“Hayat hiçbirimiz için kolay değil. Ama bunda ne var? Sonuna kadar direnmeliyiz ve kendimize güvenmeliyiz. Bir şeyler için bize bir yetenek verildiğine inanmalıyız. Ve o şeye, neye mal olursa olsun ulaşmalıyız.” –Marie Curie
Hayatımızın öznesi… Şimdi bu başlık bizlere ne anlatabilir? Aslında oldukça kısa, fakat bir o kadar derin anlamı olan bir soruya sizinle birlikte cevap bulmaya çalışacağız bugün… Cevap bulmak tam olarak yolculuğumuzu tanımlamayabilir; şöyle söyleyelim eğrisiyle doğrusuyla değerlendiriyor olacağız. Evet dikenli yollarını da yürüyeceğiz, güneş gören koylarını da fakat en çok kendi içimize bakacağız…
Özne bir cümlenin “işi yapan” yani aktif olan parçasıdır. Bizler gün boyunca birçok konuda birçok farklı cümle kurarız. Fakat bu süreçte ifadelerimizin akışına cümlelerimizin “öznesine” neyi ve kimi koyduğumuza, yaşadığımız olayları nasıl anlattığımıza ve aslında öncelikle “kendimizi” bu cümlelerin neresine, cümlenin hangi öğesi olarak koyduğumuza bu derece dikkat etmeyiz. İşte bizler bu detayı kaçırdıkça, aslında hayatımızda oynadığımız rolleri de incelememiş oluruz.
Hemen bir örnek verelim… Örneğin bir arkadaşınızla dertleşiyorsunuz ve anlatımınız şöyle gerçekleşiyor; “beni aldattı, beni kandırdı, o kişi beni tek başıma bıraktı, bana hep yalan söyledi, beni onunla birlikte olduğuma pişman etti, bana böyle söz vermemişti, beni söylediği tüm yalanlara inandırdı, beni kandırdı”… Şimdi bu anlatımda arka arkaya gördüğünüz üzere yaklaşık on farklı cümle kurduk, fakat hepsinde “edilgen” olan ben ve “etken” konumuna koyduğumuz diğer bir özne kişisi yani “her şeye neden olan”, o bizim muhteşem suçlamalarımıza maruz olan ve biz “hiçbir aksiyonda veya kabahatte bulunmuyorken” tüm gerçeği tek başına yaratan o diğer “kişi” yani bu anlatımın öznesi olan ve “ben” olmayan o diğer kişi…
Şimdi gelin sizinle birlikte aynı anlatımı bir de hayatımızın öznesine “kendimizi” koyarak yani tüm akışı gerçekten elimize aldığımızı, hayatımızda “kurban” rolünde veya o çok sevdiğimiz “edilgen” olan, “kırılgan” olan, “o başına bir şeyler gelen” fakat kendisinin nedense bu akışta hiçbir katkısı olmayan bir gözle değil de tamamıyla hayatımızın içerisinde yer alarak, hayatımızdaki tüm sürece hakim olduğumuz bir bakış açısı ile gerçekleştirelim.
Evet, o beni aldattı “ben” bunun üzerine bunu kabul edemeyeceğimi anladım. “Ben” uzun uzun düşündüm, “ben” kararımı verdim. “Ben” ayrılmak istediğimi kendisi ile paylaştım. “Ben” bu konuyu detaylıca konuşmamız gerektiğine inanıyordum. “Ben” bu ilişkinin bu noktada bitmesini gönülden istedim ve “ben” bu konuda örneğin boşanmak üzere örneğin ilişkimizi bitirmek üzere aksiyonlarımı aldım. “Ben” arkadaş kalmak istediğimi belirttim ve hayatıma başka bir şehirde devam etmeye karar verdim. “Ben” bu ilişkiyi sonlandırdım, çünkü burada “kurban” yoktu, sadece birlikte geçireceğimiz zamanımızın dolduğuna inanıyorum. “Ben” artık önüme bakıyorum, “ben” hayatımı ve kendimi seviyorum ve “ben” eski eşime veya eski sevgilime yeni hayatında gönülden başarılar diliyorum…
İşte bu iki paragraf arasında o kadar büyük fark vardır ki, iki kişinin hayat ile ilgili çıkış noktaları gün gibi farklıdır öncelikle. En büyük fark kurdukları cümlelerin “öznesi” olmaktan kaynaklanmaktadır. İkinci örnekte açık olarak görebileceğimiz üzere, ortada “suçlu olan” ve “suçlayan” gibi etken ve edilgen dağılımı yoktur. Sadece yaşanmış olan vardır. Bu tüm açıklığı ile olgunlukla kabul görmüştür. Kişi olanı kendince yorumlar ve kararını verir. Ertesinde ise bunu uygulamak üzere aksiyonlarını alır. Yeni bir hayata başlayabilecek noktaya çok daha hızlı bir şekilde ulaşabilir, çünkü geçmişe “kurban” olmak gibi bir niyeti yoktur.
Bakın sevgilin Sam Horn 30 Adımda Özgüven isimli güzel eserinde hayatımızda “özne” olarak belirlediklerimizi nasıl yorumluyor:
“…Eğer hayatınızın bir tahterevalli gibi olduğunu düşünüyorsanız, inmek ve çıkmak için başka bir insana bağlısınız demektir.
Bugünden itibaren, ‘’Başkaları ne düşünür?’’ diye endişelenmeye başladığınız anda soruyu ‘’Ben ne düşünüyorum?’’ sorusuyla değiştirin. Mutlaka diğer insanların düşüncelerini ve geri bildirimlerini dikkate alın ve kendinizinkilerle dengeleyin. Artıları ve eksileri tartın ve karar vermeden önce elinizdeki tüm verileri göz önünde bulundurun. Başkalarının görüşleri kadar, belki biraz daha fazla kendi görüşlerinize önem verin. Sürekli bir onaylanma ve kabul görme arayışında olmak yerine içinizde huzur merkezinizi yaratın.”
Hayatımızın öznesine “diğer” kişiyi koyduğumuzda yani “edilgen” olan olmaya gönüllü olduğumuzda aslında hayatımızın bu can-ım akışını da başkalarının tercihlerine, önceliklerine, “ne düşünürler, neyi önceliklendirirler ve en önemlisi ne için kalpleri çarpar”larına bırakmış oluruz. Aslında tüm bu soruları tüm cesaretimiz ile cevaplamamız gereken kişi sadece zileriz.
Hayatımızın “öznesi” olması gereken yine bizleriz. Bugün bu yazımı okuyorsanız ve hayatınızda küçük de olsa bir değişiklik yapmayı isterseniz, işte size kısacık bir öneri; bugün kurduğunuz her cümleye dikkatle bakın, kelimlerinizi çok çok dikkatli bir şekilde seçin, tüm öznelere “kendinizi” koyun, başkasının “edilgeni” olmayın…
Siz “özne” olmaya gönüllü olduğunuzda hayat da size yönelecektir; doğrudan “isteyen” doğrudan etkileyen doğrudan “etken” olan size istediklerinizi, düşlediklerinizi ve arzularınızı gerçekleştirmek üzere size gelecektir…
Bugün bu kelimelere gözleri değmiş olan “sen”; cümlelerinin, hayatının ve en önemlisi sahip olduğun mükemmel “bugününün” öznesi olmaya gönüllü müsün?