Geçen gün çok acaip bir şey fark ettim tüm çıplaklığıyla. Birisiyle tanıştım. Tanıştığımın hemen ertesi, hakkında yorumlarım, bayağa inanışlarım, hatta emin olduğum birçok şey var oldu üzerinde dillendirdiğim. Sanki sadece bir kere görüp konuşmamışım gibi nasıl bu kadar çok şeyden emin emin konuşabilirdim kişi hakkında? Sonra fark ettim. Sonra da kendime şaştım. Hayatım boyu bunu yapmıştım. O zaman hayatımı ne kadar gerçekten gerçeklikte yaşamıştım?
Beyin ne kadar kuvvetliydi! İnsanın kendi istekleri ve beklentilerini alıp karşı tarafa yükleyip kişi hakkında hikaye kurduruyordu. O an canı ne isterse ona inandırıyor, bir de üzerine kendi arzu ettiği beklentileri yüklüyordu kişiden bağımsız. Tabii eğer ki sen bu oyunun farkına varmazsan!
Sonra anladım ki kişiyi tanımadan, kendi ağzından gerçekliğini duyup yaşamadan iyi, kötü diye sıfatlandırmamak ve hiçbir yorumda bulunmamak gerekiyormuş. Çünkü bilemezmişiz; bilmiyoruz, bilmeyeceğiz. Beynin kurguladığı hikayeler senin daha önceki subjektif tecrübelerinin yansıması sadece. İçerisinde sahip olduğun kalıpları, öğretileri, inançları barındırıyor ve tüm hepsini kapsayan bir hikaye geliştirmeye başlıyor. Ve aydınlık olan haber ise şu: Bu hikayelerin yüzde 99’unun gerçeklerle hiçbir alakası olmuyor.
Hele ki sonrası… Kişinin üzerine oturttuğun beklentiler, kalıplar, kişinin kendi gerçeğiyle uyumlu olmadığında geliyor hayal kırıklıkları, öfkeler, hüzünler. Ne saçma değil mi yahu? Resmen kendimiz çalıp oynuyormuşuz ciddi ciddi.
O zaman bundan sonra herhangi bir insanla tanıştığında ya da hakkında bir yorum yapmaya kalktığında dur hemen orada. Bak bakalım o yorum ya da inanış nereden geliyor? Sana mı ait yoksa kişiye mi? Tüm bunları anla, gör ki kendi kurguladığın hikayede kaybolma. İllüzyonda yaşama. Saf gerçeklik her zaman en açık, en hafif olan; unutma.
Sevgiyle…
İlginizi çekebilir: Saf gerçekliğe ulaşmanın ilk kuralı: Varsayımda bulunmayı bırakmak