Dün gece, okuduğum kitaplardan bir cümle beni derinden etkiledi ve üzerinde düşünmeye yönlendirdi. “Günümüz kadını, bulanık bir etkinlikler yumağına dönüşmüş durumda. Herkes için her şey olmaya koşullandırılmıştır.” Bu cümle, beni kadın olarak yaşadığım zorlukları düşünmeye sevk etti. Günümüzde var olan Süper Kadın Sendromu‘nun altında yatan sorunları ve değişime dair düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Günümüz kadınına yüklenen sorumluluklar, adeta bir labirenti andırıyor. İyi bir anne, iyi bir eş, üretken bir çalışan olmak gibi beklentiler, kadınları bulanık bir etkinlikler yumağına sürüklüyor. Bu noktada, hem toplumsal beklentilerle baş etmek hem de bireysel olarak başarılı olabilmek adına birçok rolü üstlenmek zorunda bırakılıyoruz. Süper Kadın Sendromu, kadınları her alanda mükemmel olmaya zorlayan bir kısırdöngü haline gelmiş durumda.
Çalışan kadınlar olarak, iş dünyasında var olabilmenin yanı sıra evde de mükemmel olma baskısıyla karşı karşıyayız. Kapitalist ve liberal sistem içinde, bir kadın olarak sadece işimizi yapmak yetmiyor; aynı zamanda ev işlerinde de üst düzey performans sergilememiz bekleniyor. İşe alımlarda çocuk doğurmayacağımıza dair güvenceler vermek, evlendiğimizde çalışsak bile ev işlerini aksatmayacağımızı temin etmek gibi sorumluluklar, kadınları adeta bir maratona sürüklüyor.
Kadınlara yüklenen “en iyi olma” görevi, her meslek dalında, her sosyal statüde var olan bir gerçeklik gibi karşımıza çıkıyor. Bu durum, sadece iş dünyasında değil, evde de her anlamda mükemmel olma baskısı altında koşturan kadınların varlığını sürdürmesine sebep oluyor. Bu, adeta bir otomatik pilota geçiş gibi; kadın, hangi alanda olursa olsun, belirlenen normlara uymak zorunda hissediyor kendini.
Kurumsal hayatta çalışmış bir kadın olarak, iş günümün ardından erkek mesai arkadaşlarım evde nasıl dinleneceklerini veya akşam izleyecekleri maçı konuşurken, kadın arkadaşlarım akşam yapacakları yemeği veya ev işlerini konuşurdu. Sanki hiç yorgunluk yaşamamış, sanki tüm gün çalışmamış gibi, koşturmamış gibi…
Çocuklarını okuldan alan, akşam yemeğini düşünen kadınlar olarak, bir gün kuru fasulye yapmışsak, ertesi gün nohut yapmalıyız ya da dün makarna yaptıysak bugün tavuk pişirmeliyiz. Bu görevler silsilesi, evdeki işleri planlamaktan sorumlu olduğumuzun bir başka göstergesi. Bekar biri olarak bu durumdan şu an kurtulmuş olabilirim, ancak kadın olmanın beraberinde getirdiği bu otomatik görevlerin bana da bir şekilde sirayet ettiğini hissediyorum.
Süper Kadın Sendromu, sadece bir kavram değil, benim ve birçok kadının hayatında gerçek bir labirenti anlatıyor gibi. Psikolog, öğretmen, avukat, mühendis, çalışmayan bir birey; fark etmiyor, her kadın, her koşulda, her meslek dalında, o yemeği yapmak, çocuğu okuldan almak gibi görevlerle yükümlü hissediyor kendini. Başka bir seçenek düşünülemezmiş gibi.
Ancak artık düşünme zamanı geldi. Süper Kadın Sendromu’nu aşmak için birlikte çaba sarf edebilir, toplumsal beklentilere karşı direnç gösterebiliriz. Kadınların omuzlarındaki bu ağır yükü hafifletmek, ancak birbirimize gerçek bir empatiyle yaklaşarak mümkün olacaktır.
İlginizi çekebilir: Senin arketipin hangisi?