Okuyanlar artık alıştı diye düşünüyorum, o yüzden buna uygun gideceğim bu yazımda da. Hadi işin içine farkındalık katalım. Nasıl mı? Sizden -hızla akan şu hayatta hala okumaya ve öğrenmeye zaman ayıran siz sevgili arkadaşlardan- bir ricam var. Lütfen hayattaki sıfır noktanızı düşünün. Sizi siz yapan taze başlangıçlarınızı… Hatırlayın o anları. Şimdi de durduğunuz yere bakın. O başlangıçtan ne kadar yol kat ettiğinize bir bakın. Hala yolda olanlar, yolculuk nasıl gidiyor? Peki ya yerleşikler, sizler ne alemdesiniz? Hepimizin ortak noktası bir başlangıç olması; bir sıfır noktası. Noktalar yerini virgüllere bıraktıkça, şehirler geçtik, sevdik ve ağladık. Yeni noktalara kadar yol aldık. Bazen o virgüller çok uzun sürer, bir hayat kadar…
Şimdi bir tarihin bir sıfır noktasına gidelim, ne dersiniz? Bilenlere alkış! Göbeklitepe’deyiz! Tarihin sıfır noktasına hoş geldiniz!
Biri binlerce yıl sonra üstü toprakla kapanan bu “insanın kendi elleriyle yaptığı, bilinen ilk tapınaklar”ı şans eseri ortaya çıkarıyor. Bilinen tarihin akışını tamamen ve geri dönülemez şekilde değiştiriyor. İnanılmaz degil mi sizce de? Daha yerleşik hayata geçmeyen bu insanların inanç olmadan, bir şeye tutunmadan yaşayamayacağının kanıtı…
Fotoğraf: National Geographic
Buradanın altını kırmızı kalemle çizmemiz lazım. Ben dini yönden kastetmiyorum; kendim de iddialı biri değilim bu konuda. Benim demek istediğim bir konu olsun, bir olay ya da bir enerji, ne ise buradaki kilit kelime şu: İnanmak. Kendini ona adamak. Düşünsenize bu insanlar hala avcı iken yerleşik hayatı bilmezken kendilerine tapınak kurmuşlar. T şeklindeki bu stelleri insanlar var etmişler. Elleriyle hem de. Matematik zekasını düşünebiliyor musunuz? O zamanları… Yazarken bir kez daha hayran kaldım.
Buraya gelmeyi 2019 yılının Göbeklitepe yılı ilan edilmesi ile kafama koymuştum. Ekim ayının ilk haftası 2 gün bu güzel şehre kaçtık. Amaç sadece Göbeklitepe değildi tabii, hem şehri gezmek hem de Halfeti’yi görmek de bu plana dahildi. Bu plan kusursuz bir şekilde işledi. Perşembeden gelip pazar döndük. 2 gün Şanlıurfa ve 1 gün Adıyaman olarak kayıtlara çoktan geçti.
Şimdi Urfa’daki uzun mu uzun 48 saati anlatacağım. Sıcak bir ekim ayinin perşembesi uçak Urfa’ya iner. Havaş ile merkezdeki otele varılır. Araştırmalar sonucunda karar verilen popüler bir kahvaltıcı seçilir. Keza güne aç başlanmaz durumu benim için de geçerli. Serpme sözü burada enteresan bir durum. Kahvaltıda kızartma olması, közlenmiş sebzeler, acı soslar derken başladı film; alışık olmadığımız bir senaryo dedirtti.
Peki o diyetlerden diyet beğenmeyen midemizin bundan haberi var mıydı? O ekmek yerine gelen sıcak pideler için “gömmek” tabiri çok uygun bence şu an. Dedik “yakarız”, dedik “yürüyeceğiz”, dedik “tatilde kalori hesaplanmaz…” Ama midemizin kendi cumhuriyetini unuttuk. Neler mi oldu? Yavaş yavaş anlatacağım. Başta da uyardım bu yazı bayağı bir detay içeriyor diye. O yüzden ağırdan gidelim.
Kahvaltı merkezdeki o meşhur yerlerden birinde yapıldı… Artık istikamet belli. Göbeklitepe’ye otobüs ile gideceğiz. 45 dakikalık bir yol ve durak “0 noktası” olarak adlandırılmış. Yaratıcı bir isim, bayıldım. Otobüs çok konforlu, rahatsızlık veren tek şey sıcak hava. Alışık olmadığımız bir mevsimde… Bu yazıda cümlenin sonuna “sıcak” kelimesini ekleyin siz, ben sürekli koyarak kelime çöplüğü yapmayayım. Nasıl bir şehirdir bu, tam çözemedim aslında. Urfa’da bir enerji var, hani böyle bazı yerler öyledir ya o yerlerden. Bir daha gideceğimi de hissettim, öyle işte… Damardan etkileyenlerden…
Biz şimdi “sıfır noktası”ndan otobüse bindik. (Cümle iyi bir metafor, hayattaki duraklardan nereye gittiğimizi de düşündürmedi degil değil mi? Bence evet) 45 dakika yol yaptık ve sonunda beklenen o an geldi. Göbeklitepe’de olacağız ama öncelikle bilet alacağız. Örenyeri kendisi. Ben Müzekart çıkartmayı daha uygun buldum. İstanbul’da da gezeceğim yerler, müzeler olacak -yeni yazı kokusu alanlar haklı efenim- yani kazancım daha çok genele bakınca… İyi ki de öyle yapmışım. Aynı gün akşamüstü Arkeoloji Müzesi’ne de girdim. Dedim size, uzun bir 2 gün olacak!
Fotoğraf: Şerif Yenen
Göbeklitepe’ye turla gelmedik ama şansa bir iki turla karşılaştık. Rehberlerini dinlemek de keyifli oldu, izinleriyle tabii ki. Hakkında çok konuşulan ve kitaplara konu olan bu tarihi hazineye hayran kalmamak elde mi? Olamaz. Hala da kazı devam ediyor. Yani yine gelinesi, yine kendini bilgi anlamında yenilemen gereken bir yer. Bir zamanlar yapılanların hala zamana meydan okuması bu! Tüylerim diken diken oluyor hala. Anısı hep taze kalacak bu hissin.
Dünyanın ilk inanç merkezi olması buraya bitmeyen ziyaretçi akını demek. Yeni bulgular da gündemi hep taze tutuyor. Burada geçen yaklaşık 1 saatin ardından aynı yolla geri döndük ve kapanmadan Arkeoloji Müzesi’ne de yetiştik.
Urfa’nın bu yönü de çok renkli… Yeme içme anlatımında zayıf kalabilirim ama kültür kısmında biraz detay verebilirim naçizane. Arkeoloji Müzesi Göbeklitepe’nin bir gölgesi gibi; onun yansımasını görmemek mümkün değil.Aynı gün gezmek de bu yorumun doğruluğunun sağlaması oldu. Sıcak ve uzun ilk gün Urfa’da böyle bitti. Bu yazıyı Göbeklitepe’ye ayırmış olalım. 2019 yılı ona adanmıştı, bu yazı da şansa 2019’un son yazısı… Yine aşk tesadüfleri seviyor!
…devam edecek..
İlginizi çekebilir: Yazdan kalma bir günden: Ege’nin saklı cennetleri