Sizi sabote eden iç seslerinizle tanışmak ister misiniz?
“Sen tatildeyken atı alan Üsküdar’ı geçti, Aylin Hanım! Sen gezmeye, tozmaya devam et!”
“Ya ben kimim ki beni işe alsınlar? Beni kimse istemez!”
“Park yeri bulamayacağımdan eminim. Görüşmeye gitmesem daha iyi.”
“Tamam de, uzatma.”
“Bu kampta kim bilir kimler olacak? İnziva da neymiş? Bize garip garip şeyler yaptıracaklar… Bana uymaz!”
“Bir kereden bir şey olmaz!”
İç sesimiz ne çok konuşuyor!
Her konuda bir fikri var; bazen yüksek sesle, bazen kısık sesle, ama hep aktif.
Size bir de haberim var: Her zaman doğruyu söylemiyor, her şeyi bilmiyor, bizi koruduğunu zannediyor ama çoğu zaman bizi “sabote” ediyor.
Sabote… Sabotaj…
Kelime anlamı baltalamak, başarıyla hedefe ulaşmasına engel olmak. Dilimize Fransızcadan geçmiş. Etimolojik hikayesi ilginç: Sabotaj kelimesinin kökü sabo. Hani şu üstü kapalı, tahta terlikler var ya, sapasağlam, tak tuk ses çıkaran, hatta yıllar sonra aynı modelden esinlenerek ortopedik versiyonlarının üretildiği terlikler. Sanayi Devrimi’nde öncelikle demiryollarında çalışan işçiler, ray yataklarına sabolarını sıkıştırırlarmış, böylece kırılan makineler ile işler engellenmiş, “sabote edilmiş” olurmuş. Hikâyede birileri başka birilerinin işlerine engel oluyor. Ancak bugün ben nasıl kendi yolumuza taş koyuyoruz, ne şekilde engelliyoruz kendimizi, baltalarımızı neden elimizden bırakmıyoruz konularına değineceğim.
Bu iç ses aslında fiziksel ya da duygusal olarak yaşadığımız tehdit ve tehlikelerden bizi koruma amacıyla geliştirdiğimiz bir şey, hem de küçücük bir çocukken. Bir süre sonra ihtiyacımız olsa da olmasa da zihnimizde sürekli ikamet etmeye başlıyorlar. Hatta o kadar ki düşüncelerimiz, hislerimiz ve tepkilerimiz bu “koruma mekanizmasının” kalıplarına göre şekillenmeye başlıyor. Tetiklendiğimizde, yani “tehdit”, “tehlike” algıladığımızda sanki iç sesimiz bizi ele geçiriyor ve kalıplardan yönetmeye başlıyoruz hayatımızı.
Bu iyi bir şey… mi?
Gerçek tehdit ve tehlike durumlarında EVET! Zihnimizin tehdit ve tehlike algısında HAYIR!
Haydi bu iç sesi, yani sabotörlerimizi daha yakından tanımaya başlayalım:
Olmazsa olmaz baş sabotörümüz Yargıcımız var. Her seferinde bizi eleştiren, hatalarımızı her fırsatta hatırlatan, eksik ve yetersiz kaldığımız yerleri yüzümüze vuran ses. Tek iyi haber hepimizin içinde bir YARGIÇ olduğu gerçeği. Bu yargıcın iş birlikçilerine bakmak lazım…
Kontrolcü ses var mesela… Tüm işleri kendi yapmaya çalışan ya da kendi istediği gibi yaptırmaya çalışan. Dış olayların nasıl gelişeceği ya da başka insanların nasıl davranacağı her zaman öngörülemediğinden kontrolcü ses işleri ele almaya odaklıdır. İşler planlandığı gibi gitmediğinde yüksek kaygı yaşar.
Başarı odaklı ses, performans ve başarı odaklıdır. En son elde ettiklerini, ulaştıklarını hızlıca ve kolaylıkla yok sayar. Başarıya doymaz. Mola almana izin vermez. Oyalanmalar, çalışmadan geçen dakikalar suçlu ve huzursuz hissettirir.
Akılcı ses her şeyi bilimsel olarak mantık ilişkisi içinde değerlendirir. İlişkilerde bile mantık ön plandadır. Bu da duygusuz, duyarsız, soğuk, ukala yapar. Hisleri sevmez, çünkü hisler işleri karıştırır, mantığı bozar.
Tedbirli ses, konfor alanının dışına çıkmaz. Sadece tehdit ve risk görür. Bilinmeze doğru adım atmaktansa hep aynı yerde sonsuza kadar var olabilir. Fırsatları kaçırması olasıdır.
Mükemmeliyetçi ses çok yorucudur, hiçbir şeyi beğenmez. Hatasız olma isteği kaygı boyutundadır. Her yere vaktinde gider, düzenlidir, programlıdır ve aşırıdır.
Kurban ses, sürekli acınacak haldedir. Bitmek tükenmeyen ilgi açlığı ve acı veren hislerle beslenir.
Memnun edici ses ise hizmet odaklıdır, kendini duymaz ve hatta yok sayar. Sevilme ve kabul edilme arzusu ile kendiyle taban tabana zıt şeyleri bile yaparken buluverir kendini.
Yargıç bazen kurbanı alır yanına, bazen tedbirliyi, bazen de mantıklıyı. Duruma göre bizi hangisi destekleyecekse o iş birlikçi ya da iş birlikçiler katılıverirler halkaya. Zorlaştırırlar durumu. Engellerler bizi, sürecimizi.
Yazının en başındaki iç seslere tekrar bakalım:
Her ifadede hangi sabotörü duyuyoruz?
BAŞARI ODAKLI SES:
“Sen tatildeyken atı alan Üsküdar’ı geçti, Aylin Hanım! Sen gezmeye, tozmaya devam et!”
KURBAN SES:
“Ya ben kimim ki beni işe alsınlar? Beni kimse istemez”
TEDBİRLİ SES:
“Park yeri de bulamayacağımdan eminim. Bu görüşmeye gitmesem daha iyi.”
MEMNUN EDİCİ SES
“Tamam de; uzatma.”
KONTROLCÜ SES:
“Bu kampta kim bilir kimler olacak? İnziva da neymiş? Bize garip garip şeyler yaptıracaklar… Bana uymaz!”
AKILCI SES:
“Bir kereden bir şey olmaz!”
Bu kadar sıradan ve bu kadar sık karşımıza çıkıyor. YARGIÇ ise her ifadede duyulmuştur sanıyorum. Hangisi sizin içinizdeki en aktif ses? Hangisini biraz kıssanız yolunuza devam etmeniz kolaylaşacak?
O sesi kısmak mı dedim?
Evet, kısmak. Maalesef tamamen susturamıyoruz, ancak sesi kısabiliyoruz.
Nasıl mı?
Önce sabotörümüzü tanıyacağız.
Hangisinin sahneye çıktığını fark edeceğiz.
Duruma eşlik eden kısıtlayıcı inanç kalıpları, davranış ve hisleri belirli bir mesafeden gözlemleyeceğiz.
Birkaç derin nefes ile dengeleneceğiz.
10 saniye bile yeter.
Dik bir sırt ve sağlam bir oturuş ile nefesin bedendeki yolculuğunu -burun deliklerinden içeri ve tekrar aynı yerden dışarı- takip edeceğiz.
Böylece o sesin kısıldığını ve odağımızın bedenimize ve nefesimize döndüğünü göreceğiz.
Ben diyorum diye değil, siz deneyimlediğiniz için öyle olsun.
Deneyin…
İlginizi çekebilir: Aşırı düşünmekten mi mustaripsin: “Overthinking” için ne yapabiliriz?