama dışarıdan almamız gereken esansiyel yağ asitlerini içeren -omega 3, omega 6 gibi- yağlar, vücudumuzun işlevselliği açısından çok önemlidir.
Mesela avokadonun, yağlı tohumlar olarak nitelendirdiğimiz badem, ceviz, fındığın, mct dediğimiz orta zincirli yağ asitlerini içeren Hindistan cevizi yağının, oleik asit içeren zeytinyağının veya tereyağının doğru şekilde tüketilmesi, son derece sağlıklıdır. Ama burada önemli olan sağlıklı deyip çok fazla, fütursuzca tüketilmemesi. Burada önemli unsur, ne zaman, ne şekilde, ne kadar tüketileceğinin çok iyi bilinmesidir, dolayısıyla yağ, ‘tü kaka’ değil, tam tersi, hayatımızda olması gereken bir besin ögesidir.
Eğer kronik bir rahatsızlık veya özel bir sağlık durumu yoksa, günlük ideal beslenme nasıl olmalı? Kaç öğün yemek ve ne zaman yemek gerekiyor?
Ben şöyle düşünüyorum; bana göre ‘ideal’ beslenme, bireysel unsurlarla değişiklik gösteren beslenmedir.
Beslenmedeki temel besin unsurları dünyanın her yerinde aynıdır, Kanada’ya da gitseniz, Türkiye’de de olsanız, Avustralya’ya da gitseniz, bir beslenme uzmanı size aynı besin gruplarını sayacaktır. Süt grubu aynıdır, et grubu aynıdır, tahıl grubu aynıdır. Ama Ayşe’nin, Amy’in, Richard’ın hepsinin besin gereksinimleri, bu beslenme grupları perspektifinden baktığınızda farklıdır. Bu besin gruplarının hepsini alabildiği, kendi bireysel özelliklerine göre değişen beslenme, sağlıklıdır.
Bana göre 3 öğün beslenmek, en sağlıklısı. Ara öğünlere ihtiyaç duyarsa kişi, ara öğünlerin de olduğu bir beslenme (4 ara öğün) bence uygun bir beslenmedir ama bu Ayşe’ye hiç uymayabilir, günde iki öğün yemek ona iyi gelecektir, olabilir. Ama benim için doğru beslenme, üç öğünden oluşur.
Beslenme saatlerine gelince, tabii ki çok geçe kalmadan, akşam 7-8 arasında beslenmeyi bitirmek en iyisidir. Ama koşullar bunu gerektirmiyorsa, bu kişi 8.30’da 9’da 10’da yediği halde en az 3 saat sonrasında uyuyorsa bu da benim için okeydir.
Kişinin sağlıklı beslenirken, günde 2-3 kez yaptığı doğal bir eylemi, kendisini çok fazla kısıtlayarak, çok fazla kurallar koyarak yapması, bana göre bir sistem değil. Biraz da Taylan Kümeli Yöntemi oluyor bu.
Taylan Kümeli Metodu’ndan da bahsedebilir misiniz?
Taylan Kümeli Metodu, bana göre kişinin kendisini huzurlu hissettiği, yemek yerken neşelendiği, ‘sağlıklandığını’ hissettiği, doyumluk değil tadımlık yediği, tüm besin öğelerini aldığı, suyun mutlaka olmazsa olmazı olduğu, fiziksel aktivitenin olmazsa olmazı olduğu bir beslenme şeklidir.
Çoğunluğun cevabını bilse de merak ettiği ve sormaya devam edeceği şu soruyu da ekleyelim: ‘Aç kalarak zayıflayabilir miyiz?’
Hayır zayıflayamayız, zayıflansaydı dünyada hiç kimse şişman olmazdı. Aç kalarak sadece bedenimizi cezalandırırız, geçici bir süreyle bedenimize maalesef onu üzecek bir yönlendirme yaparız ama aç kalarak zayıflayamayız. Tüm besin ögelerinden doyumluk değil, tadımlık yiyerek onların bedenimize faydalı olduğunu en doğru şekilde olduğunu göstererek beslenmek, bizim için çok pozitif beslenmedir. Dolayısıyla aç kalarak zayıflamayı unutun.
Sağlıklı bir beslenme düzeni oluştururken odaklanılması gereken en temel unsurlar neler? Üç temel unsur ile sınırlandırsanız, bunlar neler olurdu?
Bana göre birincisi öğün atlamayın olurdu, sabah-öğlen-akşam sizin biyoritminize göre yemeğinizi yiyin. İkincisi, mutlaka günde 12 bardak su için olurdu. Üçüncüsü de yemeklerinizi keyif alarak, 20 dakikada ve yavaş yiyin olurdu. Sindirim sisteminizi kullanın, çiğneyin, koklayın, dokunun, 20 dakikadan kısa sürmesin yemeğiniz.
Yeme bozuklukları konusunda farkındalık yaratmak için neler yapılabilir? Bu tür sorunlarla mücadele eden danışanlarınıza ne gibi destekler sunuyorsunuz, ilk adım ne olmalı?
Yeme bozuklukları, anoreksiya nervoza, bulimiya nervoza, binge eating gibi bozukluklardır. Birisi kusma, birisi çok az yeme ama şişman hissetme, birisi inanılmaz çok yeme, her yiyeceğe takıntılı davranma demektir. Bunların hepsinde şu temel unsur yatar: Sağlıklı beslenmenin ve onu hayata adapte etmenin yanlış anlaşılması.
Dolayısıyla sağlıklı beslenmeyi insanlara doğru aktararak ve beden algısını doğru aktararak ikisi arasında senkronizasyon kurarak bu aşılabilir.
Biz şunları sunuyoruz; ilk olarak bedeninizi sevin diyoruz, mutlaka bir psikologtan, psikiyatrdan destek alalım, birlikte ilerleyelim diyoruz, kişiye bedeninin çok güzel olduğunu ve bunun yolunun o yaptığı yeme davranışından geçmediğini anlatıyoruz.
Diyet yaparken veya daha dikkatli, özenli beslenmeye, sağlıklı seçimler yapmaya çalışırken motivasyonu ve bağlılığı sürdürebilmek için ne tür stratejiler önerirsiniz? Kalıcı beslenme değişiklikleri yapmak gerçekten mümkün mü?
Bunun bir eğitim olduğunu algılatmayı öneririm kişilere. Yani diyet yapmak ya da sağlıklı beslenmeye geçmek, bir noktadan bir noktaya giden bir yolculuk aslında. O noktaların arasındaki yolda gördükleriniz hayatınızın içinde olmalı. Eğer onları bir süreç olarak görüp o süreç bittiğinde terk edeceksek, maalesef o süreci görmemiz çok zorlaşıyor.
Dolayısıyla yapmamız gereken en önemli şey; bizim bunun bir eğitim olduğunu, bu eğitimin de hayatımıza yayılarak devam ettiğinde ancak unutulmayacak ve vazgeçilmeyecek bir tarza dönüşeceğini aktarmaktır. Bu, devam eden bir yaşam biçimi haline dönüştüğünde, motivasyonumuz hiçbir zaman yok olmaz.
Uyku düzeninin beslenme üzerindeki etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Tabii ki etkiler. Çünkü biz uyurken, temizleniriz, yenileniriz, kendimizdeki hataları düzeltiriz. İşte bu düzeltilme esnasında da vücudumuz bize sağlıklı beslenirken kilo verme veya doğru kilo aralığında kalma konusunda çok destek olur. Dolayısıyla uyku düzeni direkt olarak sağlıklı beslenmeyle çok ilintilidir.
Peki, vitamin ve mineral eksiklikleri kilo alma/verme/koruma sürecini nasıl etkiliyor? Bu süreçlerde sorun yaşayanlar için öncelikli olarak hangi besin maddesi eksikliklerine baktırmalarını önerirsiniz?
Zaten ben bütün kilo verme süreçlerinin başında danışanlarımdan bir kan tahlili isteyip analizlerinin paralelinde eksik olan vitamin ve mineralleri öneriyorum.
D vitamini, B 12, demir, selenyum çok önemli. Ancak bunlar çok uzun konular, başlı başına tek bir başlık halinde uzun bir röportaj olabilecek bir konu, mutlaka bakılıp o eksikliklerin paralelinde listeler hazırlanıp, destekler verilmesi gerekiyor.
Değişen beslenme alışkanlıkları, yoğun stres, büyük şehirlerin hızlı temposu, sosyal medya kullanımının günden güne artması ve benzeri değişkenleri göz önünde bulundurduğunuzda, gelecek 10, belki de 20 yıl içinde beslenme alışkanlıklarımızda köklü değişiklikler olacağını düşünüyor musunuz? Tünelin ucu sizce daha mı aydınlık, daha mı karanlık?
Ben şunu söylüyorum beslenme, devinen bir bilim. Biz okuldan mezun olduğumuzda düşündüğümüz doğru veya yanlışlar şimdi devinerek farklılaşabiliyor. Ama bu farklılaşmayı aktarırken insanların akıllarını karıştıracak şekilde değil, bilimselliğin gelişimi şeklinde aktarmak çok önemli.
Elbette değişecek; beslenme de, insanların bedenleri de… Dünya üzerindeki soluduğumuz hava değişecek, iklim değişecek, ona göre bedenin tepkisi değişecek, kaynaklar azalacak, kaynakları bizim kullanmamız farklılaşacak, bu dolaylı ya da direkt olarak beslenmemizi etkileyecek.
Ben aydınlık ya da karanlık olarak tünelin ucunu çok nitelendirmek istemiyorum ama bizim nerede duracağımız burada çok önemli.
Eğer siz beslenme bilimini gerçekten hayatınıza, var olan koşulların değişimiyle beraber adapte etmeyi başarabilirseniz, her konuda olduğu gibi (bu, sadece beslenme için olmayacak, belki dijital platform için de olacak, ekonomi için de olacak, tıp için de olacak, sosyoloji için de, psikoloji için de olacak) bilimin ışığından giderek doğru sentez yapıp, hayatınıza sokmayı başarırsanız, var olmayı sürdürürsünüz. Ama ön yargılı, katı, esnemeyen, değişme kapalı bir yapıda olursanız da maalesef karanlığa boğulursunuz.
Ben her zaman, ilk cümlemde de kendimi tanıtırken, öğrenen, devinen bir yapıda olduğumdan söz ettim, bunun altında da bu açıkladığım gerçekler yatıyor.
Son olarak Uplifers okuyucularına ne söylemek istersiniz?
Ben şunu söyleyeyim; röportajımızı bitirirken; hiç niyetim yok emekli olmaya, evde oturup ay ben ayaklarımı uzatayım, dinleneyim biraz demeye, çünkü ben şunları seviyorum; çalışmayı ve çalışırken dinç ve öğrenir olmayı.
Dolayısıyla o değişim içinde yerinizi almayı başarabilme, modifiye olma yeteneğiniz varsa zaten hayatta kalırsınız diye düşünüyorum.
Hepinize sevgiler, kolaylıklar, bol, kahkahalı günler diliyorum.