Meal lazım anlaşmak için, birbirini anlamak için.
Herkesin sözlüğü farklıdır birbirinden, herkesin kelimesini kullandığı yerin başka bir anlamı vardır kendinde ve bir başkasında.
Konuşunca anlaşılmaz insan, anlaşamaz insanlar.
Ancak kafalarının içinde kurdukları kalıplara sığıştırırlar karşısındakilerin sözlerini.
Oysa sözlüklerini öğrenmeli insan birbirinin. Seslerinin manalarını.
Sonra başlar muhabbet, sonra başlar aktarım. Ondan öncesi hep varsayım…
Senin kelimenin bendeki anısı ve enerjisi bambaşka olabilir. Sen sevdiğini söylersin ben sövdüğünü anlarım.
Senin için övgüdür, benim için yerme…
Kuruntular, kopukluklar buradan çıkar işte.
Ben ne dedim, sen ne anladın!
Karşımızdakinin dilini öğrenmeliyiz bu yüzden. Aynı dili konuşuyor gibi görünsek de kabasında, ayrı diller konuşuruz bizler.
Sözlüğümüzü öğretmeliyiz birbirimize, sorarak, dinleyerek, izleyerek.
Başka türlü nasıl anlarız dilin ardındaki manayı?
Başka türlü nasıl anlarız karşımızdakinin gönlünden akan şarkıyı?
Olsa olsa, kendi aklımızı anlarız, olsa olsa kendi düşümüzü giydiririz biz olduğumuzu daha bilmediğimiz o bedene…
Kendimizi nasıl tanırız, dilimizi nasıl tanırız?
Birbirimizin sözlüğünü anlayıncaya kadar, birbirimizin vurgularını tanıyıncaya kadar, birbirimizi tanımayız.
O ana kadar tanıdığımız şey, kendimizden başkası olmaz, hatta hep bildiğimiz kendimizi tanırız.
Şaşırtmayan, sürprizi olmayan..
Belki de bundandır, daha çabuk sıkılırız konuşmalardan, sohbetlerden. Bildik, anladık sanırız çünkü, varsayarız. Varsaydığımız bile fark etmeden..
İlişkilerde, kişilerin özellikle gergin enerjide olduğu anlarda, birbirlerini yabancı bir dil konuşuyormuşçasına anlamayışlarının sebebidir bu. Dingin bir haldeyken anlaşma kelimelerden çok bedensel, kalpten iletişim ve sezgiler ile desteklendiğinden, bu ortamın sağlanamadığı anlarda karşımızdakinin kelimelerini, lügatini tanımadığımızı fark ediyoruz.
Şimdi bana ne dedi?
Ne demek istedi?
Boşluğa, kaygıya, kuruntuya düşüp savunma mekanizmamızı çalışır hale getiriyoruz. Yani, bir kalkan da biz kaldırıyoruz.
Dolayısı ile; adım atılamaz, kapılarından geçilemez iki kale gibi karşı karşıya iletişimsiz bir şekilde kalakalıyoruz.
Ta ki sakinleşip, birinin kalbinin önündeki kalkan çekilene kadar…
İletişimin her yolunda ustalaşmak, bizi her durumda anlaşabilir ve anlaşılabilir bir noktada tutuyor.
Kelimelerin anlamlarını bilmek dile hakimiyetin bir göstergesi olabilir ancak, kişilerin kelimelerine yüklediği anlamları bilmek, o kelimelerin taşıdığı enerjileri bilmek gerçek bir tanışıklığı, derin dinlemeyi ve bütünsel bir anlamayı sağlıyor ve bence gerçek hakimiyet manayı da içine katarak burada başlıyor.
İlginizi çekebilir: Tekrar başladığın yer, eskiye mi ait yoksa senin yarattığın yeni dünyanın taşı mı?