Sözünüz söz mü: Kendinize verdiğiniz sözlerin yerine öz şefkati koyun
Söz vermek bir şeyi yapacağını beyan etmek demek.
Eşinize, dostunuza, patronunuza, çalışma arkadaşınıza, annenize, babanıza söz vermek ve o sözü tutmak sizin için ne kadar önemli? Hiç düşündünüz mü?
Çoğumuz için güvenilirlik, dürüstlük, bütünlük gibi değerleri yansıtır sözünü tutmak. Toplum tarafından yüceltilen bu değerler aynı zamanda özen, ilgi, sevgi olarak da geçer karşı tarafa. Hal böyle olunca söz vermek bir ağırlık, hatta bir yük gelir, oturuverir omuzlarınızın üstüne.
Peki ya kendinize söz verir misiniz hiç?
Geçen gün çalıştığım gençlerden birine sordum bunu. “Hayır”, dedi. “Kendime söz vermem.”
İlginç… Çünkü ben kendime her gün birçok söz veririm.
“Nasıl bir şey acaba?” diye düşünmeden edemedim.
Tesadüf bu ya, sosyal medyada dolanırken çok sevdiğim Sadghuru’nun bir videosu çıktı karşıma. “Kendinize söz vermek diye bir şey yok” diyor ünlü guru: Söz bir diğer kişi ile aranızdaki yazılı olmayan anlaşmadır. Karşılıklı sözler imza görevi görür. Böylece ertesi gün ya da hafta vazgeçmezsin. Verdiğin sözün sorumluluğu seni bağlar.
Peki ben neden kendime sanki bir başkasıymışım gibi söz veriyorum o zaman?
Verdiğim sözler koyduğum hedeflere ulaşmamı, daha öz güvenli olmamı sağlıyor.
Vaat… Anlaşma… Taahhüt… Kararlılık… Bağlılık…
O kiloya ineceğim.
Bana böyle davranmasına izin vermeyeceğim.
Sigarayı bırakacağım.
Yeni bir iş bulacağım.
Gluten yemeyeceğim.
Her gün meditasyona oturacağım.
Yogaya başlayacağım.
Başkasına söz verdiğim zamanlardaki kararlılığım beni gaza getiriyor: Herkese verdiğin sözü tutuyorsun, bir zahmet kendine verdiklerini de tut!
Öyle olmuyor ama…
Kim bilecek ki kendime verdiğim sözü tutmazsam? Anlaşmayı bozarsam?
Kendim…
Kararıma ne kadar bağlıyım acaba?
Kime neyi vadediyorum ki?
Sözümü tutarsam da bozarsam da tek sorumlu olduğum kendim.
Bozulacak, darılacak kimse yok!
Sonuçta bir ben var benden içeri… O kadar…
İdare eder bence beni…
Bu düşünce yapısı sabote edici davranışları kolaylaştırdığı gibi bozulan taahhütler benim kendime olan inancımı ve güvenimi de olumsuz etkiliyor.
Kendine inanmak ve güvenmek başarmak için ne kadar da önemli halbuki!
Sözü bir kez bozdun mu, “Tamam” diyor iç sesin, “senden bir cacık olmaz… Sözleri ver, ver, sonra boz.”
Bir de verdiği sözü asla bozmayanlarımız var; bedenini ve ihtiyaçlarını hiç duymadan, fark etmeden sözünün esiri olanlar var. Yorucu, şefkatsiz, talepkâr, sert oluyorlar. İç sesleri ise: “Bir çeşit bedel ödüyorum verdiğim sözlerime karşılık”, “Bir esnersem tekrar aynı bağlılıkla ve kararlılıkla devam edemeyebilirim” diyerek ikna ediyor, yolda tutuyor kendini.
Dikkat ettiyseniz her iki durumda da kendimizle kurduğumuz ilişki belirliyor yönümüzü. Bu ilişki memnuniyet üzerine kuruluysa zaten yolda kalıyoruz ama dürtüsel ya da şefkatsiz bir ilişkiye dönüşmesi de çok kolay.
Kendinden memnuniyet
Mutluluğun, iç huzurun ve başarının sırrı bu. Kendine, yapabileceklerine inanıyorsan, zaten BAŞARIRSIN! Öyleyse gerek var mı sözlere?
İnanın, anın farkında ve bilincinde olmaya özen göstermek yeterli. Mindfulness çalışmaları insanın kendisiyle ve dış dünya ile ilişkisini düzenlemesinde çok etkili. Verilen sözlerin hepsi mutlu, başarılı, huzurlu olmaya çalıştığımızın göstergesi. Peki ya ıskaladıklarımız?
Söz vermek yerine seçimlerin farkındalığına gelmek
Söz verirkenki arzuların ile sözü bozarkenki arzuların çelişiyor. O çelişkiye bakmak önemli. Gerçek ihtiyacı bulmak ve o doğrultuda bilinçli seçimler yapmak. Her seferinde yeni bir seçim.
Seni destekleyen seçimler de yapabilirsin seni geride tutan seçimler de…
Hepsi senin…
Destekleyen seçimler kadar desteklemeyenler de farkındalık kazandırıyor.
Alınacak dersler var, o anın ihtiyaçlarına dair mesajlar var.
Şefkatle kendine yaklaşmak, yaklaşabilmek asıl kendinden memnuniyet.
O şefkat dönüştürücü.
Şefkat o seçimi yapan tarafını kucaklayabilme hali zaten.
Pamuksu, yumoş yumoş, sarıp sarmalayıcı olması gerekmiyor şefkatin.
Seni destekleyebilmesi için bazen “sert” de olabiliyor.
Sözlere son diyorum…
Bilinçli farkındalıklı seçimlere yer açabilmek için…
Sözümün esiri olmamak için…
İhtiyaçlarımı ve arzularımı duyabilmek için…
Seçimlerimin sorumluluğunu alabilmem için…
Sözlere SON!
En nihayetinde ben bir şirket değilim.
Kurumsal bir duruş sergilemeden de kendimi destekleyebilirim!
Kendimle arama mesafe koymadan, sizli bizli olmadan, “cezai uygulamalara” gerek kalmadan ilerleyebilirim.
Sözüm söz!
Kısa bir Zen hikayesiyle bitirelim üstüne düşünmeye davet ederek sizleri:
Öğrenci ustasına sormuş̧: “Zen nedir?”
Yanıt, “Bu sözden vazgeçebilirsin” olmuş.
Hoca, “Zen konuşulmaz, yaşanır. Sözlerden vazgeç̧, yaşama geçir” demek istiyor.
Kıssadan hisse…
İlginizi çekebilir: Sizi sabote eden iç seslerinizle tanışmak ister misiniz?