X

Bu su hiç durmaz: Aşka “dur” demek mümkün müdür?

Sen hep kendine önlemler aldın, ben kendime yasaklar koydum. Önümüzde barajlar var, bu su hiç durmaz” Bülent Ortaçgil

Dışarıdan baktığımızda çok kolay gözükür. Bazen yanımızdan el ele iki kişi geçer, ne güzel diye düşünüveririz. Oysa farkında mıyız bu “el ele” olmak hali ne çok tesadüf, ne çok zamanlama, ne çok yaşanmışlık, ne çok bir araya gelmişlik, sonra yeniden buluşmak ve en ama en önemlisi aynı anda aynı kişiye karşı bir şey hissedebiliyor olmak gerçekliğini de içinde barındırır?

Farkında mıyız bu “el ele” olmak hali ne çok tesadüf barındırır?

Şimdi biraz daha yakından bakalım, evet yanımızdan el ele geçen çift belki bu durumdan önce birçok “kalp kırıcı” ilişki yaşadılar. Belki aşka olan güvenlerini inançlarını kaybettiler. Belki aldattılar, belki de aldatıldılar. Belki evlendiler sonra ayrıldılar. Bunların ertesini yaşadılar. Yalnız kaldılar. Kendilerini yeniden tanıdılar, kırılmış kalplerini tamir etmeye çalıştılar. Belki daha önce önlerine çıkan farklı olasılıkları farklı ilişkileri reddettiler. “Zamanı değil” diye düşündüler…

Ya bugün gördüğümüz tablo?” diye soracaksınız… Evet, onu gördüğümüz ana kadar iki kişinin “aynı anda” aynı şekilde aynı güçte (hatta birbirine yakın güçte) birbirlerini sevebilmek veya en azından hoşlanabilmek olasılığı bile işte burada anlatmakla bitiremeyeceğimiz kadar “uzun” yaşanmışlıkları, oluşları, tesadüfleri ve “gözle göremediğimiz” muhteşem tecrübeleri kapsamaktadır…

İşte ben bu yazımda sizlerle karşımıza çıkan aşk olasılıklarına bu açıdan yepyeni gözlerle bakalım istiyorum. Bazen öyle yakınımızdadır ki aşk, bizler korkarız, “hayır” deriz, reddederiz. İsteriz evet ama bir şey gelir ve dilimizden çıkan “hayır” olur. En büyük sebebi de kendimize çizdiğimiz sınırlılıklarımız, belki güvensizliğimiz veya belki de henüz geçmişi geçmişte bırakamamış olma durumudur…

Bazen öyle yakınımızdadır ki aşk, bizler korkarız, “hayır” deriz, reddederiz.

Bizler bu hayırları derken aslında neye “hayır” dediğimizi daha yakından anlayalım istiyorum sizlerle birlikte. Hayır dediğimiz kendi sınırlarımız mıdır, başkasının bizi sevmek isteğine “dur” demek midir, kendi kendimizi sevilmeye layık bile görmediğimiz için midir? Aşk bunların hepsinden daha üstün gelemeyecek kadar güçsüz ise o zaman korku aşkın kalbimizde kurduğu kaleleri çoktan yakıp yıkmıştır bile…

Neden kendimizi o sınırların ardına sıkıştırırız? Bu yazımda sizlerle aşka “hayır” dediğimiz o anlara bakalım istiyorum. Her ne kadar zor olsa da kendimden örneklerle başlayacağım. Evet, yaşadığım aldatılmak süreci ertesinde yaklaşık üç yıldan uzun süre hiçbir olasılığa evet diyemedim… Ve bugün üzerinden beş yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen kendi kendimi ara ara “neden buna ihtiyacım olsun, neden yine kırılayım, neden yine aynı üzüntüleri yaşayayım, neden bunu bir kez daha denemek durumundayım?” diye düşünürken buluyorum. Hatta bu sürede aldığım bir evlenme teklifini kabul etmiş olmama karşın bunu gerçekleştirmek noktasında ne yazık ki “hayır” diyerek yine o çok “güvenli” kabuğuma çekildim…

Evet, çok yakın zamana kadar bana gelen her şeye duvarların arkasından yani kendimi korumaya çalışarak bakmaya devam ettim. Durdurdum, belirli sınırları geçmelerine asla izin vermedim. Ne de olsa orada güvenliydim değil mi? Kalbim kırılmayacaktı… Sonra içimde olan belki kalbimde olan kıvılcımları da aynı şekilde sakladım, asla duvarların önüne geçip bu kale benim kalem ve savaşmaya hazırım diyemedim. Ne gariptir ki hayatta hiçbir alanda korkmayan ve ne olursa olsun diyen ben bu noktaya geldiğimde “kaçak” dövüşmeyi tercih ettim…

“Hayır” diyerek yine o çok “güvenli” kabuğuma çekildim…

Ta ki son zamanlara kadar, son dönemde bir karar aldım ve hayatımda ilk defa ne kendime sınırlar koydum ne de kimse görecek kıracak diye korktum. Ne hissediyorsam korkmadan umut edip de pişman olmadan ve her ne olursa olsun ben buradayım ve o duvarların arkasına saklanmayacağım diyerek paylaştım…

Ve bu beni çok ama çok mutlu etti… Evet, sonuçta yaşayabildiğim bir şey olmadı ama ben çok ama çok mutlu oldum. Sadece korkacak bir şey olmadığını gördüğüm için… Aşkı durduranın sadece benim o dev aynasına yansıttığım aslı olmayan korkularım olduğunu anladığım için… Dışarıda “güven” verecek bir şey olmadığını kendime ispat edebildiğim için. Gerçek “güven” kavramının kişinin içinden geleceğini anlayabildiğim için…

Bugün bu yazımı okuyorsanız, karşınıza çıkan aşklara aşk olasılıklarına aşk ile atmak isteyen kalbinize daha derinden bakmanızı dilerim… Geçmişin gölgeleri ile kendi önünüze kocaman duvarlar mı örmektesiniz? Kimse o muhteşem sınırlarınızı geçip te gerçek sizi göremiyor mu? Sevip te sonra ne olacak beni incitecek beni kıracak yine aynı şeyleri yaşamak zorunda kalacağım diye düşünerek o can-ım duygularınızı “sesli” olarak o sevdiğinize söyleyemiyor musunuz? İçinizde deliler gibi akmak isteyen “muhteşem” aşk duygusuna, hayatta dünya üzerinde belki evrende size “yeti” olarak verilmiş olan en güzel en yüce duyguya kendi kendinize dur mu demektesiniz?

Ya aşk durduramayacağınız kadar büyük ise, ya saklanamayacağınız kadar yanı başınızda ise, ya bu su hiç durmaz ise ve durdurmaya gücünüz yetmez ise… Kalbimizde kocaman aşklar taşıyan bizler ve sevgili “M” için hepimize gelsin, sevgili Bülent Ortaçgil bizler çok “aşk” olmuşlar için söylesin; Bu Su Hiç Durmaz!

 

İlginizi çekebilir: Aşkı “gerçek” yapan aşkta neye odaklandığımızdır

Pınar Özeken (Ulus): 2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini aldı. Özellikle 2011’den bu yana moda ile ilgili çalışmalara ağırlık verdi ve hala moda üzerine yazı dizileri, farklı moda kaynaklarında yayınlanmaktadır. Yoga eğitmeni olma yolunda ilerleyen Pınar, bir Arjantin Tango aşığı. Gerçek tutkularından bir diğeri ise seyahat etmek."Dünya üzerinde ayak basılmadık toprak kalmasın" mottosu ile dünyayı dolaşmaya devam ediyor.
İlgili Makale