Gün doğarken uyandım, kendime koca bir fincan badem sütlü latte yaptım ve Marissa Nadler’ın çok sevdiğim Lemon Queen şarkısını üst üste dinlerken hayal kurmaya başladım. Bu şarkıyı yıllar içinde o kadar çok dinledim ki… Ama şimdi, bu karanlık sonbahar sabahında, birden onun benim için ne ifade ettiğini bütün kalbimle kavrayıverdim. Şarkıların anlamlarının zaman içinde değişmesi çok tuhaf ama buna daha sonra değineceğim.
Tabii ki, hayatta hayalini kurduğum birçok şeyin hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini biliyorum ama bu, hayal kurmama engel olmadı hiçbir zaman. Ne de olsa hayal kurmak bedava, değil mi? Hem hayaller olmasaydı gerçek dünyayla yetinmek zorunda kalırdık ve bu çok sıkıcı olurdu. Anda kalmak iyi hoş ama arada sırada dalgalarda sürüklenmek daha güzel bence. Ne de olsa hayaller suyun altında nefes alabilmemizi sağlayan tek şeydir belki de…
Evet, hayalini kurduğum birçok şeyi elde edemeyeceğim bu hayatta ama şunu da biliyorum ki, hayat bana hayallerimin çok ötesinde hediyeler de verecek, hani hep yaptığı gibi. Bazen de tam da hayal ettiğim gibi olacak her şey ve ben hayal kırıklığı yaşamaya o kadar alışmış olacağım ki, çok şaşıracağım buna.
Ama sonunda her şey olması gerektiği gibi olacak, bunu çok iyi biliyorum. Zaten sonbahar da bana bunu öğretmek için geldi bence. Tıpkı yaprak döken ağaçlar gibi ben de değişimi kabullenmeli, kendimi onun kollarına bırakmalıyım. Benim için her şeyin yolunda gideceğine inanmalıyım. Hayal kurmaya devam etmeliyim. Çok çalışmaya kendimi kaptırmak yerine bir mola vermeli ve renklerin değişimini fark etmeliyim.
Aslında bir kış şarkısı Lemon Queen, bu yüzden tam da şu anda gelecekten sesleniyormuş gibi geliyor bana. “Mevsimler renk değiştirdi ve boy atmaya devam ediyor limon kraliçesi…”, diyor Marissa Nadler bu şarkıda.
Marissa bana gelecekten sesleniyor, çünkü belki de yakında Ege’de, bahçesinde küçük bir limon ağacı olan tatlı bir eve taşınacağımı o da biliyor. Kışı o bahçede, pofuduk montuma sarılarak, termosumdan kahve içerek ve limon ağacına bakarak geçireceğimi… Hayat bazen hayalperestlerin yanağına işte böyle çilek rengi öpücükler konduruyor.
Gerçekten o kadar çok hayal etmiştim ki bu evi! Bahçesindeki limon ağacını ve ağaçları saran minik yılbaşı ışıklarını… Masmavi gökyüzünü ve kaktüs çiçeklerini… Plastik bahçe ayakkabılarını ve vintage bisikletleri…
Kimseye söylememiştim ama gidenlerin ardından bakarken içten içe ben de gitmek istemiştim hep. Instagram’da gördüğüm şirin kır evlerini kaydedip durmuştum ‘cottagecore’ klasörüme. Karar vermeye cesaret etmek ve gereken koşulları sağlamak yıllarımı aldı ama sonunda gidiyorum işte.
Ne var ki, hayallerim daima limon ağaçlarından ve pencere kenarında soğuyan böğürtlenli turtalardan filan oluşmuyor. En kötü senaryoları da düşünüyorum daima. Hiçbir şeyin, hayalimdeki sahneleri birebir yansıtmayacağını biliyorum. Zorluklar olacak. İstanbul’u ve burada bıraktığım insanları özleyeceğim. Belki de adını bile henüz bilmediğim sorunlarla yüzleşeceğim. Ama kendime hep söylediğim gibi, ben kalbimin derinliklerinde, bütün bunlarla başa çıkabilecek güce sahibim. Ben karların içinde bile boy atmaya devam eden bir limon kraliçesiyim.
Böylesine büyük bir değişimin eşiğinde olmak, melankoliyi ve gözyaşlarını da beraberinde getiriyor elbette. Sonbahar yeterince melankolik değilmiş gibi! Bu yazı dizisinde ele aldığım şarkılar ise hayatımın belki de en önemli sonbaharlarından biri boyunca bana eşlik ediyor, bana güç veriyor, teselli ediyor beni…
Gökyüzü yavaş yavaş aydınlanırken, artık gerçek dünyaya dönmem gerektiğini de anlıyorum. Banka ve noter işleri bekliyor beni. Sıkıcı gerçek hayat işte, yani aslında hayatın ta kendisi! Ama gidip duş almadan ve güne hazırlanmadan önce, bir kez daha dinleyebilirim sanırım sevgili Lemon Queen’i. Ve hayattan çaldığım bu dört buçuk dakika içinde bir kez daha hayalini kurabilirim Ege’de beni bekleyen küçük limon kraliçemin!
İlginizi çekebilir: Sonbahar şarkıları: Rhiannon Giddens, You Put The Sugar In My Bowl