Sürdürülebilirlik kelimesi son yıllarda hayatımıza giren ama aslında varoluşun temelini oluşturan kelimelerden biri. Birçok bakış açısı konuşulabilir bu kavram ile ilgili. Kimileri bir trend olarak görebilir, kimileri ise bunu hayatına adapte edip yaşamını aslında daha kolaylaştırabilir.
Bu konuya ilk girişi tüketim alışkanlıklarından ele almak isterim. Tüketim konusu son yıllarda aldı başını gidiyor diyebiliriz. Reklam kampanyaları, modern alışkanlıklar, konformistliği eşyalar üzerinden ele almak ve özendirmek birçok şeye ihtiyacımız varmış gibi bir his doğuruyor. Kendi çevremde bile yaptığım küçük gözlemde buna sıklıkla rastlıyorum. Ne demek peki bunlar; senede belki bir kez kullanacağımız eşyalar ile dolu mutfaklar, banyo yapma seremonisini bir saate taşıyan her şeyin kremi, her şeye ayrı sabun, 4-5 farklı saç ürünü, giymediğimiz fakat almamız gerektiğini düşündüğümüz kıyafetler, çocukların hayatını kolaylaştırdığını düşündüğümüz ama farkında olmadan hayal güçlerini kısıtladığımız eşyalar, felsefesine hayran olduğumuz en minimal sadece beden ve zihin diye başladığımız yoganın bile tüketim endüstrisinden nasibini alması, derken listemiz uzar gider. Oysa ki zenginlik sadeleşmek ile başlıyor.
Sürdürülebilirlik açısından ele almaya başlarsak bu konuyu aslında meselenin özünde bizi özgürleştirdiğini fark etmek çok zor değil. Dünyada başlayan minimalist akım bana kalırsa sürdürülebilirliğe hatırı sayılır noktada hizmet ediyor.
Ne demek peki ‘sürdürülebilir yaşam ile özgürleşmek’?
Günlük çalışma saatlerimizi düşündüğümüzde bir alışveriş için harcamamızı ele alabiliriz. Ben bir ürünü almak için kaç saat hayatımdan veriyorum? Oldukça aklı selim bir soru. Eşyaların artık hayatta bize yarattığı yükler, tüm dünyanın konuştuğu bir şey. Birileri bir yerlerde küçücük bir sırt çantası ile dünyayı gezebiliyor, küçük bir karavanda hayatına devam edebiliyorken belki de birilerimiz bir şeyler alarak içindeki sıkıştıran aidiyet duygusunu perçinliyor olabilir. Burası daha psikolojinin konusu.
Size çiftliğimde yaşamaya başladığımızdan beri öğrendiğimiz ve gözlemlediğimiz süreçten bahsetmek istiyorum. 12 ay boyunca kaynaktan su ve güneş enerjisi ile yaşadığımız için günlük ihtiyacımız saydığımız şeyler için uzun uzun gözlemler yaptık. Güneş enerjisi ile elektriği yönetmemiz gerektiği için ilk kendimizi sınadığımız yer elektronik aletler olmuştu. Aslında mutfakta yığınla alet kullanmadan yaşamak, yaşamın pratik tarafını almış gibi görünse de bir aleti kullanıp yıkayıp kaldırmak ile onu kendi fiziksel zamanımızla yapmak aynı zamana geliyordu.
Bir de bir şey ile meşgul olmanın ruhumuza iyi gelen tarafları konuşulabilirdi. Olmazsa olmaz zannettiğimiz, şehir alışkanlığımızdan ütü, bizi ister istemez ütü istemeyen, daha uzun süre kullanabileceğimiz giyinme alışkanlıklarına itmişti, televizyon hayatımızdan tamamen çıkmış ve bizler kendimize zaman ayırmaya başlamıştık. Bunun gibi çok fazla şey sayabilirim. İşte sürdürülebilirlik aslında ufak alışkanlıkları değiştirince kendiliğinden gelen, bir de size gereksiz şeyler almamayı öğreten bir süreç diyebiliriz. Son yıllarda pompalanan güzellik algısı için de bunun gibi şeyler konuşulabilir. Aslında kendimizin farkında bir yaşam kadar özgür bir alan yok diyebiliriz.
Mutfak uzmanlık alanım olduğu için burayı ayrı ele almak istiyorum. Son birkaç yıldır “gıdaya saygı” üzerine oldukça çalıştığım bir konu. Gıdaya saygı ve sürdürülebilirlik arasındaki ilişki ne derseniz de “atıksız bir mutfak” konuşabileceğimiz en değerli konu olabilir. Günlük alışveriş yapmak bana kalırsa bireyselliğin arttığı dünya koşullarında, atığı aza indirmek için iyi bir yöntem ve aldığımız gıdaların otundan çöpünden bir şeyler yapmak, çöpümüzü azaltmak. Ne gibi dersek:
Mesela domatesten salata yapıyorsak, kabuklarını fırınlayarak domates tozunu, cips yada çorbalar için kullanabiliriz. Gıda git gide pahalanan bir şey aslında ve doğru yönettiğimiz bir mutfak alışverişi, aylık masraflarımızı yarı yarıya indirebilir. Mevsimsel sebzelerin tüketilmesi, balkon bahçeciliği hatta bana kalırsa evde bir saksı kiraz domates, bir saksı biber, bir saksı kumkuat gibi şeyler yetiştirebilirsiniz. Bu monstera gibi salon bitkilerimizin yanında renk olurken bize keyifli bir uğraş, doğru gıda tüketimi ve gıdaya saygıyı aşılayan bir araç olabilir. Yıllardır restorancılık yapmış biri olarak yemek yediğiniz yerde tabağınızda kalanları paket olarak istemek, inanın bir medeniyet göstergesidir. Dünyada birçok toplum buna özen gösterir. Eve götürmek istemeseniz bile sokaktaki bir canlıya verilebilir. Bunların hepsi dünyanın daha sürdürülebilir, daha yaşanabilir bir yer olması için küçük gibi görünen büyük adımlar.
Sürünmeden sürdürülebilir olmak şu demek diyebiliriz “işinizde zamanınızı vererek kazandığınız hak edişlerinizi, daha doğru, daha uzun süre kullanılabilir, daha ihtiyacınız kadar tüketerek, kendinize deneyimler yaratmak.”
Doğa ve eko sistem ile ilgili bir duruş sergilemenin de en yapılabilir yöntemi belki de. Sadece ben tek başıma kurtarabilir miyim dünyayı diye düşünen 8 milyar insan düşünün. Yönetmen Mimi Leder’in İyilik yap İyilik Bul (Pay it Forward) diye bir filmi vardır. İyilik gören birinin üç kişiye iyilik yapması ile oluşturulan bir iyilik zinciri vardır filmde. Bunun gibi düşünülebilir.
Sürdürülebilir bir yaşam doğaya, doğadaki canlılara, ailemize ama en çok da kendimize bir saygı yöntemi. Saygı ,sevgiye her zaman hizmet edecektir.
Sevgi temelli öğretiler diliyorum.
İlginizi çekebilir: Kentten göçtüğümü sanarken dünyalı oldum