Sabahları yataktan yavaş kalkıyorum. Kedime sarılıyorum ve onu hiç bırakmak istemiyorum. Yeni bir günün beni beklediğini biliyorum ama biraz daha yatmak ve gelecek hayallerinde kaybolmak istiyorum. Yakında hayatımın değişeceğini biliyorum ve bu gerçekleşmeden önce kendime zaman vermek istiyorum.
Sonbahar kapıdayken ve ben yeni bir hayatın eşiğindeyken, bir günlüğüne uzak geçmişe dönme, eski ben olma arzusuna kapılıyorum. Her yeni günün kendimi geliştirmem, üretmem, büyümem, mutlu olmam ve yeni bir şeyler öğrenmem için bir fırsat olmadığı, zamanın yavaş aktığı o tembel yaz sonu günlerine.
Eski alışkanlıklarımı geri istemiyorum elbette. Kaygılarımı ya da depresyonu da öyle. Ama hiçbir zaman hiçbir şeyin olmadığı o durgun sabahlardan birini yaşadığımı hissetmek güzel olurdu yine de. Yataktan kalkmayarak yapmaya çalıştığım şey de budur belki de.
Yine de sonunda kalkıp kocaman bir fincan kahve yapıyorum kendime. Kahvemi yudumlarken müzik dinliyorum; çok sevdiğim Sharon Van Etten ile Angel Olsen’ın iş birliğinden doğan çok sevdiğim Like I Used To şarkısını. İçimdeki unutulmuş folk şarkıcısını mutlu etmek için, şarkının akustik versiyonunu çalıyorum özellikle.
“Geç saatlere kadar uyuyorum, tıpkı eskiden yaptığım gibi”, diyor şarkıda. “İçeride bekliyorum, tıpkı eskiden yaptığım gibi.” Birden, çok yakın hissediyorum kendimi buna. Müziği bu yüzden sevdiğimi düşünüyorum. Hislerime tercüman olduğu için… Bir kez daha dinliyorum şarkıyı ve sonra bir kez daha.
“Kendi kendime dans ediyorum, eskiden yaptığım gibi…” ya da “Kalbimi açıyorum, eskiden yaptığım gibi”, sözleri içime işliyor bir anda. Geçmişine tutunmak isteyen ama bunu nasıl yapacağını bilemeyen bir kadının şarkısı bu.
Büyümek zorunda olduğunu biliyor, sonunda evden çıkması ve yeni hayatına başlaması gerektiğini de çok iyi biliyor ama yaprak dökmek istemeyen bir ağaç gibi, yaklaşmakta olan sonbahara direnmeye çalışıyor.
Belki de tek istediği şey hayattan çalınmış birkaç gündür, diye düşünüyorum ben de. Kanepede oturup saatlerce Gilmore Girls izlemek, balkabağı satın almak, kahve içmek, bir sigara yakmak, yağmuru izlemek, internetten yeni bir çift yağmur çizmesi sipariş etmek ve sonbaharın neler getireceği hakkında hiçbir şey düşünmemek.
Ancak şarkıyı üst üste dinlemeye devam ederken, şarkıdaki kadının aksine, benim bunu yapamayacağımı anlıyorum birden. Gilmore Girls ve balkabaklarından söz etmiyorum; bu küçük şeyler benim sonbahar ritüellerim ve bunları yaşadığım sürece her sonbaharda yapmayı planlıyorum. Yapamayacağım şey, eski alışkanlıklarıma dönmek. Üstelik burada sadece bir sigara yakmaktan da söz etmiyorum.
Sevmezdim kendimi pek. Sözünü ettiğim şey bu… Kendimle anlaşamaz, güzel şeyleri hak ettiğime kendimi inandıramazdım bir türlü. Günler tatlı bir uyuşukluk içinde geçerdi ve ben hayatın ellerimden kayıp gitmesine izin verirdim.
Değişmek istemezdim, çok korkardım hayatımın sorumluluğunu almaktan. Mutfakta boş Çin yemeği kutuları birikir ve yazmam gereken sayfalar boş kalmaya devam ederken, bu şekilde mutlu olduğum yalanını söylerdim kendi kendime.
“Bir sigara yakıyorum, eskiden yaptığım gibi…”, diye devam ediyor şarkı tüm tatlılığıyla. Ama ben artık onunla vedalaşma zamanımın geldiğini biliyorum, tıpkı eskiden sigarayla vedalaştığım gibi. Tıpkı eskiden depresyonu geride bırakmayı seçtiğim gibi… Çünkü hayatın boşa harcanamayacak kadar kıymetli olduğunu biliyorum artık. Ve biliyorum ki, bu sonbaharda hayal bile edemeyeceğim şeyler bekliyor beni.
Yine de, diyorum kendi kendime. Yine de, bugün de hiçbir şey yapmayacağım işte!
İlginizi çekebilir: Sonbahar şarkıları: Joanna Sternberg, I’ve Got MeSonbahar şarkıları: Joanna Sternberg, I’