En sevdiğim kelimelerin başında gelir “huzur”. İçinde sevgiyi, mutluluğu, sıcak bir dilim ekmeği, iyi demlenmiş çayı, bol köpüklü kahveyi, pırıltılı gözleri barındırır. Türk Dil Kurumu sözlüğüne baktığınızda muhtemelen, ki hatta kuvvetle muhtemel bu temel anlamları bulamayacaksınız ama “Ceren sözlüğünde” bu kelimenin tam karşılığı budur.
Her ne kadar mevsimlerden yaza aşık olsam da, sonbaharı huzurla bağdaştırdığımdan mütevellit yeri ayrı bende. Brighton’ı sarı yaprakların yolları kapladığı, ağaçların dallarının çocukken resim dersinde boyadığımız gibi yeşil değil de sarı, turuncu olduğu, rüzgarın çok da üşütmeden estiği, yürümenin daha da zevk verdiği mevsimde gezmek daha iyi sanırım.
Londra’ya 1,5 saat uzaklıkta olan bu küçük ama eğlenceli şehri gezmekten zevk alacağınıza eminim, özellikle de hafta sonu. Eğer yolunuz İngiltere’ye düştüyse o zaman günübirlik buraya da uğramanızı öneririm. Londra merkezde yer alan Waterloo tren istasyonundan bir aktarma ile Brighton’a, daha önce de dediğim gibi, 1,5 saatte ulaşabilirsiniz. Tren ücreti ise daha önce İngiltere’ye gelenlerin çok iyi anlayacağı gibi azıcık pahalı, 27 pound.
Brighton ve sanat kokan sokakları
Cıvıl cıvıl sokakları, sokak aralarındaki grafitti dolu duvarları, kahve kokusu ile sizi cezbeden minik kafeleri ile yolu, İngiltere’ye düşenler için eşsiz bir durak. Şehir, koştura koştura tarihi durakları gezmekten çok, anı yaşamak için inşa edilmiş gibi. Tasarım ve vintage dükkanlarını gezmekten kendinizi alıkoyamayacağınız sokakları ile şehir sizi Manş Denizi’ne açılan sahiline bırakmak istemeyebilir.
Bu kadar sokaklarından bahsetmişken biraz da o güzel graffitileri sizlerle paylaşmak isterim. Güzellikleri konusunda haksız mıyım?
Sanırım değilim…
The Royal Pavillion Garden
Şimdi ise sizi yemyeşil bir parkın içerisine yer alan saraya götüreceğim, The Royal Pavillion Garden. 18. yüzyılda Kraliyet ailesi için yapılmış olan saray, Hint mimarisinden oldukça etkilenmiştir. Brighton, deniz kenarında bulunan bir şehir olması sebebi ile kraliyet ailesi genellikle bu sarayı yazlık olarak kullanmaktaymış.
Ülkeye özgü olan park kültürü bu şehirde de kendini göstermekte. Sarayın çevresinde büyük bir park bulunmakta ve oksijene doymak için burası en doğru yer! Renk renk çiçekler, sağa sola koşturan sincaplar, sokak sanatçılarının müzikleri… Eee daha ne olsun ama değil mi?
Brighton’ın müzeleri
Eğer buralara kadar gelmişken müze de gezmek isterseniz, şehrin 2 önemli müzesi bulunmaktadır; Brighton Oyuncak ve Model Müzesi ile Kuruşla Çalışan Makineler Müzesi. Oyuncak Müzesi hafta sonu ve Kuruşla Çalışan Makineler Müzesi de Pazar ve Pazartesi günleri kapalı olduğundan, biz gezme şansı elde edemedik ama gezilmeye değer müzeler olduğu bilgisini aldık. Bir dahaki sefere artık…
Veee geldik o upuzun sahil şeridini görmeye ve şehrin eğlence merkezi Brighton Pier’e.
Eğer yaz döneminde bu şehre uğrarsanız denize de girebilirsiniz ama mevsim buna izin vermezse sahil şeridinde yer alan deniz manzaralı kafelerde oturup soluklanabilirsiniz. Sonbaharda mis gibi deniz kokusunu içimize çekerek ve deniz dalgalarını izleyerek yürümek o kadar iyi geldi ki, sanırım daha önce de dediğim gibi huzur sonbahara çok yakışıyor.
Denize doğru uzanmış iskelede yer alan eğlence merkezi hem küçükler hem de çocuk ruhunu kaybetmemiş büyükler için çok eğlenceli bir yer. Güneşi deniz kenarında batırıp, dört mevsimi artık yaşamanın daha da zor olduğu dünyada biraz da olsa sonbaharı hissetmenin verdiği mutlulukla gezimizi sonlandırıyoruz.
Yolların kattıklarından birini daha ekliyoruz listeye, büyük bir zevkle.
Yollarda karşılaşmak dileğiyle…
PS: Gezilere ait fotoğrafların daha fazlası için Instagram hesabıma göz gezdirebilirsiniz.
İlginizi çekebilir: Doğa uykuya dalmadan önce: Sonbahar renklerini keşfe çıkabileceğiniz en güzel yerler