Minimalizm tarihi dendiğinde 1960’lardan bu yana süren ve son 15 yılda popüler hale gelen bir süreçten bahsedilir. Ancak bu süreci iyi okuduğunuzda minimalizm tarihinin milattan önce 400’lere dayandığını hemen anlarsınız. Diyojen, Epikür, Montaigne, Freud, Hegel, Nietzsche, Descartes ve daha sayamadığım pek çok isim bize minimalizm tarihinin çok eskilere dayandığını kanıtlar. Minimalizm kavramı 2. Dünya Savaşı sonraları kullanılmaya başlasa da felsefi olarak 2 bin 300 yıl öncesine dayanır.
Helenistik dönem Yunan filozofu Epikür (M.Ö. 341- M.Ö 271), mutlu ve huzurlu olmayı amaçlayan bir yaşam felsefesi ortaya atmış, bir insanın arayabileceği en büyük iyiliğin mütevazı zevkleri olduğunu savunmuştur.
Epikür Felsefesi, insan ilişkileri, beslenme ve maddi yönelimlerde ılımlı olmayı öğütlerken, aynı zamanda sahip olduklarımız için minnet duymayı öğretir. Burada önemli olan ölçüdür.
Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831) minimalizmi “sade ama basit olmayan, yalın ama yavan olmayan” diye tanımlar.
Zaman içerisinde yaşamdan sanata, beslenmeden insan ilişkilerine kadar her alana yayılan minimalizm, pek çok filozof ve bilim insanını etkilemiş ve düşüncelerine yön vermiştir.
Kendi odak noktasında önüne çıkan tüm engellerden; bunlar nesneler, insanlar ya da atıl düşünceler olabilir, sıyrılmak isteyenler minimalizmi bir çıkış noktası olarak görmüşlerdir.
Hatta rivayet odur ki, sanatta minimalizmi benimseyenlerin kişi ile eser arasındaki iletişimi bozmamak ve ona yapay yönlendirmeler eklememek adına eserlerine isim vermekten dahi kaçındıkları söylenir.
İşte yaşamın her alanında karşımıza çıkan minimalizm kavramı, biricikliği, ölçülülüğü ve öznelliği ile sürekli tüketmek üzerine kurulu olan yaşamlarımızın önünde, karşı koyamayacağımız cazibesi ile öylece durur.
“Karmaşık şeylerin güzel olduğunu düşünmek insanların ortak yanlışıdır” der Descartes. Evimize aldığımızda salonumuzu daha iyi göstereceğine inandığımız koltuk takımının, hayatımıza girdiğinde yaşamlarımızı daha eğlenceli kılacağına inandığımız insanların, diğer renginin yüzümüze daha çok yakışacağına inandığımız kıyafetlerin asla sonunun gelmeyeceğini öğrenmek hepimiz için iyi bir başlangıç olacaktır. Çünkü yaşamlarımızın mutlu kısımlarını mutlu yapan, daha az mutlu kısımlarıdır. Bu nedenle sürekli bir sonraki büyük şeyi aramaktan vazgeçin.
Size sürekli yön vermeye çalışan dış uyarıcılardan kurtulun. Birden fazla sosyal medya hesabı kullanmaktan ve vaktinizin büyük bir kısmını buna ayırmaktan kaçının. Gereksiz harcamalarınıza dur deyin. Sade düşünün, sade konuşun. Uzun zaman önce aldığınız ve varlığından bile bir haber olduğunuz kıyafetlerinizle vedalaşın.
Minimalizm, hayat standartlarınızı düşürmenin aksine sizi daha az stresli bir yaşama yaklaştırır. Böylece en çok şeye sahip olmanın değil en az şeye ihtiyaç duymanın verdiği rahatlıkla yolumuza devam edebiliriz.
Bir sonraki yazımda gardırobumuzdan başlayarak evimizin tüm alanını sadeleştirmenin yollarını sizinle paylaşacağım. Kendinize ve dünyaya iyi bakın. Sağlıcakla kalın.
İlginizi çekebilir: Dingin bir yaşam için: Hayatınızın her alanında minimalizme giriş