Sosyal medya. Hayatımızda ne kadar çok yer kapladığı tartışılmaz bir gerçek. Bize sunduğu çok güzel imkânları var sosyal medyanın. Sosyal medya sayesinde bir içeriği paylaşmak da, bir bilgiye ulaşmak da çok kolay. Sonra, sosyal medya bizleri birbirimize bağlıyor. Eskiden sizden uzakta yaşayan bir sevdiğinizin neler yaptığını sadece onunla yaptığınız konuşmalardan öğrenirken, şimdi günbegün tüm hayatına “şahit” olabilirsiniz, tabii onun paylaştığı kadarıyla. Biraz mekânları, biraz da zamanları yakınlaştırıyor denebilir bu haliyle. Birçok kişinin girişimci olmasına imkân veriyor, yeni iş tanımları yaratıyor. Listeyi uzatıp daha birçok katkısından söz edebiliriz.
Ancak, sosyal medyayı biraz farklı bir yönüyle ele alalım istiyorum. Bu, sadece bir platform, farklı formları var. Instagram’da fotoğraflarımızı, Twitter’da kelimelerimizi, YouTube’da videolarımızı, LinkedIn’de profesyonel çalışmalarımızı paylaşıyoruz. Facebook, Pinterest, Tumblr, Snapchat… Saymaya devam edebiliriz.
Her bir ortamda birer kimlik yaratıyoruz aslında. İşte bu yazının konusu tam da burada başlıyor. Kimliklerimiz bizi biz yapan unsurlardır. Hayatta birçok kimliğimiz varken; evlat, anne, sevgili, dost, iş arkadaşı vb., bunlara bir de “sosyal medya” kimliğimizin eklendiğini söylemek çok da yanlış olmaz. Diğerlerinin tamamında kimliğimizin tanımı karşımızdaki kişiyle özdeşken, farklı olarak burada karşımızda bir platform var; ancak o platformda birçok insan var.
Yaratılan “sosyal medya” kimlikleri yine diğerlerinden farklı olarak doğal bir yolla oluşmuyor. Hayatınıza giren biriyle en doğal haliyle oluşan bir kimlikten farklı olarak, siz yarattığınız algıyla bir kimlik oluşturuyorsunuz. Dolayısıyla “sahicilik” göreceli hale geliyor. Evet, herkes diğer kimliklerinde de karşısındakiyle en samimi halini paylaşmıyor olabilir, ancak kurulan bağlar gereği bir noktada karakterimiz bizi ele veriyor.
İnsan, doğası gereği karşılaştırma yapar, etiketleme yapar, kişileri, olayları bir önceki deneyimiyle karşılaştırır ve uygun yere depolar; bir nevi hayatta kalma mekanizması çalışır arka planda. Dolayısıyla bu alışkanlığımızla sosyal medyada da sıkça karşılaştırma yapıyoruz. Peki, sahici olmayan bir şeyle karşılaştırma yaptığımızda ne oluyor?
O her zaman güzel yerlerde gezen, güzel şeyler giyen, güzel şeyler yiyip içen, sürekli mutlu olan kişinin 7/24 öyle olduğu “yanılgısı”na kapılıyor insan. Sonra kendini onunla kıyaslayıp kendi kendini mutsuz ediyor. O kişi bir algıyı besliyor sadece. O, kendi için uygun gördüğü bir imajın peşinde ve sen de başkası tarafından yaratılan bir imajın peşindesin. Ne gereksiz değil mi?
Hepimiz önemsenmek, görülmek, beğenilmek isteriz. Doğamızda var. Ancak bu beğenileri bir fotoğrafın aldığı “like”lara bağlamak, yazılan bir cümlenin önemsenip önemsenmediğine, kaç kere “retweet” edildiğine göre karar vermek kadar yanlış bir şey olamaz. Çünkü aldığınız “like”lar kadar güzel, yapılan “retweet”ler kadar akıllı DEĞİLSİNİZ. Kendinizle ilgili farkındalığınızı ancak kendi içinize dönerek geliştirebilirsiniz, dışarıdan alınan bir sinyalle değil. Ve kendiniz için çizdiğiniz bir imaj varsa ona ancak kendinizi geliştirerek, değiştirerek, dönüştürerek ulaşabilirsiniz. Biraz ayna gibi; aynadaki görüntü bizi yansıtır ama zahiridir. Esas olan kişinin kendisidir. Sen kendini değiştirmeden aynadaki yansımanı değiştiremezsin.
Kişinin kendine yapabileceği en büyük kötülüklerden biri, kendi değerini bir başkasının onayına bağlamaktır. Sosyal medyada aldığınız onay kadar herhangi bir şey değilsiniz. Olduğunuz kadar herhangi bir şeysiniz. Olduğunuz kadar akıllı, olduğunuz kadar nazik, olduğunuz kadar duyarlı birisiniz; yarattığınız imaj kadar değil. O nedenle üzerinde çalışılması gereken her zaman kişinin hayattaki imajıdır; sosyal medyadaki değil. Siz zaten olduğunuz hali nasıl ki hayatınızın diğer platformlarında yaşatıyorsanız, sosyal medyada da yaşatabilirsiniz. Hem de “farklı” gözükme zahmeti olmadan. Çünkü zaten olduğunuz halinizle farklısınız, değerlisiniz ve özelsiniz.
Hayatlarımızda başka başka birçok onay mercii yaratıyoruz kendimize, sosyal medyanın bunlardan biri olmasına hiç gerek yok. Kişinin kendi için yapabileceği en iyi şey, özgüvenini herhangi bir koşula bağlamamak olur. Gerçek özgüven içten beslenir; dışarıdan değil.
Sosyal medyanın imkânlarından yararlanmaya devam edelim; ancak bunu yaparken odak noktamızı kaybetmeyelim.
İlginizi çekebilir: Bahar temizliğinin tam zamanı: Zihnimizin tozunu almakla başlayalım mı?