Hayatta en keyif aldığım şeylerin başında yeni bir şey öğrenmek, bu öğrendiklerimi paylaşmak geliyor. Gezdiğim, gördüğüm, lezzetinden keyif aldığım, havasının bana iyi geldiği, güzel bir deneyim kazandığım yerleri ve güzelliği paylaşmak benim de deneyimimi büyütüyor. Bir deneyimi paylaştığımda ben de farklı bir hikaye duyup yeni bir şey öğreniyorum, üstelik paylaştığım kişiyle aramda yeni bağlar da kuruluyor. Bilgi saklamanın bir faydasını görmedim ama paylaştığımda ne kadar büyüdüğüne defalarca şahit oldum.
Paylaşmanın ve birlikte iş yapmanın birçok olumlu etkisi var. Araştırmalar özellikle iş birliğiyle problemleri çözmenin daha mümkün olduğunu ve daha iyi iş sonuçları getirdiğini gösteriyor. Birlikte iş üretirken daha fazla hesaplanmış risk alınabildiğini, korkmadan, çekinmeden inovasyonu getiren sonuçlar doğurduğunu gösteriyor. Takım ile çalıştığınızda kişisel olarak büyümeniz, hayattan daha memnun olmanız ve keyif almanız, hatta stresi de azaltmanız mümkün. Bir işin sonucundan ve başarısından tek başına faydalanmak isteyen biri tüm bu faydalardan kendini mahrum bırakıyor aslında.
Bazen belki kendinize “Ben daha iyi yerleri hakediyorum, daha iyiyim, pek çoğu benim sahip olduğum özelliklere sahip değil” gibi fazla pozitif bir düşünceye girebilirsiniz. Bunlar doğru da olabilir fakat tek başına değerinizi parlatabilmek, takım olarak parlatabilmeye göre çok daha zor. Farklılıkların gücünden faydalanarak hem daha yaratıcı işler yapabilir hem de performansınızı katlayabilirsiniz. McKinsey’nin yaptığı son araştırmalar çeşitli ve birlikte çalışan ekiplerin %35 daha yüksek performans gösterdiğini ortaya koyuyor. Ayrıca bir arada olduğunuz kişilerle uyumunuz ve artan mutluluğunuz size %20 başarı avantajı sağlıyor çünkü mutlu bireyler daha üretken oluyor.
“Ben” körlüğü, dış gözlerden uzak kalmış iç sesini değil de, dışarıdan birilerinin sesini duyma, geri bildirim alma, hepsi ancak bir şeyler paylaşabildiğiniz takımlarda, ilişkilerde mümkün. Amerikan Psikoloji Derneği’nin Takım Olma Sanatı makalesinde özellikle takım içinde olup iyi bir dinleyici olmayı öğrenen birinin aynı zamanda aile yaşantısında veya günlük iletişimlerinde bu özelliğinden faydalanıp aslında bireysel olarak kendini nasıl farklılaştırabildiğini ve potansiyelinin üzerinden bir potansiyel çıkarabildiğini anlatıyor.
Birlikte büyümenin bilimsel metotlarla anlatıldığı örnekler de mevcut, bunlardan biri Metcalfe Yasası. Elektrik Mühendisi Robert Metcalfe’ın ortaya koyduğu bu yasa aslında bir iletişim ağının sahip olduğu değeri matematiksel formülle açıklamış. Eternet kablolarının bağlama etkisinden yola çıkan bu yasayı günümüze uyarladığımızda tek bir takipçisi olan bir sosyal ağın aslında tek başına bir değeri olmadığına ama ağdaki kullanıcı sayısı artıkça ağın ilgi ve çekiciliğinin artmasına örnek verebiliriz. Kullanıcı artıkça içerik zenginleşir, kalite artar, tavsiye edilme ve görünürlük miktarı yükselir. Birlikte değer ortaya koyarken kendi değerinin de artması mümkün olur.
Ayrıca bunu network için de düşünebilirsiniz. Bir markanın büyüme sürecini düşünürsek markanın network ü artıkça bu markanın sahibi daha çok ihtiyaca yanıt vermek için daha fazla ve yeni araç üretmeye çalışıyor. Daha fazla değer yaratıyor. Daha iyi yapmak, daha iyi ara yüzler sunmak gibi opsiyonları sürekli değerlendirmesi gerekiyor. Birlikte çalışmanın hayatımızı nasıl kolaylaştırdığını matematiksel olarak da ispatlayan çok fazla örnek var, bir örneğini bu linkten görebilirsiniz.
Etki alanını büyütmek isteyenlerin yapması gereken ilk adım bilgi paylaşmak belki de. Paylaşmak çoğalmayı, yeni deneyimler kazanmayı ve yeni takımdaşlıkları sağlayabilir. Ayrıca farklı güçlerin bir araya gelmesi inovasyon, yaratıcılık ve başarı ile oldukça ilintili. Paylaşmaya alışmak, paylaşmayı artırmak ve birlikte büyümek için adım atmaya hemen başlayabilirsiniz. Önünüzde yeni kapıların açılması dileğiyle.
İlginizi çekebilir: Doğru kararlar almak için hayata nasıl bir pencereden bakmak gerek?