X

Sizce siz sakin bir ebeveyn misiniz?: Uzman Klinik Psikolog Yasemin Meriç Kazdal ile ebeveynlik üzerine

Uzman Klinik Psikolog Yasemin Meriç Kazdal’ın kaleme aldığı Sakin Ebeveyn kitabı, hem daha sakin bir insan, hem de daha sakin bir ebeveyn olmanın yollarını bilimsel ve psikolojik temellere dayanarak anlatıyor. Bir yandan çocukluğunuzla, bir yandan da kendi çocuğunuzla olan ilişkinizi gözden geçirmenize yardımcı oluyor. 

Kitapta ilerledikçe üzerinizdeki baskıları fark ediyor, konu aralarındaki testlerle birlikte kendi durumunuzu gerçekçi bir şekilde değerlendirebiliyor ve düşüncelerinizde kalıcı değişimler deneyimleyebiliyorsunuz.

İçerisinde çocuğun hislerine uyumlanmaktan, beynin verdiği tepkilerin sebeplerine kadar onlarca değerli bilgi barındıran bu kitabı, ebeveyn olan veya olmayı düşünen herkese tavsiye ederim. 

“Yok bir şey!” düşen bir çocuğa veya ağlayan bir çocuğa yetişkin birinin verdiği ilk tepkilerden biri. Belki de çocuğun duygularını görmezden geldiğimizi anlatan ilk cümle… Peki, neden biz ebeveynler çocuğumuzun duygularını görmek istemiyoruz? Veya neden onun zorlayıcı duyguları ile baş etmesini izlerken bu denli zorlanıyoruz?

“Çocuk zorlayıcı bir duygu yaşarken ebeveyninin de zorlandığını görmesi çocukta “Yüzleşilemeyecek kadar kötü bir duygu yaşıyorum!” düşüncesini yaratabilir. Bu düşünce de çocuğun duygularını bastırmasına, yok saymasına ya da onlara yabancılaşmasına neden olabilir, ki bu bahsettiğim üç durum birçok psikolojik sıkıntının da alt yapısını oluşturur.”

Çünkü duygular güçlüdür ve duygularla temas halinde olmak bazen gerçekten cesaret ister. Duygular insan canlısının ihtiyaçlarının bir yansımasıdır ve duyguları görmek demek o ihtiyaçları da fark etmek anlamına gelir çoğu zaman. Bu nedenle çocuklarımızın duygularını görmek, olduğu haliyle kabullenmek her zaman çok kolay olmuyor. 

Elbette bunda biz ebeveynlerin çocukken nasıl bir ebeveynlik gördüğümüz de etkili. Çoğumuz duygularımızın önceliklendirildiği bir ortamda büyümedik, hal böyle olunca öğrendiğimiz doğrumuz ya da alışkanlığımız da bu oldu.

Halbuki çocukların, yetişkinlerin yani tüm insanların hissettikleri her duyguya önem vermeyi öğrenmesi gereklidir. Duygularımızı fark etmek, onları tanımlamak ve ifade edebilmek en büyük ihtiyaçlarımızdan biridir. Kendi duygularımızı kabullenmek, kendi hayatımızı değiştirirken çocuklarımızın duygularını görmek ve onları kabullenmek çocuklarımızın hayatını dönüştürür. Bunları yapmakta zorlanınca zorlayıcı duygularla baş etmek de zorlaşır. Çocuğumuz hiç üzülmesin, hiç korkmasın ya da hiç kızmasın isteriz. Bunun mümkün olmadığını ve her duygunun dönemsel olduğunu kabul etmek bize yardımcı olacaktır. Çocuk zorlayıcı bir duygu yaşarken ebeveyninin de zorlandığını görmesi çocukta “Yüzleşilemeyecek kadar kötü bir duygu yaşıyorum!” düşüncesini yaratabilir. Bu düşünce de çocuğun duygularını bastırmasına, yok saymasına ya da onlara yabancılaşmasına neden olabilir ki bu bahsettiğim üç durum birçok psikolojik sıkıntının da alt yapısını oluşturur.

Sizin de kitabınızda bahsettiğiniz üzere, sosyal medya günümüz ebeveynlerin işini oldukça zorlaştırabiliyor. Sizce sosyal medya bizi daha mı öfkeli kılıyor?

Sosyal medyada sürekli olarak mükemmel aile fotoğrafları, hiç ağlamayan bebekler, evde yapılan sağlıklı içecekleri içen çocuklar gibi içeriklerle karşılaşmaktayız. Genel gerçeklikten uzak bu içerikler bir ebeveynde ne yaparsa yapsın yetersiz olduğu ve kendi hayatının kusurlu olduğunu düşündürebiliyor.

Bu düşüncede yetersizlik hissi ve başka zorlayıcı duyguların oluşmasına neden oluyor. “Dışarıda herkes mükemmel ama ben değilim.”, “Ben çocuğuma asla yetemeyeceğim.” gibi düşünceler de ebeveynleri sakinlik halinden çıkarıp daha öfkeli ve daha tahammülsüz kılabiliyor çünkü ebeveyn kusurlu olduğuna inanmaya başlıyor. 

Bu kusurlu olduğuna inanma hali “tahammül etmesem de olur zaten iyi bir ebeveyn değilim” düşüncelerini doğurabiliyor. Burada “yeterince iyi”nin gücünü benimsemek ve başkalarının değil kendimizin en iyi versiyonunda olmaya çalışmak işlevsel bir bakış açısı kazanmaya destek sağlayacaktır.

Son zamanlarda dikkatimi çeken bir durumdan bahsetmek istiyorum. Bazı aileler, çocuklarını başkası etiketlemeden önce: “Bu çocuk hiperaktif!”, “Bu çocuk huysuz.” gibi önden kendileri yaftalamayı tercih ediyorlar. Bunu yaparak, “bazı şeylerden kurtulmaya çalıştıklarını” gözlemliyorum. Çocuğa koyduğumuz etiketler, çocuğu nasıl etkiler?

Bir çocuğa yapabileceğiniz en kötü şeylerden biri onu etiketlemektir. Bunu söylediğimde zihninizde sadece yaramaz, sakar, dikkatsiz gibi olumsuz etiketler oluşmasın. Çok zeki, akıllı, aşırı yetenekli gibi etiketler de çocuklar için oldukça zararlı olabiliyor.

Çocuklara konulan etiketlerin, çocuğun kimliği ve davranışları üzerinde önemli etkileri olabiliyor. Etiketler, çocuğun kendini algılaması, başkalarıyla ilişkileri ve genel davranışları üzerinde derin ve uzun süreli yönlendirmeler oluşturabilir. Bu etiketlemeler “kendini gerçekleştiren kehanet’’ etkisi yaratabilir. Yani çocuğa atfedilen davranışlar nedeniyle çocuk bu davranışları sergileme eğiliminde olabilir. 

“Huysuz’’ denilen bir çocuk, bir süre sonra gerçekten huysuz davranışlar sergileyebilir. Örneğin, aslında bir şeyden korktuğu için ağlayan ve huzursuz olduğu anlaşılan bir çocuğa “O zaten huysuz, şımarıklık ediyor…” gibi etiketler kullanmak, bir süre sonra kendini gerçekleştirmeye başlayabilir. Çocuğa konulan etiket, davranışlarını şekillendiren bir döngü yaratabilir. Diğer insanlar çocuğa bu etikete göre yaklaşabilir ve bu da çocuğun bu davranışı sürdürmesine ortam yaratır. 

Çocuk başkalarının onu bu şekilde gördüğüne inanarak kendini değersiz hissedebilir ve motivasyonu olumsuz yönde etkilenebilir. Kendini gerçekleştiren kehanet oluştukça, çocuk kendisine atfedilen etiketlerden dolayı daha savunmacı bir tutuma bürünebilir ve bu da aile ve sosyal çevresiyle anlayışlı bir iletişim kuramamasına sebebiyet verebilir. Bu nedenle, çocuklara olumlu ya da olumsuz etiketler yerine, onların güçlü ve zayıf yönlerini kabul edip destekleyici ifadeler kullanmak önem taşır. Onların güçlü yönlerini vurgulamak, başarılarını takdir etmek, çabalarını görmek ve gördüğünüzü belli etmek ve desteklenmesi gereken yönlerini destekleyecek şekilde bir tutum sergilemek, olumlu bir özsaygı ve özgüven geliştirmelerine yardımcı olur.

Peki sizce çocukların duygu ve düşüncelerine saygı duymakta neden bu kadar zorlanıyoruz?

Çocuklarımızı dinlerken ebeveyn rolünden çıkıp “insan” rolüne kalmakta zorlandığımız için olabilir. Çocuklarımız bize kendi çocukluğumuzu ve o dönemde yaşadığımızı duyguları anımsattıkları için olabilir. Çocuklarımızı kendi başarı ya da başarısızlığımızın bir temsili olarak gördüğümüz için olabilir. Toplumsal baskılar nedeniyle olabilir. Maruz kaldığımız ebeveynlik tutumlarıyla öğrendiğimiz “doğru” ve “yanlışlar” nedeniyle olabilir. Henüz kendi duygularımızı bile kabul edip onlara saygı duymayı başaramadığımız için olabilir. 

Yaşadığımız coğrafya ve yetiştiğimiz toplumsal dinamiklerin de çok etkisi olduğunu düşünüyorum. Ama tüm bunlar bir dönüşüm içinde. Bir kısım anne babalar önemli bir farkındalık devriminden geçiyor diye düşünüyorum.

Zor duygularla baş eden çocuğa hangi adımda müdahale etmeliyiz? Yoksa yardım etmemeli miyiz?

Çocuklar zorlayıcı bir duyguyu yaşarken o duygudan bir an evvel kurtulması için bir yol bulmak ya da ona bir yol göstermekse, bu aslında bir yardım değil. Sırf bu nedenle çocukların ağlaması engellenir çoğu zaman: “Tamam ağlama, bitti, yok bir şey!” denir. Halbuki bu yaklaşım çocuğun hem duygusunu reddetmeyi ya da yok saymayı içerir hem de kendi kendisini sakinleştirmesi, regüle etmesi için tüm hayatı boyunca ihtiyaç duyacağı beceriyi geliştirmesini engeller. 

Bir çocuk sizden yardım talep ediyorsa ona hep yardımcı olun derim ben. Ancak duygudan kaçarak, yok sayarak ya da “Ben varken sana hiçbir şey olmaz!” gibi bir tavırla değil. En etkili yardım çocuğunuza anlaşıldığını hissettirmenizdir. Duygudan kaçmak yerine birlikte ona destek olarak duyguda kalabilmenizdir. Birlikte neler yapabiliriz diye düşünebilmenizdir.

Malum çocuğun zor duygular ile baş etmesini desteklerken, kendimiz zor bir gün geçirmişsek, pek de sabırlı olamayabiliyoruz. Peki ya biz ebeveynler, aradığımız sabra nasıl ulaşabiliriz?

Sabırlı olabilmek bir sonuçtur çoğu zaman. Beklentilerinizin, duygusal farkındalığınızın, öğrendiklerinizin ve mizacınızın oluşturduğu bir havuz var. Sabır o havuzun içinde oluyor genelde.

Zor bir günün ardından, her şeyden önce, ebeveynin ebeveyn kimliğinin yanında insan rolüyle, duygularının farkında olarak ifade etmesi, paylaşması rahatlatıcı bir adım olacaktır. Çocuğun zor duygular ile baş etmesini izlerken, onun duygusal tepkilerini anlamak, ne hissettiğini dinlemek, sorunlarını ciddiye almak çocuğun duygusuyla uyumlanmaya yardımcı olacaktır. Etkin dinlemek ve karşımızdakini anlamaya çalışmak bizim regüle olmamızı sağlayacak önemli bir faktördür. 

Bir başka faktör de güven hissinin korunmasını sağlamaktır. Duyguların düzenlenmesi bireyin temelde kendini güvende hissetmesi ile mümkündür. Zor bir duyguyla baş eden çocuğu izlerken onu tehdit etmemek, örneğin “Böyle yaparsan oynamam, yemeğini yemezsen tatlı vermem!” gibi cümleler kullanmamak işlevsel olacaktır.

Bunu yaparken zaman zaman kendimize mola vermek, belki bir kaç dakikalığına odadan ayrılmak ya da hafif başka bir aktivite yapmak iyi gelebilir. Sabırlı olamamak ve bu sabra geç ulaşmak bir başarısızlık göstergesi değildir. İçsel süreçleri anlamak, duygulara ve ihtiyaçlara özen göstermek ve olumlu bir bakış açısı geliştirmek, sabrı artırmak için yardımcı olabilir.

Çocuk yetiştirme konusunda toplumdan gelen oldukça büyük bir baskı olduğunu düşünürsek, topluma ve yakın çevremize karşı nasıl sağlıklı sınırlar çizebiliriz?

Bu sınırları çizerken mükemmel ya da ideal ebeveyn olmaya çalışmaktansa yeterince iyi bir ebeveyn olmaya çabalamanın daha gerçekçi olduğunu aklımızda bulundurmamız gerekir. Mükemmel olan hedeflendiğinde standartlar hep daha da yükselir ve bu da insanı yıpratırken hayatı kaçırmasına sebep olabilir. 

Mükemmel ebeveynlik gibi, ideal bir çocuk da gerçekçi bir yaklaşım değildir. Çocuğun hiçbir sorun yaşamamasını hedeflemek de gerçekçi değildir. Ebeveynlerin özgüvenlerinin yüksek olması sağlıklı sınırları çizerken bize yardımcı olur. Hata yapmaktan korkmayan ebeveynler, deneye deneye kendileri için en doğru yöntemi keşfedeceklerdir. Bu deneme yolculuğunda başarısız hissettiğiniz anlar olsa da bu başarısızlıkların bizi başarmaya daha yaklaştırdığı üzerinde durmak ve zaman zaman hüsrana da uğrayabilme cesaretini göstermek gerekir. 

Tüm bunların yanında sağlıklı iletişim kurmayı da öğrenerek kendi sınırlarınızı daha kolay çizebilirsiniz. Tabi bazı toplumlar çocuğu, onun ihtiyaçlarını ve duyguları önemsizleştiriyor maalesef. Bu yaklaşıma karşı tamamen net bir tavır almalı ebeveynler. “Çocuktur anlamaz, aman o ne hissedecek ki, küçücük velede açıklama mı yapacağız şimdi?” yaklaşımlarıyla üzerinizde kurulan çevresel baskıya direnin diyorum hem anne hem babalara.

Çocuklarımızı duyguları ile yüzleştirmek adına yapabileceğimiz pratikler var mı?

Çocukların duygularını yok saymadığımız müddetçe genellikle yüzleştirmeye ihtiyaç duymuyorlar. Yani ilk adımımız onlara zarar vermemek ve var olan becerilerini köreltmemek olsa yeterli aslında.

Çünkü çocuklarımıza duygularını bastırmayı zaten biz yetişkinler öğretiyoruz. Çocukların duygularını fark etmeleri duygusal gelişimlerini desteklemek ve genel psikolojik sağlıkları açısından önem taşır. İleriki yaşantılarında, bir başkasının duygularını daha iyi tanıyabilmeleri için temelde kendi duygularını tanıyabilmeleri ve bu duygulara kulak verebilmeleri işlevsel olacaktır. Bunun başlangıcı da tabi ki aile ortamındaki iletişimden geçer. 

Örneğin, evde birlikte bir hikaye okuduktan sonra hikayede ne olduğundan çok hikayedeki karakterin nasıl hissettiğine dair konuşabilmek çocukların duygular üzerine düşünebilmeleri için güzel bir fırsat olabilir. Aile içinde kendi duygularınızı rol yapmadan açık ve serbest bir şekilde ifade etmek çocuğun da bunu deneyimlemesine ve öğrenmesine olanak sağlayacaktır. 

Sizin duygularınızı konuşabilmek ve aynı zamanda çocuğa zorlayıcı ya da keyifli her türlü duygusunu konuşabileceği bir ortam sağlamak, çocuklara duygularını açık bir şekilde ifade etmelerini öğretmek için faydalı olacaktır. Çocuğun zorlayıcı duygusunu yaşamasına, yüzleşmesine ve açık ifade edebilmesine izin vermek için onunla göz teması kurmak ve o duygularını ifade ederken dinleme sesleri çıkarmak (“Hımm, evet, anlıyorum…” ya da onaylar gibi kafa sallamak) ve yorum yapmadan dinlemek, anlattığı duygularına birlikte isim vermek (“Sanırım buna kızmışsın, üzüldüğünü hissediyorum, böyle hissetmekte haklısın.”) gibi adımlar izlenebilir. Ben, Sakin Ebeveyn kitabımda bu yöntemleri detaylıca anlatmaya çalıştım umarım okuyuculara pratik anlamda da yardımcı olur.

Sizce son dönemde kaygılı çocuk sayısı arttı mı?

Evet, son zamanda kaygılı çocukların sayısı oldukça arttı diyebiliriz. Bunun en önemli sebeplerinden biri dünyada ve ülkemizde yaşadığımız toplumsal zorlayıcı deneyimler. Çocukları ne kadar bunların dışında tutmaya çalışsak da televizyon ve sosyal medya, okulda arkadaşlarının konuşmalarını duymaları, biz yetişkinlerin konuştuklarına aşina olmaları sebebiyle aslında onlar da bu zorlayıcı deneyimlerden etkileniyorlar. 

Pandemi, deprem, ekonomik kaygılar gibi sebepler için “Çocuk o anlamaz.” gibi bir düşünce olsa da onlar yetişkinlerin kaygılarını çok rahat okuyabiliyorlar. Dolayısıyla bu durum çocuklarda gösterdikleri ya da açıkça gösteremedikleri, paylaşamadıkları bir kaygıya sebep olabiliyor.

Son olarak kontrolü elden bıraktığımızda veya istenmeyen şeyler yaşandığında, çocuğa nasıl yaklaşılmalı, durum nasıl açıklanmalı?

Çocuğunuzla kontrolü elden bıraktığınız veya istenmeyen bir durum yaşandığında, duygusal olarak destekleyici ve anlayışlı bir şekilde yaklaşmak önemlidir. Ebeveynin beklenmedik ya da istenmeyen bir durum karşısında oksijen maskesini önce kendisine takarak kendisini sakinleştirmesi kilit bir nokta olabilir. 

İlgili durum karşısında çocuğunuzla sakin bir şekilde iletişim kurmak, onun da daha sakin ve açık olmasına yardımcı olacaktır. Bu iletişimde açık ve basit bir dil kullanarak durumu çocuğa izah etmek, onun yaşına ve anlama düzeyine göre faydalı olacaktır. Dili ağır ifadeler, kontrolün elden çıktığı ya da istenmeyen bir durumda daha karmaşık bir duygu durumu yaratabilir. Bu gibi durumlarda çocuğun duygularını kabul ederek durumla ilgili sorularını anlayışla ve sabırla dinlemek ve cevaplamak kaygılarının giderilmesine ortam yaratacaktır.

Kontrolü kaybettiğinizi düşünüyorsanız önce kendinizi sakinleştirmelisiniz. Destek almanız gerekiyorsa destek almalısınız. Çocuğunuzdan özür dilemeniz gereken bir şey varsa ondan özür dilemelisiniz. Tutarlı olmak tüm ilişkilerde olduğu gibi ebeveyn çocuk ilişkisinde de çok önemlidir.

Bu keyifli ve bilgilendirici röportaj için Uzman Klinik Psikolog Yasemin Meriç Kazdal’a sonsuz teşekkürler…

İlginizi çekebilir: Astrolog Hazal Talay ile keyifli bir röportaj: Plüto Kova çağı, retro, ekonomi ve çok daha fazlası

Andi Hodara: Andi Hodara, derece ile girdiği Boğaziçi Üniversitesi Felsefe bölümünden 2010 yılında mezun oldu. Bu süreçte psikoloji dersleri de alarak Evlilik ve Aile Danışmanlığı programını tamamladı. Aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi’nde Film Çalışmaları Sertifika programını bitirdi. Mezun olduktan sonra çeşitli yayın kuruluşları ve uluslararası firmalarda editör, içerik üreticisi ve içerik yöneticisi olarak çalıştı. Daha sonra Boğaziçi Enstitüsü’nden Yaşam Koçluğu, Harvard Üniversitesi’nden Building Personal Resilience: Managing Anxiety and Mental Health; Kişisel Dayanıklılığı Oluşturma, Kaygı ve Zihinsel Sağlığı Yönetme eğitimlerini aldı. Halen düzenli olarak yaşam koçluğu teknikleri, yoga ve psikoloji alanında yazılar yazmakta ve önemli isimlerle röportajlar yapmakta. Psikolojiye bir bütün olarak yaklaşan yazarımız, eğitimini aldığı psikolojik tekniklerden ve filmlerin büyülü dünyasından faydalanmaktadır. Kendisi aynı zamanda Uluslararası Yin Yoga eğitmeni ve Reiki uygulayıcısıdır. Kendisine andinahmias@gmail.com mail adresinden ulaşabilirsiniz.

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale