Yaşamlarımızdan beklentilerimiz var. Olmasını dilediklerimiz, beklediklerimiz, olması için dua ettiklerimiz, üzerine ritüeller yaptıklarımız. Devam eden, bitmek bilmeyen bir arayış.
İnsan olarak beklentili, arzu içinde oluşumuz acımızın temelini oluşturuyor. Arzulardan tercih etme yoluyla seçtiklerimiz, bilinçli tercihlerimizin etkileri, çoğunlukla negatif olmazken, koşullu talepler asıl ıstırabın kahramanları. “Mutlaka buna sahip olmalıyım, buna ulaşmalıyım, bu olursa eğer (!) mutlu olacağım, başarılı olacağım, sonraki aşamaya geçebileceğim, iyi hissedeceğim” ve benzerleri.
Arayanın ne aradığını bilmediği bir arayış. Bu düzenli bir işe sahip olmak olabilir, bir iş kurmak için gereken sermayeye ulaşmak olabilir, anlaşmakta zorluk çekilen konularda uzlaşılan bir eş, toplumsal kriterlere (bambaşka bir tartışma konusu) daha uygun tavırlar sergileyen bir evlat, içinden taşınılması gereken bir mekan, bitirilmesi gereken bir proje, üstlerden beklenen bir terfi olabilir…
Birçoğumuz sadece kendimizi düzeltebilirsek -kendimizi düzeltmek ne demekse, sanki bozukmuşuz gibi- sorunlarımızın neredeyse tümünün çözüleceğine, o vaadi verilmiş mutluluk topraklarına ulaşabileceğimize inanıyoruz.
Çoğumuzun zihninde beklentili talebin sonucu olarak bırakın başkasına, kendimize bile yüksek sesle söylemediğimiz cümleler dönüp duruyor. “Yeterince iyi değilim.” “Yeterince başarılı değilim.” “Yeterince zengin değilim.” “Değersizim.” “Kendimi yeterince iyi gösteremedim.”
Bazılarımız bu döngünün dışına çıkmak için olası pek çok farklı yollardan bazılarını deniyor. Sorun şu ki hiçbir şey kalıcı olarak işe yaramıyor. Kısa bir süre sonra hayattan alınan zevk seviyesi tekrar düşmeye başlıyor.
Bundan daha ilginç olan kısımsa “yeterince” olmayanlar bir an gelip bir şekilde “yeterli” olsa da sonuç değişmiyor. Yoksullar arayışta, ama zenginler de. Hasta olanlar arayışta ama sağlıklı olanlar da, işsizler arayışta, firma sahipleri de, bekarlar da, evliler de…
Kaynağı ve doğruluğu kesin olmayan bir anlatıya göre Büyük İskender’in dünyanın hâkimi olduktan sonra ele geçirecek başka bir şey kalmadığı ve bir anda kendisiyle baş başa kaldığı için çok mutsuz olduğu söylenir.
Bu tam tatmin sözü asla tutulamıyor. Saklanamıyor. İstediğimiz bir şeyi elde ettiğimiz an, anlık olarak tatmin oluyoruz ve sonra memnuniyetsizliğimiz yeniden yükseliyor. Belki de eskisinden daha bile fazla. Tatmin bir türlü gelmiyor. Arzulananlar belliymiş gibi gözüküyor belki, peki arzu eden gerçekten kim? Gerçekten ihtiyacı olan şey nedir? Bu iki sorunun cevaplanması asıl meselemiz olabilir mi?
Çünkü bazen bir hedefe doğru giderken asıl ihtiyacımız bambaşka bir şey olabilir. Üstelik bu yolda onu elde edebiliriz de. Ama söz konusu iki sorudan yola çıkmadıysak elde ettiklerimiz farkındalığımız dışında kalır, kıymetlilerimizi boşa harcar gideriz.
Arayış, arama hali hep dışarıda. Uzakta olanda. Uzakta gözükende. Bir yoga ve meditasyon eğitmeni olarak bu yazıyı, sadece bu iki kadim öğretinin içe dönmeye, “Ben gerçekte kimim?” ve “Neye ihtiyacım var?” sorularının cevaplarını bulmaya yardımcı olabileceğini söyleyerek bitirmek bir seçim olabilirdi, evet. İzninizle bir adım ileri taşımak istiyorum.
Yoga pozlarına ve meditasyon deneyimine aynı dışa bakan, dışarıda olanı gören gözlerle bakarsak eğer sonucun değişmesi çok da kolay olmayacaktır. O hedef pozu yapabildiğimizde, herkesten uzun süre (!) dimdik ve sözde sessizce meditasyon oturuşunda oturabildiğimizde aynı hükümdar İskender gibi başarının en büyük başarısızlık olduğu yere tekrar merhaba diyeceğiz.
Negatifliği yoğun bir günün ardından veya tam tersi şımartılmış hissettiğimiz bir günün ardından matın üstüne çıktığımızda poz bizi zorladığında, nefeslerimiz sıkıştığında, eğitmen veya arkadaşımız kadar rahat hissetmediğimizde nasıl biri oluyoruz? Meditasyon iç saatimize göre bir türlü bitmek bilmediğinde, nefesi takip etmeyi kaçırdığımızı fark ettiğimizde ne düşünüyoruz? Ne hissediyor, ne yapmak istiyoruz? Gerçek biz kimiz? Neye ihtiyacımız var?
Öğreti ve uygulama ne olursa olsun içeri doğru girdikçe, dışarıya kapattığımız gözlerimiz içeriye doğru açılıp oradaki karanlığa alışıp görebilmeye başladıkça, gerçek benliğimizle, ışığın kaynağıyla, kendimizle karşılaşmamız mümkün. İşte orada arzular net, arananlar ve ihtiyaçlar apaçık. Başından beri arzu edilen, aranan şey arayanın ta kendisi. Aramaya kendimizden başlamaya ne dersiniz?
Sevgiyle…
İlginizi çekebilir: Düşüncelerimiz dostumuz mu, düşmanımız mı: Zihne yakından bakmak