Onun hakkında ne hissettiğimi tam olarak bilemiyordum başlarda. İlk bakışta biraz fazla depresif, kendine acıyan, hatta sinir bozucu bir tip gibi görünmüştü bana. Ama ben de öyle değil miydim zaman zaman? Bu da onda gördüğüm hüznün aslında kendi kalbime işlemiş olan derin melankolinin bir yansıması olduğu anlamına gelmiyor muydu aslında?
Başkalarında sevdiğimiz ya da nefret ettiğimiz her şeyin, kendi içimizde sahip olduğumuz ya da bir türlü elde edemediğimiz bambaşka bir şeye karşılık geldiğini biliyorum artık. Biliyorum ki hiç kimseyi tam olarak tanımamız mümkün değil bu hayatta, onların olduğu o beyaz tuvale kendi ruhumuzu resmedebiliriz olsa olsa.
Derken yeni şarkısını dinledim, I’ve Got Me adındaki şu tatlı şarkıyı… Ve yepyeni bir yol açıldı önümde birden. Daha dinlemeden, başlığını okur okumaz, biliyordum bunun benim yeni sonbahar şarkım olacağını…
Onu seviyorum. Yani, sanırım. Joanna Sternberg’den söz ediyorum. Kırılganlığını, utangaçlığını, kendini özgürce ifade etme konusundaki inadını, kimseyi takmayışını, kendini olduğu gibi kabullenişini, tuhaf şarkılarını ve daha da tuhaf çizimlerini düşünüyorum da… Evet, seviyorum onu. O, benim aksime ne övgü peşinde koşuyor ne de yergi. Hayır, hayır, nasihat da kabul etmiyor kimseden.
“Sabahları kendime sahibim, akşamları kendime sahibim, seni kendi hâline bırakıyorum, çünkü ben kendime sahibim”, diye başlıyor I’ve Got Me şarkısı. Bu da bana bir şekilde kendine ait olmayı ve kendi sorumluluğunu almayı başarmış insanların, başkalarının işine burnunu sokmaya tenezzül etmeyeceğini hatırlatıyor.
Hayatım boyunca bana karışan, bana nasıl yazmam ya da nasıl görünmem gerektiğini söyleyen, fikrini sormadığım hâlde söylemeden edemeyen, istemediğim halde tavsiyeler veren ve bunlardan da önemlisi, ne yaptığımı hep çok merak eden bazı insanların dertlerinin aslında kendileriyle olduğunu anlıyorum şimdi.
Düşünüyorum da, ben de aynısını yaptım sanırım. Kendimden memnun olmadığım, kendimi beğenmediğim dönemlerde başka kadınların görünüşlerine, yaşamlarına, seçimlerine taktım kafayı. Kendimi onlarla kıyasladım. Hep bir kendini üstün hissetme ihtiyacı içinde yaşadım. Başarısızlıklarım için hep başkalarını suçladım.
Sonunda kendimle barıştığımda ve hatalarımın sorumluluğunu üstlendiğimde, bambaşka biri oldum. Özgür biri… Onları rahat bıraktım. Artık başkalarına ihtiyacım yoktu kendimi tanımlamak için. Artık kendime sahiptim, tıpkı şarkıda dediği gibi.
“Kendinden nefret etmekle kendinin farkında olmak arasında çok ince bir çizgi var”, diye devam ediyor Joanna şarkısında. Kabul ediyor zaman zaman o çizgiyi aştığını, tıpkı benim gibi. Ama bu, dünyanın sonu değildir belki.
“Çok vakit kaybettim”, diye isyan ediyor sonunda da. Asıl beni üzen şey de tam olarak bu oluyor. Kendimi suçlayarak, kendime kızarak harcadığım onca zamanda yapabileceğim bütün o harika şeyleri düşünüyorum da! Japonca bile öğrenebilirdim. Ya da daha iyisi, kendimi çok sevmeyi öğrenebilirdim bu süre zarfında.
Eylül geldi, sonbahar kapıda. Tıpkı yapraklarını dökmeye hazırlanan ağaçlar gibi, bazı şeylerden vazgeçmeyi öğrenmeliyim ben de. Bana iyi gelmeyen her şeyi geride bırakmalı ve yeni bir yaşamı kucaklamalıyım. Değişime kollarımı açmalıyım. Başkalarının hayatlarını boş vermeliyim. Kendimi azarlayarak daha fazla vakit kaybetmemeli ve ne olursa olsun, kendime sahip olduğumu hatırlamalıyım. Joanna’da görüp rahatsız olduğum o şey her neyse, ona en başta benim sahip olduğumu fark etmeli ve bir an önce ondan kurtulmaya bakmalıyım.
I’ve Got Me…
Bu benim ilk sonbahar şarkım.
İlginizi çekebilir: Kitapları seven kız: Patricia Highsmith ile hamakta