Son bir ayın öğrettiklerinden biri: Siz de az ile yetinmekten korkuyor muydunuz?
Neden azdan korkmuşum bugüne kadar?
Ne bana yetmez sanmışım?
Neden her şeyin güzelinin çoklukta olacağına inanmışım?
Uzunca bir süredir dilimde: Sade, basit bir yaşam deneyimlemek istiyorum. Minik bahçem olsun; ekip biçmeyi öğreneyim, şehir dışında, sakin, daha doğanın içinde, gerçek bir alanım olsun ki bu şu anki şehir hayatımla epey zıt. Belki çevremden gördükçe etkileniyorum ama bir yandan içimde de bir şeyler dürtüyor beni sürekli; ne yapıyorsun hala burada? Şehri kullanmıyorsun bile? Evinde ya da belli bir, iki yerdesin, o zaman ne gerek var bu şehrin ağırlığını yaşamaya?
Açıkçası kendimi o basitlikte merak ediyorum. Tepkilerimi, durumu nasıl ele alacağımı çok merak ediyorum. Sevecek miyim, iyi mi gelecek, yoksa hiç bana göre olmadığını mı anlayacağım? Tüm bu soruların cevapları ancak deneyerek ulaşabileceğim bir yerde. Fakat gelin görün ki belki iki senedir sürekli dilimde olmasına rağmen eksik olan kocaman bir şeyim vardı: Cesaret.
Yalnızlık korkum ve aza olan korkum hep durdurdu beni bugüne kadar.
Adım atamadım. Tek başıma yapabileceğime inanıp araştırmadım bile. Halbuki ne oldu iki senedir içini dürten meraka? “Biri yanımda olsun yaparım!” dedim hep. Ne kadar da büyük dışarıya bağımlılık! Ne kadar özgür yaşadığımı sanarken görünmez prangalarla bir yaşam aslında. Bu içsel hapishaneyi fark etmeye başlayalı bir süre oldu. “Tamam artık kimseyi beklemeyeceğim, bir dakika sonramı bilmiyorum” dedim. Bilinmezlikte olan bir ihtimale bel bağlamak ve hayatını ona göre yönlendirmek ne demek? Artık alacağım elime cesareti, kapatacağım gözümü. Neyse ne, ama kendim göreceğim kendimi. Hem açılacak alanda bekliyordur beni adım atmak için bunca zamandır beklediğim biri? Bu da sadece sonsuz ihtimallerden bir tanesi değil mi?
Düşünsene hayatının sadece cesaretle bir adım atmadığın için aynı noktada dönüp durduğunu? Sonra da severiz ya hayatı suçlamayı… Öyle ya da değil bilemem ama benim inatla tutunduğum kalıplar fazlaca sertti; onu görmek yetti. Özgürlük diye avaz avaz yırtınırken, kendi özgürlüğümü kendimin baltalamış olduğum gerçeğiyle yüzleşmek. Kolay olmuyor ama sonu güzel oluyor. Bu kısmı henüz yeni anlamaya başlamış ve çözmüşken bu durumun tam ortasındaki başka bir korkum bu corona virüs karantina günlerimde net bir şekilde vurdu yüzüme: Aza tamah yaşam.
Sadeliği deneyimlemek istiyordum ama bir yandan sadelikten de tedirgin oluyordum. Azla yaşamayı görmek istiyordum ama yokluk bilinci her tarafımı sarmalıyor ve “Azla rahat yaşayabilir miyim, yapmam çok zor herhalde” diyordum. Ve şimdi… Bu karantina günleri, ileride tecrübe etmek istediğim ve umarım edeceğim dönemin ufacık bir fragmanı oldu benim için.
15 gündür giydiklerim: Bir pijama, bir tayt, iki t-shirt, iki kazak, iki çorap, bir mont, bir spor ayakkabı. Bu kadar. Hayatıma devam ediyor muyum rahatça? Evet ediyorum ve gayet de halimden memnun olarak ediyorum hem de. Dolabımı düşünüyorum da şu an; güya yarısını boşalttım. Şu anki dönemde o dolabı düşündükçe 10 insan rahatça giyinir, “Gamze ne yapmışsın?” diyorum.
Bir tam günümü düşünüyorum; kaliteli uyku, sağlıklı, kendime değer vererek beslenmek, yoga, meditasyon, yürüyüş, pilates, nefes çalışması, arkadaşlarımla internet üzerinden sohbet, bir konu üzerinde bilgi sahibi olmak, yazı yazmak, kitap okumak. Hepsini de her gün yaptığım falan yok. Uyandığımda ihtiyaçlarımı dinleyip günüme öyle şekil veriyorum. Hepsi bir güne sığması için zaten çok fazla. Ne kadar basit değil mi? Ve sadece bu şekilde yaşayarak günümün kaliteli, dolu dolu, sakin geçtiğini görüyorum. Neyi kovalamışım ben bu kadar zaman? Neden yetmemiş bana tüm bunlar bir türlü? Ne aramışım? Neden tatmin olamamışım bir türlü? Neden bir yanım hep eksik ve yetersiz hissetmiş? Şu an herkesin eşitlendiği bir dönemde ve tek amacımızın anda, sağlıkla yaşamak olduğu bu dönemde çok net görebiliyorum artık. Sadelikteymiş kaliteli zaman, basitlikteymiş neşe, azdaymış temizlik ve naiflik.
Şu an sadelik, basitlik ve az kavramları o kadar güzel okşuyor ki yüzümü. “Bak biz hep buradaydık ama sen bizden hep korktun, kaçtın” diyorlar. Biz hep aramızda mutluyduk, neşeliydik ama sen neşeyi bambaşka yerlerde aradın diyorlar. Ben ise şimdi sizi duymaya başladım, görüyorum artık diyorum. Buralara gelebilmek için senelerdir uğraştım ama şimdi bu dönem hızlıca gösteriyor bana her şeyi, artık anlayabiliyorum diyorum.
Tüm bunları görebilmemdeki en büyük etken egomun sessizleşmesi sanırım bu dönemde. Artık kimseyle kendisini kıyaslamıyor, artık başkalarına bakıp sürekli “eksikliğimden” bahsetmiyor. Gerçi kime göre, neye göreymiş ya? Ne kadar kimseyi umursamıyorum desem de içten içe bazı noktalarda toplumu ne kadar da umursuyormuşum. Artık herkes evde, herkes çok eşit. Egomun kıyaslayacak birilerini bulması çok zor. Gerçi kulak versem yine neler der; online dersler vb. Sonu yok ama ben bu oyuna düşmeyeceğim. Netim. Egom sessizleştikçe gerçek daha hızlı ve net şekilde çıktı su yüzüne.
Hayat ne getirir ne olur bilemem. Sağlıkla devam edebildiğim noktada sade bir yaşama balıklama atlar mıyım, onu da bilemem. Her şeyi zaman ve an gösterecek. Ama en önemlisi artık görebiliyorum. Artık bundan korkacağım bir şey olmadığını biliyorum. Gerçekten istersem, önümde hiçbir engel olmadığını biliyorum kendimden çıkan. Bu dönemden payıma çıkan en güzel, en temiz farkındalıklarımdan bir tanesi bu oldu. Müthiş oldu. Şükürler olsun.
Hepimizin nice aydınlıklarına.
Sevgiyle…
İlginizi çekebilir: Corona virüsü günlükleri: Korku mu, kendim mi?