X

“Süper bir fikrim var, bir dakika dinler misin?”

“Süper fikirler”, hayaller, kafada dönen milyonlarca olasılıklar, olur mu olmaz mı sorguları ve en sonunda ya bunların peşinden gidiş ya da “yok ya, bundan bir şey çıkmaz” tarzı cümleler. Hayal kurmayı unutan bir jenerasyonun çocuklarıyız.

Yaşadığımız toplumsal düzlemde fikir üretmek, fikirleri hayata geçirmek veya bunun için çabalayan genç sayısı çok az. Her alanda “girişimsiz” bir toplumuz. Eğitim yetersizliği, bilgiye ve kaynaklara ulaşamama, politik sorunlar, kendini tam olarak bulamamak vb. birçok etmenden dolayı fikirlerini hayata geçiremeyen, bu konuda yol yordam bilmeyen pek çok insan var. “Muhteşem” ya da “yaratıcı” fikirleri olanlar da acaba bu fikirlerini doğru düzgün “satabiliyorlar? mı?

Her şeyin pazarlandığı, kitleleri manipüle edebilenlerin parladığı bir zamandayız ve her şeyin alınıp satıldığı bu dönemde fikirler de elbette bir “metadır.” Peki günümüzde fikirlerimizi nasıl satarız”? “How to convince people you have a good idea” makalesinin yazarı Costas Markides bunun cevabını basit ve anlaşılır olarak ortaya koyuyor:

John F. Kennedy 1962’de, yüzyılın sonunda bir kişiyi aya ayak bastıracağını söyleyerek halka seslenir. Bu, dönemin büyük bir sözü ve amacıdır ama peki bunu halk “alabilmiş midir” ya da bu “satılabilmiş midir?” Başkan NASA ziyaretinde tuvaletleri temizleyen bir kişiyle sohbet eder ve ona neler yaptığını sorar. Çalışan kişi başkana, “aya ayak basacak kişi için çalışıyorum” der. Bu sizce ne anlam ifade ediyor? Bu güçlü bir etkidir. Başkan bunu nasıl başarmıştır? Tabii ki politika bir fikir satışıdır en basit açıklamayla ve bunun “güven” ve “inandırıcılıkla” ilgisi var. Etkili “fikirlerin” satışı güven ve inandırıcılıkla olur. Fikri “alacak” kişi önce şuna bakar: bu kişi ekipteki diğer insanlarla uyum gösterir mi, yani “bizden” biri midir?

Markides’in makalesinde sorduğu bir soru var: Fikirlerini satmaya çalışan biri bu özellikleri gösteriyor mu, eğer göstermiyorsa çevresinde bu fikri satabilecek biri var mı? Evet, oldukça yerinde bir soru, herkes bu beceriye sahip olmayabilir ama buna bir çözüm bulmak da bir stratejidir sonuç olarak.

Peki, fikirleri nasıl satıyoruz?

Belki de iş dünyasının veya herhangi bir girişim öncesinde insanların en çok kafa patlattığı soru bu? “Nasıl…” Öncelikle kitleleri arkanızdan sürükleyecek bir kimliğiniz olmadığını var sayıyoruz. Belki de en çok bilineni ama en çok işe yarayan strateji ile, yani öncelikle etrafınızdaki insanlara bu fikri elinizdeki veriler ile anlatmaya çalışıyorsunuz. Eğer fikir ve veriler çoğunluk tarafından olumsuz olarak görülüyorsa bu fikri yeni bir çerçevede nasıl yeniden inşa edebilirsiniz? Biraz buna kafa patlatmak gerekir. Size fikriniz doğrultusunda destek çıkanlardan faydalanabiliyor musunuz mesela?

Bir fikri satılabilir kılan bir başka nokta ise fikrin şartlara uygunluğu. Bir fikri en efektif biçimde karşı tarafa satabilirsiniz ama acaba ortam veya şartlar uygun mudur? Şartların fikri desteklemesi gerekir. Markides bu noktada Fransa’da 68 Paris Hareketi sırasında ortaya çıkan “Nouvelle Cuisine” (Yeni mutfak) hareketinden bir örnek gösteriyor: 68 Paris Hareketi, dönemin iktidarı De Gaulle’a karşı başlayan bir öğrenci ve işçi hareketiydi. Geleneksel kültür yapılarının ve kurallarının sarsıldığı ve aynı zamanda politik yaratıcılığın ve yeni anlayışların doğduğu bir süreçti. Bu zihniyetle ortaya çıkan Nouvelle Cuisine, Fransa’nın kalıplaşmış mutfak kurallarına ve geleneklerine karşı çıkıyordu. Nouvelle Cuisine akımına uygun menüler, 1970’lerde restaurantların %3’ünde bulunurken 1997’de bu oran %37’ye çıkmıştı. Yani bu akımın insanlara ulaşması ve kabul görme zamanı 97’lerde oldu. Zamanlama sorgulaması bu nedenle çok önemli.

Her fikir, her zaman başarılı olmaz, doğru zamanı değildir ve beklemesi gerekebilir. Bunun yanı sıra toplumsal şartları da öngörebilmek gerekir. Nouvelle Cuisine örneğini tekrar hatırlayalım. Türkiye’de 1997’de “nouvelle cuisine” menüyle bir mekan açma fikri muhtemelen doğmamıştır, doğsa bile o dönem bir anlam ifade etmezdi.

Fikri kim alacak?

Bu süreçte en önemli noktalardan birinin üzerinde biraz daha fazla duralım: Bu fikri “kim alacak?” Pek çok insan fikirlerini satmak ve insanları ikna etmek için en rasyonel (akılcı, ussal) yolu düşünüyor ve söylemlerini bunun üzerine kuruyor. Ne var ki günümüzün “illüzyon” ve gerçekliğin olmadığı dünyasında bu işe yaramıyor. Akılcı formüller, somut veriler, hesaplamalar bilimde ve ekonomide işe yarayabilir ama konu fikir satmak olduğunda bilinen ekonomik formüller ve piyasa analizleri yetersiz kalıyor. Psikologların duyguları ön plana almanın mesajı iletmedeki etkisini göstermek için örnek verdiği bir hikaye vardır, fil ve fili süren sürücü hikayesi: Sürücü insanlığın rasyonel tarafı, fil ise duygusal tarafını ifade eder. Kendinize “spora gitmem gerekir” dersiniz çoğu zaman, ve bunu size söyleyen sürücüdür yani rasyonel tarafınızdır. Fil ise size “tamam ama önce şu birayı bitirmem gerekir der. Yani duygusal tarafınız konuşur. Siz sürücünün kontrolü elinde tuttuğunu sanabilirsiniz ama sizi kontrol eden aslında fildir. Yani kalkıp spora gidebilmek için fili ikna etmeniz gerekir. O harekete yeltenmezse hiçbir şey olmaz. İşte, insanları ikna edebilmek için önce “fili” ikna etmeniz gerekir yani öncelikle insanların duygularını.

Markides’in bu süreçte şöyle bir önerisi var: öncelikle insanlara fikrin yaratacağı sonuçları gözlerinin önünde canlandırmalarını sağlamanız gerekir. Bunun yanı sıra yeni bir fenomen “hikaye anlatabilmek.” Bugünlerde kimsenin ağzından düşürmediği bu strateji şimdilik fazlasıyla işe yarıyor. İlk zamanlardan günümüze hikayeler her zaman ilgi çekmiş ve yaşananlar hikayelerle yansıtılmıştır. İnsanlığa ait bu en temel kültür bu nedenle etkili bir güç.

Son olarak en net ifadeyle şunu söylemek gerekir: iyi bir fikir kendini sattırmaz. Zorlamayla bir fikir başarısızlığa gidebilir. En doğru hamle “en iyisini” beklememektir. Önerileri doğru bir biçimde değerlendirip eldeki değerlendirmelerle bir çerçeve çizmek iyi bir başlangıç. En önemli soru, ikna edeceğiniz kişiler fikrinizle duygusal bir bağ kurabilecek mi? Eğer bunu başarırsanız fikrin sizi nereye götürdüğünü görmek kolaylaşacaktır.

 

Kaynakça:

Markides, Costas. “How to convince people you have a good idea” London Business School Review, 23 January 2013.

Natali Oral: 2014 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya, İletişim Sistemleri ve Sosyoloji bölümlerini bitirdim. Aynı üniversitenin sosyoloji bölümünde yüksek lisans eğitimine devam etmekteyim. Farklı kültür alanlarının toplumla ve bireyle olan ilişkileri, yaratıcı alanlar ve şehir hayatına dair gözlem ve araştırmalar yapıyorum ve bunları farklı dijital mecralarda yazılarla paylaşıyorum.

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale